Hükümetten “Kurucu” Anayasa Çıkar mı? – Onur Alp Yılmaz
Demokrasiyi yalnızca sandığa indirgeyen ve onun kurallarını da yapboza çeviren; toplumu kültür kampları üzerinden kutuplaştırmaya odaklı bir siyasetle arkasındaki kitleyi karşısındakine karşı sürekli reaktif tutan ve karşıdakinin kafasında her an patlamaya hazır bu öfkeyle demokrasiyi kuşa çeviren; sandığa indirgediği demokrasinin en temel ilkelerinden olan hesap verebilirlik, şeffaflık ve güçler ayrılığı gibi ilkeleri hayata geçirmek için faaliyet gösteren kurumları vesayete ait gören; kendisini ve kitlesini muğlak bir “bizim medeniyetimiz”in değerleri üzerinden yine muğlak bir “dava”ya çağırıp, modern çağa ortak olmak isteyenleri “bu milletin değerlerine” yabancı olan, adeta potansiyel Batı ajanları olarak gören ve bu “medeniyet”in gerçek temsilcisi olarak kendi attığı her adımı niteliğinden bağımsız, doğası gereği demokrat, karşısındakinin yaptığını da doğası gereği “bizim medeniyetimiz”e aykırı ve dolayısıyla vesayetçi gören bir iktidardan kurucu bir anayasa çıkar mı?
Bu soruları son 19 yılın tecrübesiyle birleştirince cevap “doğası gereği” koca bir hayır olsa da Sokratik bir yöntemle yönlendirme yapmak iddiasında değilim ve bu yüzden kurucu iktidarın niteliklerini bazı temel çelişkiler çerçevesinden aktarmaya çalışacağım. Bugünkü iktidarın niteliğinin demokrasinin asgari gerekliliklerini dahi yerine getirmekten ziyade, kendi azami arzularına demokrasi kılıfı biçen bir tutarsızlık olduğunu hatırlayarak bu tartışmayı yürütmek gerekir. Örneğin CHP’yi 28 Şubat’la özdeşleştirip vesayet odağı olarak gösterirken, 28 Şubat sürecinden ölümüne kadar olan süre içinde Refah Partisiz bir koalisyon için liderlerin kapısını aşındıran Türkeş’in MHP’sini kendi iktidarının sürekliliğine hizmet edecek şekilde yanında konumlandığı anda “medeniyet”e dahil ve doğası gereği demokrat kategorisine eklemlendirebiliyor bu iktidar. Ya da 6 Haziran 2015’te “Kürt sorunu çözülmelidir” diyenin makul, koalisyon tablosunun kesinleştiği 8 Haziran 2015’te “Kürt sorunu çözülmelidir” diyenin terörist olduğu bir ortam yaratabiliyor bu iktidar. Benzer şekilde, yıllardır derdinin bitmediği İsmet İnönü’nün bir torununa (Hayri İnönü) parti kurucu üyeliği, diğer torununa da (Gülsün Bilgehan) laiklik kaygısı yüksek bir bölge olan Çankaya’da belediye başkan adaylığı teklif edebilecek kadar esneklik gösterebiliyor bu iktidar. Dolayısıyla bu iktidar için mevzubahis mevzi kazanmak, iktidarını güçlendirmek ve iktidarda kalabilmekse her şey hak ve her şey araçsaldır.
Ulusalcılık çağında Kürt sorununa karşı neredeyse her partinin kendisini güvenlikçi perspektife teslim ettiği bir dönemde, bu perspektife meydan okuyan ve başka bir çözüm yolunun mümkün olduğunu söyleyen bu iktidar, çözüm odaklı tek aktörün kendisi olduğunu, dolayısıyla “kandan beslenmeyen” herkesin kendisinin yanında olması gerektiğini savunarak, çözümden yana olan, ancak metodunun kurumsallaşmadan uzak ve kişi odaklı ilerlemesinden kaynaklı olarak itiraz edenler de dahil herkesi adeta “vampir” ilan etmiştir bu iktidar. Çözümü de bu şekilde araçsallaştırarak, “iyi-kötü, en azından güvenlikçi perspektiften iyi” biçiminde bir rıza üreterek, toplumda ilericilik iddiasındakilerin bir bölümünün de desteğini alarak hukuksuz yargılamalarla güvenlik kurumlarını da aynı dönemde yeniden dizayn etme şansı yaratmıştır bu iktidar. Dün Türkiye’de bir Kürt sorunu değil, terör sorunu olduğunu söyleyenlere karşı ülkeyi adeta “vampir istilası” altında gösterirken, bugün yeniden dizayn ettiği kurumlar aracılığıyla aynı güvenlikçi yaklaşım ve tehdit algıları üzerinden rıza üretebilecek kadar esnektir bu iktidar.
Kurucu bir iktidar olmak, kurumlara, ilkelere ve kanunlara riayet etmeyi gerektirir. Mesela Meşrutiyet, özellikle de Cumhuriyet dönemi bu kanunlaşma ve kurumsallaşma sürecini simultane olarak işletmek için büyük bir çaba harcamış ve bir kurumsal kültür yaratmıştır. Ancak dün yaptığını bugün bozan, iktidarının sürekliliği için her şeyi araçsal gören bir iktidarın yönetimi altında bu kurumsallaşma ve kanunlaşma büyük bir sekteye uğramış ve tıpkı iktisadi kaynaklar gibi hukuk da parti aidiyetine göre dağıtılır bir hâl almıştır. Dolayısıyla bu iktidarın defalarca yazdığı yeniden kuruluş ve diriliş hikayesi de benzer bir araçsallaştırmanın ürünüdür ve en az kapsayıcılığı kadar dışlayıcılığı, idealist ilkeleri yerine pür pragmatizmi olan bir iktidar döneminde kurucu bir kurumsal kültür ve hukuka saygı beklemek en hafif tabiriyle gereksiz iyimserliktir. İktidarda kalmak için her şeyi araçsal gören bir iktidar döneminde düzenin anomalisi de kaçınılmazdır.
Onur Alp Yılmaz – Akademisyen