Toplumcu Belediyecilik Yuvarlak Masa Toplantısı
3 Kasım 2018 tarihinde Taksim Hill Otel’de yapılan yuvarlak masa toplantısı sonuç bildirisidir.
Bugünün Türkiyesi’nde belediyecilik, kamusal alanları büyük bütçeli projeler ile yandaşlara aktaran bir yerel yönetim sistemine dönüştürülmüştür. Türkiye tek adam sistemine 2017’de geçse de belediyelerde başkanlık sistemi 1984’te kabul edilen Büyükşehir Kanunu’ndan bu yana hüküm sürmektedir.
Mevcut belediyelerin çoğunluğunun adı ihale yolsuzlukları ile anılmaktadır. 2018 yılı başında Erdoğan adı pek çok yolsuzluğa karışan belediye başkanlarını görevden uzaklaştırmış yanı sıra bu durum Sayıştay raporları belgelenmiş durumdadır.
Müşterek Değil Müşteri
Belediyeler kanunu gereği “belde sakinlerinin mahallî müşterek nitelikteki ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla” oluşturulmuştur. Ancak hükümet ve muhalefet ayrımı olmaksızın tüm belediyeler belediye iştirakleri olan özel şirketlerle yönetilmekte olup çalışanlar taşeron olarak çalıştırılmaktadır. Belediyede personel çalıştırmak mevzuat ile sınırlandırılmış, taşeronlaşma sistem haline gelmiştir. Taşeronlaşmayı kaldırma iddiasındaki muhalefet partileri de mevzuat dolayısı ile bu sorunla mücadele edemez durumdadır. 24 Ocak 1980 sonrası ülkede hâkim neoliberal politika ile kamu yararı gündemden kaldırılmış, yurttaş artık “müşterek” değil “müşteri” konumundadır. Artık devlet ve bağlı olarak belediye temizlik yapmaz, restoran işletmez. Tüm hizmetler özel şirketlere ihale edilir. Yalnızca karlı olup olmadığına göre şekillenen hizmet alım süreçlerinde kentin tüm kaynakları piyasalaştırıldı, kamu yararı görmezden gelindi. Başkan karar verici olarak bu sistemin merkezine oturdu. Başkan hem belediyenin başkanı hem de encümene başkanlık etmekte önemli meclis kararlarını reddetme hakkına sahiptir.
Özellikle ANAP belediyeleri ile birlikte yerleşen bu anlayış tüm kamu kaynaklarının özel şirketlere ve yandaş kuruluşlara aktarımının önünü açtı. AKP dönemi belediyeciliği her kente inşaat projeleri ve doğrudan ekonomik yardımları içeren marka şehirler projesi ile neoliberal model tek tipleştirilmiş hali tüm yurda hâkim kılınmıştır. Halkın belediye ile ilişkisi, katılımın yerine ekonomik yardımların ya da yandaş şirketlere sermaye aktarımının sürdürülmesi için “çıkar ilişkisi”ne dönüştürülmüştür.
2018’de belediye kanununda yapılan düzenleme ile il özel idareleri yetkileri yerel yönetimlere devredilmiştir. İlk bakışta yerelleşme gibi görünen bu uygulama rantın belediye yöneticileri ve etrafındaki şirketlere aktarılmasına yaramış, rüşvetin adı harç, spor kulüplerine, derneklere, camilere bağış şekline dönüştürülmüştür.
Yine bu yıl içinde imar barışı adı altında uygulamaya konan imar affı, kaçak yapıların teknik değerlendirmelerden geçirilmeden yasal hale getirilmesinin önünü açmaktadır. Depreme dayanıksız, dere yataklarına, kamu arazilerine yapılan, on binlerce konut halkın hayatı pahasına rantın tercih edilmesinin göstergesidir.
Paris Komünü’nden Fatsa’ya, Dikili’ye
Toplumcu yönetim tartışmaları kökeninde 1871 Paris Komünü ’ne kadar uzanmaktadır. Merkezi yönetimin dışında yerel yetkilerle donatılmış aşağıdan yukarı bir örgütlenme modelinin halkın ihtiyaçlarına katılımcı, ekonomik ve hızlı şekilde cevap verileceğinin savunulmaktadır.
Toplumcu belediyecilik, yetki ve kaynakların halk tarafından ve haklın yararı için kullanıldığı yerel yönetim modelidir.
Geçmişte İzmit, Çankaya ve Fatsa belediyeleri ile günümüzde Ovacık belediyesi, Dikili Belediyesi toplumcu belediyeciliğin hayata geçmiş modelleridir. Bu örnekler yerelliklerine göre değişiklik göstermekle birlikte ortak özellikleri halkın yönetim süreçlerine doğrudan katılımının, desteğinin sağlanması ve bütçenin şeffaf ve kamu yararına yönetilmesidir.
Kamusal Alanlar, Yaşayan Şehirler
Günümüz toplumcu yerel yönetimlerinin inşası için halkın temel ihtiyaçların karşılayacak kente ve kırsala özgün projeler, planlama ile hayata geçirilmeli.
Kentlerde fahiş fiyatlı konutlar, özel okullar, pahalı servisler, iş yerleri ve yaşam alanları arasında geçen zamanın her geçen gün artması, sosyal alanların yetersizliği, soylulaşma; köylerde ürünün rekabet karşısında para etmemesi, tohum, gübre, yakıt pahalılığı, okul ve konut sorunu gibi temel talepler aşağıdan yukarı örgütlemeli, sorunların tespitinde ve çözüm önerilerinde katılımcılığın esas alındığı yerel meclisler kurulmalı ve söz sahibi hale gelmelidir.
Gezi hareketinin kentte yerelden başlayan bir isyan olduğu unutulmamalı. Çalışmadığı zamanlarda beton yığınları ve trafik arasında sıkışan günümüz kentlisine ait olan meydanlar, sahiller, parklar, tiyatrolar gibi kamusal alanlar geri verilmelidir.
Belediye, proje adı altında tek tip yapılar yapan bir müteahhit olmaktan çıkarılmalı, Kültür ve sosyal işler birimleri sosyal yardımların yandaşlara dağıtımını sağlayan birimler olmaktan çıkartılmalı. Kültür-sanat etkinlikleri binalardan çıkarılmalı, sosyal mekanlara taşınmalıdır. Kentin tüm sokakları ayrı ayrı ele hayata katılmalı, günün her saati boş bırakılmayacak şekilde farklı amaçlar için kullanımı sağlanmalı. Sokaklarda çocuklar oynamalı, ticaret, sanat, spor etkinlikleri yapılabilmeli.
Belediye bütçesi halkın katılımı ile oluşturulmalı, şeffaf biçimde ilan edilerek paydaşların denetimine açık hale getirilmeli.
Dezavantajlı grupların destekleneceği sosyal birimler yerellerde yaygınlaştırılmalı, mevcut tesisler, parklar pozitif ayrımcılığı içerecek şekilde yenilenmeli. Bu tesislerde halkın katılımı ve denetimi ile canlı kalması sağlanmalı.
Kent bostanları, perma kültür örnekleri, yapı kooperatifleri, eğitim kooperatifleri modelleri desteklenmeli ve yaygınlaştırılmalı.
Sonuç olarak toplumcu belediyecilik, doğrudan demokrasiye en yakın yönetim biçimi olarak ele alınıp halkın gerçek sorunlarına dayanışmacı çözüm yöntemi olarak sunulabilir. Siyaseti yerel elitlerin elinden alıp halkın yönetim süreçlerine katılımını sağlayabilir. Siyasetten uzaklaşan neoliberal çözümsüzlük ortamında yalnızlaşan 21.yy. insanının yaşam alanlarını yeniden yaratması için kullanılabilir. Ancak seçilmiş belediyelere kayyum atanması gerçeği en yakın tehdit olarak toplumcu yönetimlerin karşısında durmaktadır. Ayrıca yerel seçimler öncesi yayınlanan bir KHK ile belediye bütçe onayının cumhurbaşkanlığına bağlanması ileride yaşanacak daha büyük sistemsel tehlikelerin habercisi sayılmalıdır.