Demokrasi ve SolDış Politika ve EnternasyonalizmDünyaGündemLaiklikPolitika

Terörizm Gölgesinde Bir Laiklik Tartışması: Ayrılıkçılık Karşıtı Yasa Tasarısı – Rona Şenol

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un 2020 Ekim’inde Yvelines’te yaptığı İslamcı ayrılıkçılık ve İslam’ın yeniden yapılandırılması üzerine konuşması mevcut Fransız hükumetinin laiklik yasalarında bir reforma gidebileceğine dair ilk güçlü sinyal olmuştu. Bu konuşma o dönem Türkiye’den ve İslam dünyasından pek çok tepki çekmiş olsa da bugün Fransız Parlamentosunun gündeminde olan “ayrılıkçılık karşıtı yasa tasarısı” (projet de loi contre le séparatisme) politik başlangıcını bu konuşmadan alıyor denilebilir. Özellikle Ocak 2015’teki Charlie Hebdo saldırısı, sonrasında 13 Kasım Paris saldırıları ve son olarak Samuel Paty cinayeti ile radikal İslamcı terör karşısında toplumsal hassasiyetin giderek yükseldiği Fransa’da bu yasa tasarısı bir yandan laiklik ve dini özgürlükler eksenli yoğun bir tartışmayı bir yandan da Fransız solu içindeki İslamcı-solculuk konseptini tekrar gündeme getiriyor. Bu tartışmalar Fransa’da 2022 cumhurbaşkanlığı seçimlerine giden süreç için de son derece kritik. Dahası İslam dünyası ile Fransa’nın kuracağı ilişki açısından da bu yasa tasarısı sembolik öneme sahip. Tasarı henüz yasalaşmamasına rağmen TRT World, The Independent, Al Jazeera hatta Sputnik gibi medya kuruluşlarının bu konuya gösterdiği yoğun ilginin bir sebebi de bu olabilir.

Fransa’da türban ve peçe ile örtünme konusunda halihazırda yürürlükte olan kanunlar mevcut. Bu kanunların başlıcaları 2004’te Chirac ve 2010’da Sarkozy döneminde parlamentonun onayı ile yasalaştılar. Yasalardan ilki, özetle, ilkokul ve lise düzeyindeki devlet okullarında her türlü dini sembol içeren kıyafet, takı ve örtülerin kullanımını yasaklıyor. 2010’da çıkarılan yasa ise kişilerin kamusal alanda yüzlerini kapatacak şekilde örtünmelerinin önüne geçiyor. Yasalarda Cumhuriyet’in hassas bir değeri olan laikliği korumak için ‘nötr kamusal alan’ yaratma düşüncesiyle çeşitli başka düzenlemeler de mevcut. Fakat bu düzenlemeler hiçbir zaman kamusal alanların hepsinde türbanı yasaklayacak kadar geniş tutulmamıştı. Zaten mevcut yasaların uygulanması bile başlı başına yasama süreci kadar tartışmalı ilerledi. Okul gezilerinde öğretmene yardımcı olan ya da okula çocuğunu almaya gelen velilerin türban kullanması 2004’te çıkarılan yasaya uygunluğu açısından hala tartışılıyor. Yasa, bu gibi sorunlardan dolayı daha sonra AİHM’e kadar götürüldüyse de mahkeme Fransa’nın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini ihlal etmediğine karar verdi. Bu yasanın uygulanmasında görülen bazı vakalar hala yasanın doğru yorumlanıp yorumlanamadığında dair tartışmaları sürdürse de ne peçe ile örtünme ne de kamu ilkokul ve liselerinde türban yasaklaması bugün gündemde olan yasa tasarısının konusu değil.

Fransa’da iki şekilde yasa yapılıyor: İlki hükumetin parlamentoya sunduğu yasa tasarısı, ikincisi ise parlamentodaki vekillerin hazırladıkları yasa teklifi. Her iki süreçte de iki kanatlı Fransız Parlamentosu yasayı önce Ulusal Meclis’te sonra Senato’da görüşüyor. Bu süreçte Senato tarafından gerekli görülen değişiklikler olursa yasanın değiştirilmiş hali diğer kanada tekrar gönderiliyor. Eğer bunun sonucunda bir uzlaşı sağlanamazsa hükumet, parlamentonun her iki kanadından 7’şer temsilcinin çağrıldığı bir karma komisyon (comission mixte paritaire) oluşturuyor ve bu komisyonda uzlaşı aranıyor. Eğer bu komisyonda da uzlaşı sağlanamazsa ve ilgili yasa anayasal bir düzenleme değilse alt kanat olan Ulusal Meclis son kararı verebiliyor fakat yine de bu az rastlanılan bir durum. Genellikle karma komisyonda uzlaşı sağlanıyor ya da hükumet yasa tasarısını geri çekiyor. Söz konusu ayrılıkçılık karşıtı yasa tasarısı, hükumetin ilk sunduğu haliyle, dernek-vakıf gibi organizasyonların tümüne kamu yardımları alabilmeleri için Cumhuriyet’e ve onun prensiplerine tam bağlılıklarını ve saygılarını tescil eden bir metne imzacı olmaları şartı koyuyor ve bu organizasyonların gerekli görüldüğünde çalışmalarının durdurulması ve dağıtılmasını kolaylaştırıyor; bekaretin doğrulanması ile ilgili her türlü belgeyi yasaklıyor ve bekaretin kişinin rızası dahilinde dahi olsa sorgulanmasını yasaklıyor; kadınların zorla evlendirilmesine karşı önlemleri genişletiyor; 3 yaşından büyük çocukların tıbbi sebepler dışında evde eğitim görmesini yasaklıyor, eğitimin okullarda sürdürülmesini zorunlu kılıyor ve son olarak Samuel Paty cinayetinde etkisi olduğu düşünülen sosyal medyada başkalarının hayatını riske atacak şekilde özel hayatla ilgili bilgilerin yayılması durumunu yasaklıyor. 

Yasa ilk olarak Ulusal Meclis’e hükumet adına içişleri bakanı ve eğitim bakanı tarafından sunuldu ve sıklıkla rastlandığı üzere -alt kanattaki çoğunluk genelde hükumeti destekleyen partiden olduğu için- vekillerin çoğunun desteğini alarak onaylandı. Yasa alt mecliste tartışılırken özellikle cumhuriyetçi vekiller (LR) tarafından türbanın tüm kamusal alanlarda yasaklanmaması sert şekilde eleştirildi. Cumhuriyetçi vekiller içişleri bakanına cesur davranması ve türbanı tamamen yasaklaması konusunda ısrar ederken bu önerileri hem iktidardaki merkezci LREM (Cumhuriyetçi Yürüyüş) partisinin çoğu hem de sol gruplar tarafından şiddetle eleştirildi ve reddedildi. Öte yandan LR vekilleri (cumhuriyetçiler) evde eğitimin yasaklanmasına da karşı çıktılar. Eğitim bakanı, “Hükumeti sürekli radikal İslam’la yeterince mücadele etmemekle eleştirip evde eğitim adı altında radikal öğretilerin merdiven altı şekilde devam etmesine nasıl göz yumabilirsiniz?” beyanıyla ilgili maddeyi savunmaya devam etti. Madde LR’nin ısrarlı muhalefeti sonucu ‘çocuğun kendi çıkarları gerektirmediği sürece’ şartının eklenmesiyle yumuşatılabildi. Cumhuriyetçi grubun, hükumeti ve LREM’yi tam olarak ikna edebildiği tek düzenleme ise polis ve jandarmaların işe alımlarında Cumhuriyet’in değerlerine bağlılık yemini etmesini içeren bir düzenleme oldu. Muhalefetin solundansa bilgilerin yayılmasını suç ilan eden maddeye yönelik eleştiriler bunun bir sansür aracı olarak kullanılabileceği düşüncesiyle yükseltildi. 

Tasarının oylanması özellikle 2022 Cumhurbaşkanlığı seçimlerine gidilirken Ulusal Meclisteki her parti için zorlu bir ideolojik sınav niteliğinde oldu. Aşırı sağcı RN (Ulusal Birlik) seçmen gözünde bir tutarsızlığa sebep olabileceği endişesiyle ayrılıkçı radikal İslam’ı doğrudan kısıtlayan bir yasaya ret oyu vermekten kaçınmayı seçti ve yasayı sadece yetersizlikle eleştirdi. Soldaki kafa karışıklığı da aynı şekilde görünürdü: Sosyalist Parti (PS), Boyun Eğmeyen Fransa (FI), ve komünist vekiller (PCF) evde eğitimin yerine okulda eğitimin zorunlu hale getirilmesine prensipte destek verip medya ile ilgili maddeye karşı çıktılar. Yeşillerle birlikte çeşitli sosyalist vekillerse evde eğitimin tamamen yasaklanmasına karşı çıkarken LR ve LREM’yi de laikliği din nefreti ve İslamofobiyle karıştırmakla suçladılar. İlginç olansa LR vekilleri de iktidardaki LREM’yi bir yandan münferit birkaç sorun yüzünden evde eğitim özgürlüğünü ‘paranoyakça’ kısıtlamakla diğer yandan da türbanın kamusal alanda kullanımını tamamen yasaklamamakla eleştiriyordu. Sonuç olarak tasarı son haline getirildikten sonra LREM çoğunluğu tarafından onaylanıp Senato’ya yollandı. 

Senato’da ise sağ eğilimli cumhuriyetçi çoğunluk sosyalistlerin ve ekolojistlerin muhalefetine rağmen yasa üstünde istediği değişiklikleri yapabildi. Çocukların kamusal alanlarda dini giyimini yasaklayan ve havuzlarda tesettür mayosunun yasaklanabilirliğini yasal hale getiren düzenlemeyi geçirdiler. Alt mecliste karşı çıktıkları evde eğitimi yasaklayan madde de aynı şekilde çoğunlukları sayesinde reddedildi. Tasarı bu yeni haliyle Ulusal Meclis’e geri gönderilecek ve uzlaşma sağlanamazsa karma komisyonda tartışmalar devam edecek. 

Toplumda gittikçe yükselen laik hassasiyetler ve ideolojik İslam karşıtlığına rağmen Macron ve partisi LREM, başkanlık yarışında ikinci turda mümkün olduğunca geniş gruplardan destek görme zorunluluğuyla da karşı karşıya. Bu onu ve hükumetini “türbanı yasaklayan başkan” olmamak için tasarının son derece katılaştırılmış bu haliyle yasalaşmasını engellemeye -yüksek ihtimalle itecektir. LR ise gittikçe sağcılaştığına inandığı Fransız seçmeninde karşılık bulacağı umuduyla eriyen oylarını geri toplamak için özellikle senatoryal çoğunluğunu süreç boyunca aşırı sağcı RN’yi aratmayacak şekilde bir gövde gösterisi olarak kullandı. Marine Le Pen ve öncülüğündeki RN ise aynısını yapabilecek sayısal varlığı olmadığından ve tutarlılık endişeleriyle bir çeşit ‘yetmez ama evet’ ile çekimserlik tavrı arasında bocaladı denilebilir. Diğer yandan Fransa solu, bu tasarı sürecinde yerel yönetimlerdeki tavırları (Yeşiller yönetimindeki Strasburg Belediyesinin bir Türk camisini sübvanse etmesi vs.) ve cumhurbaşkanlığı seçimi için solun birleşmesi planları bağlamında kapsayıcılık-laiklik tartışmalarıyla karşı karşıya. Sağdan gelen İslamcı-solculuk (İslamogauchisme) eleştirileri de bu bocalamayı tetikliyor. Fransa solu laiklik anlatısını sağcıların yaptığının aksine çoğulcu bir dille harmanlayarak oluşturamazsa erimeye devam edebilir.

Görüldüğü üzere anayasal anlamda örnek aldığımız Fransa’da dahi laiklik konusu hala en çetrefilli ve tarafları net tavır almakta zorlayan konuların başında geliyor. Dinin günlük yaşamda özgürce pratik edilmesi hakkı ve nötr bir kamusal alan yaratma çabası laiklik konsepti içinde sürtüştürülebiliyor. Fransa’daki kimi dindar Müslümanların şer’i kuralları Fransız yasasının üstünde gördüğü bir gerçek. Sağcı politikacılar bu gerçeği çeşitli terör saldırılarıyla ilintilendirerek bir neden sonuç ilgisi kurmayı çoğunlukla başardı. Özellikle Samuel Paty cinayeti bu argümana büyük bir dayanak oluşturuyor. Sosyalistler ve ekolojistler eğer yasakçı güvenlik politikalarına alternatif bir seküler, çoğulcu karşılıklı güven politikası oluşturamazlarsa yasa tasarısının bu haliyle bugün değilse bile daha ileride bir tarihte geçmesi de Marine Le Pen başkanlığını görmemiz de imkânsız değil. 

Solun toplumsal terör travmalarını anormalleştirmek için -geçmişte de kullandıkları- kamusal iyileşme ve normalin yeniden inşası süreçlerine başvurması elzem. Bu yüzleşme ve korkuyu aşma yönteminin yakın zamandaki belki de en iyi örneği Christchurch cami saldırısı sonrasında Yeni Zelanda’nın Müslüman topluklarla gösterdiği dayanışma ve Başbakan Ardern’in bu saldırıların ‘anormalde’ tutulması sürecinde oynadığı rol olarak gösterilebilir. Terörün yarattığı korkuyu yenmede sonu gelmez silah politikaları çıkmazındansa sokaklarda şenliğin ve farklılıkların dayanışmasının gücü tedavi sağlayabilir. Parislilerin Charlie Hebdo saldırısı sonrası “Je suis en terasse” (terastayım) sloganıyla birlikte korkmadan tekrar sokağa çıkmaları ve ‘ışıkların şehrini korkunun karanlığına teslim etmeme’ kampanyaları da tam olarak bu tavrın ortaya koyuluşuna bir örnekti. Bu ve benzeri tavırlarla vaktinde verilen doğru cevaplar toplumsal hafızalarda bu travmaların güvenlikçi ve histerik yeni bir normal yaratmasına engel olabilir. 

Farklı kimliklerin, gruplarını temsilen de olsa bir arada aynı ülkede yaşamayı istemeye devam ettiğini gösterir dayanışmalar sergilemesi yaşanan saldırıların istisna, münferit olarak kalmasına yardım ederek eski normale hafızalarda bir utanç, yas ve iğrenme anısı bırakarak da olsa dönüşü sağlar. Böylece terörün asıl amacı olan korku hali yenilmiş olur. Şayet bu yapılamazsa otoriterliğin yaratacağı keyfiyet alanına iştah duyabilecek her hükumet gibi Fransa hükumeti de yeni, histerik ve kimsenin kimseye güvenemediği ‘güven-lik’ normallerini pekiştirecektir. Bu gücü elinde tutabilen ve histeriyi ‘normal’ hale getiren bir iktidar laiklik ve din özgürlüğünü de sağlıklı yorumlamaktan uzak olacaktır.

Avrupa’da -ve belki de benzeri saldırıları 2015-2016 sürecinde yaşamış Türkiye’de- solun terör tehlikesi dönemlerinde sağın karşısında erimemek için yukarıda anılan yönetim modelleri üstünde daha çok durması şart gibi görünüyor.


Rona Şenol – Koç Üniversitesi İktisat Lisans Öğrencisi

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu