“1 Kasım’da 550 tane yerli, milli, bedeni ve kalbiyle bu ülke için çalışacak milletvekili göndermenizi istiyorum. Herhalde ne demek istediğimi anlıyorsunuz değil mi?” Dönemin tarafsız ve partisiz Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 1 Kasım 2015 seçimlerinden önce 20 Eylül 2015 günü düzenlenen Milyonlarca Nefes Teröre Karşı Tek Ses mitinginde bu cümleyi kurduğunda sanırım “yerli ve milli” sözcükleri henüz şimdiki gibi sık kullanılanlara eklenmiş değildi. Ne demek istediğini anladığımızı varsayışından da hareketle herhâlde Erdoğan bu ifadeyle HDP’yi yerlilik ve milliliğin dışında tanımlıyor, onu dışlayacak bir şekilde, sınırları muğlak bir yerlilik kavramını ortaya koyuyordu. Daha sonra bu iki kelime etrafında şekillenen sınırlar son 5-6 senedir siyasi dili adeta en baştan tanımladı. Öyle ki CHP dahi kendisini bu kimin tanımladığı belirsiz sınırlar içinde tutma çabası içine girdi. Hâliyle kimin yerli ve milli olup olmadığına karar verme yetkisini kıymeti kendinden menkul biçimde sahiplenenler, sırf bu dili inşa etmekten kaynaklanan bir politik güce sahip oluverdiler.
En sonda söyleyeceğimizi en baştan yazalım. Muhalefet iddiasında bulunanların ilk yapması gereken şey kendi dilleriyle konuşmaktır. Başkasının önünüze koyduğu kavramları kabul ederek kurulan diskur zaten cümleye noktayı koymadan mağlup olmaya mahkûmdur. Oysa CHP bunu yapmadı. Daha 2015’te, yukarıda bahsettiğim mitingden iki hafta sonra yerlilik, millilik yarıştırmaya koşuverdi. Daha ilk günden bu söyleme karşı koymak yerine tanımı kabullenip kimin yerli olduğu üzerine tartışmaya girmek bir sosyal demokrat parti için ziyadesiyle hazin bir hata. Ama üzerinden geçen yıllara binaen artık geçmişten beri yapılagelmiş tüm hataları dizip onlarla kavga etmeye de gerek yok. Sadece bu içine düştüğümüz cendereden çıkmak için çözüm aramadan önce hatanın kaynağına kısaca değinmek istedim. AKP’nin önünüze koyduğu kavram kümesi içinde, onların size çizdiği sınırları baştan kabul ederek konuşmak hiç konuşmamaktan, hiç var olmamaktan dahi kötüdür.
Türkiye siyaseti 7 Haziran-1 Kasım seçimleri arasındaki dönemden başlayarak yoğun bir güvenlikleştirme etkisi altında ilerliyor. Daha sonrasında yaşadıklarımız da elbette bu vaziyeti daha da derinleştirdi. Suriye, Ege, Libya ve PKK meseleleri bir bütün halinde sırası geldikçe güncel tartışmadaki temel düşman haline gelip üzerinden yerlilik ve milliliğin devşirileceği hattı çiziyor. 2015’te başlayan kabullenme geri dönülmez biçimde bugün bu hâkim söylemin karşısında duramama hâlini getiriyor. Bu hâkim söylem de siyasi çıkarları doğrultusunda yeri geliyor HDP’yi, yeri geliyor CHP’yi yerli ve milliliğin dışında tutup saldırdıkça saldırıyor. Siyasi rakiplerini hırpalamaktan sıkıldığında Boğaziçili öğrencilerden tutun HDP’ye oy veren milyonlarca seçmene, o anda karşısında kimi bulursa öfkeyle milliyetçilik boşaltıyor. Bu hâkim dil kamusal alanı giderek zehirliyor, giderek en şovenist, en bayağı bir hâle girip bakanların dahi devlet veya siyaset ciddiyetiyle bağdaşmayacak cümleler kurmasına varıyor. Türkiye siyaseti normalleştikten sonra bu dil düzelmeyecek; Türkiye’de siyasetin normalleşmesi ancak bu dilin değişmesiyle mümkün olacak. Dolayısıyla muhalefetin ilk vazifesi bu dilin dışında bir söylem geliştirmek, bu dili şiddetle reddetmektir.
AKP’nin inşa ettiği ve mümkün olan her durumda olabilecek en geniş biçimde kullandığı bu yerlilik ve millilik dilini reddetmek için ilk önce siyasi cesaretle hareket etmek lazımdır. Cesaret de ilk başta karşıtına “Sen kimsin ki kimin yerli olduğuna karar veresin” diye sormakla başlayacak. Kendi kendisine bu sınırları belirleme yetkisini verenlerin otoritesini reddettiğimiz gün bu kâğıttan kule zaten yıkılacak. Biz yerlilik ve millilik yarışından çıkıp kendi kelimelerimizle konuşacak cesarete sahip olduğumuz gün, bugün muhalif olanların iktidar yürüyüşünün başladığı gün olacak.
Görkem Özdemir – Simon Fraser Üniversitesi Yarı Zamanlı Öğretim Görevlisi/ İVME Hareketi
Not: Görsel webtekno.com sitesinden alıntıdır.