Ekonomi ve KamuculukEmek, Dijitalleşme ve GelecekİVME BlogPolitikaToplum ve SiyasetToplumsal Adalet

KYK Borçları Neden ve Nasıl Affedilmeli? – Murat Kubilay

Gündemde zaman zaman yer alan konular arasında Kredi ve Yurtlar Kurumu’nun (KYK) vermiş olduğu öğrenim kredilerinin ödenememesi bulunuyor. Yapılan değerlendirmeler kredileri alan kişilerin yaş grubu ve bu krediyi ödemiş olup olmaması gibi öznel etkenlerden ayrılamıyor. Dolayısıyla bu konunun ilkesel, hukuki ve tarihsel açıdan incelenmesi ve nihayetinde sosyal adalet etkisi, kamu mali imkânları ve demografik sonuçları itibarıyla kararlaştırılması gerekiyor. Yazdıklarımın herhangi bir şahsi çıkar gütmediğini netleştirmek için, uzun yıllar önce KYK kredisi (hem harç hem de öğrenim kredisi) aldığımı ve tamamını kendi gelirimle mezuniyet sonrasında ödeyerek yıllar önce kapadığımı belirtmek istiyorum.

İlk olarak KYK kredilerinin neden yaygınlaştığına değinelim. Geçmiş dönemlerde bu krediler okul ücretleri ve yaşam giderleri için verilirken, 2012-13 öğretim yılı sonrasında devlet üniversitelerinde öğrenim ücretinin kaldırılmasıyla kapsamı daraldı. Özel üniversitelerde okuyanların pek rağbet etmediğini ve açıköğretim fakültesinde okuyanlara bu kredinin verilmediğini belirtelim. Diğer taraftan normal öğrenim süresini aşan ve 2. öğretimde yer alan öğrencilerin hala okul ücreti ödediklerini ekleyelim. Son dönemde üniversite sayı ve kontenjanının artması ile açılan üniversitelerin birçoğunun öğrencilerin aileleriyle ikamet ettikleri şehirden uzak olması KYK kredisine talebin artmasının temel nedenleri. Yani daha çok öğrenci var ve öğrenim hayatı aileden uzakta, haliyle masrafların daha fazla olduğu bir yerde sürdürülüyor. MEB istatistiklerine göre 2005-06 öğretim yılında 569 bin öğrenci bu krediyi alırken, 2019-20 öğretim yılında bu sayı 1 milyon 139 bin. Bu sayılara yurt dışı için verilen burslar dahil değil. Fakat az sayıdaki yüksek lisans ve doktora bursları dahil. 2005-06 döneminde lisans öğrencilerine aylık 130 TL verilirken, 2019-20 döneminde bu miktar aylık 550 TL oldu. Yüksek lisansta 2 kat, doktora da ise 3 kat kredi tahsis ediliyor. Borçların toplam hacmine ilişkin resmi bir veri yok.

Peki, KYK kredileri neden son dönemde ödenemiyor? Çünkü 15-34 yaş arası üniversiteli işsizliği uzun süredir %20 düzeyinde. Gelir elde edemeyenlerin tasarruf edip borç geri ödemeleri mümkün olmadığı gibi düşük gelir kazananlar için de benzer bir durum söz konusu. Üniversitelilerin ilk işlerinde hizmet sektöründe alanları dışında asgari ücret karşılığı çalışmaları yaygın; kendi alanlarında ise iş öğretme mazeretiyle yasadışı olsa dahi bu ücretin altında çalıştırılabiliyorlar. Daha kurumsal firmalarda veya gözde mesleklerde ise görece makul ücretler mevcut. Ancak terfilerin gecikmesi ve terfilere bağlı maaş zamlarının önemsiz hale gelmesi bu grubun da ödeme yapmasını zorlaştırıyor.

KYK borçlarının vaktinde ödenmesi halinde kredi faizi üretici fiyat endeksi (ÜFE) oranında. Son açıklanan ÜFE %35,17. Bu oran yıldan yıla değişiyor. ÜFE’de döviz kuru etkisi belirgin olduğu için tüketici enflasyonuna göre daha fazla dalgalanma mevcut. Misal döviz kuru atağı sonucunda Eylül 2018’de ÜFE %46,15’e çıkmıştı. Diğer taraftan Ekim 2019’da %1,70’e kadar düşmüştü. Son 3 yıldaki toplam ÜFE artışı ise %87,67. Bu oran asgari ücretli, devlet memuru ve emekli maaş zamlarının üzerinde. Ödenemeyen KYK borçlarının gecikme faizine tabi olduğunu unutmamak gerek. Olağan dönem faizi ÜFE oranında; gecikme faizi ise aylık %1,40 ki bu oran yıllık %18,16’ya tekabül ediyor. Olağan dönem faizi ödemelerin başlayacağı zamanki toplam borç miktarının hesaplanması için kullanılıyor. Gecikme faizi ise vadesi gelip ödememeye başlandığında işliyor. İşsizlik kadar işsizliğin süresi de önemli çünkü uzadıkça gecikme faizinin yükü birikiyor. Düzenli bir iş, yeterli bir ücret yoksa borç yükü kendiliğinden artıyor. Ödenemeyen krediler Hazine ve Maliye Bakanlığı’na aktarılarak e-haciz uygulanıyor.

Artan üniversiteli sayısı, yüksek genç işsizlik, uzayan iş arama süresi, düşük ücretler, yüksek faizler sorunun daha önce görülmemiş boyuta ulaşmasının sebepleri. Bu derece genç işsizliğin Cumhuriyet tarihinde yaşanmadığını ve üniversite öğrenimindeki yaygınlığın son dönemde zirveye çıktığını vurgulamak gerek. Uzun yıllar önce bu krediyi alanların iş hayatlarının ilk yıllarında zorlansalar da borçlarını ödeyebilmeleriyle mevcut durumu karıştırmamak gerek.

Peki, KYK kredi borçları neden ödenmemeli? İlk neden eğitimin ve ona bağlı giderlerin kamu malı veya özel mal olup olmaması ile ilgili. Kamu malı; bir mal ve hizmetin bir kişiyle tüketilmemesi ve bir kişinin kullanımıyla diğer kişilerin dışarıda kalmaması anlamına geliyor. Milli savunma en tipik örnektir. Özel mallarda ise kişinin kullanımıyla tüketilir ve bir başkası kullanamaz. Eğitimin ilk bakışta sonuçları şahsidir, ancak eğitimden yoksun bir toplumun yaratacağı eksik demokrasi ve refah kaybı olumsuz toplumcu sonuçlar yaratır. Bu nedenle birçok ülkede okul öncesi, ilk ve orta öğretim yarı-kamusal mal olarak sınıflandırılarak devlet tarafından sağlanır. Eğitime ek beslenme, ulaşım, kitap ve kırtasiye gibi giderler de karşılanır.

Yükseköğretimde ise meslek kazandırma ve genel bilgi dağarcığını artırma söz konusudur. Haliyle özel fayda daha baskındır. Ancak tüm bu sınıflandırmalar gelişmiş ülkeler standartlarına uygundur ve ülke içinde gelir adaletsizliğini göz ardı eder. Çünkü bu ülkelerde ilk ve orta düzeyde asgari mesleki beceri düzeyi sağlanır; bir kişi ortalama bir iş bularak insanca yaşama imkânına sahip olur. Eğer bu ülke gelir adaletinin yüksek olduğu bir ülkeyse yükseköğretime erişimde fırsat eşitsizliği de pek olmaz. Fakat Türkiye’de eğitimin kalitesi hayli düşüktür; ötesi lise eğitimi meslek kazandırmaz ve iş bulunsa dahi kazanılan ücretle inşaca bir hayat yaşanmaz. Dahası coğrafi bölgeye, cinsiyete, gelir durumuna ve aile eğitim düzeyine bağlı yükseköğretime erişim adaletsizlikleri çok yaygındır. Dolayısıyla yükseköğretim ve ona ilişkin teçhizat, kırtasiye, barınma, ulaşım ve beslenme gibi ek giderler en azından yarı kamusal mal içerisinde sınıflandırılmalıdır. Devletin üstleneceği desteklerin sınırını sosyal devlet üzerine olan ideolojik tercihler ve kamu maliyesinin imkânları belirler.

Devletin ekonomideki rolü üzerine yukarıdaki gerekçelerin karşıtı bireylerin kendi tercihleri doğrultusunda imzalamış olduğu KYK borç sözleşmeleridir. Nihayetinde kimseye zorla kredi verilmemiş ve borçlanma özgür iradeyle gerçekleşmiştir. Sözleşmelerde esas her iki tarafın verdiği taahhütleri vaktinde tam olarak yerine getirmesidir. Bu doğrultuda KYK öğrencinin hesabına kredileri aktarmış ve karşılığında geri ödeme beklemektedir. Fakat sözleşmeye imza atan öğrenciler okuyacakları bölümün ileride yaratacağı ortalama gelirden ve ekonominin genel gidişatından bihaberdir; ancak erişkin oldukları için konu hakkında tam bilgi sahibi oldukları varsayılır. Bu varsayımın ne derece hatalı olduğu aşikârdır. Devlet; ülkenin ve dünyanın ihtiyacı olduğu alanlara yükseköğretim planlaması çerçevesinde öncelik vermeyerek, ister doğrudan devlet üniversitelerinde isterse dolaylı olarak yetkilendirip denetlediği özel üniversiteler vasıtasıyla eğitimde niteliği sağlayamayarak ve yerinde makroekonomi politikaları ile istihdamın önü açamadığı gibi faiz oranlarının yükselmesine mani olamayarak asıl kusurlu taraftır. Son dönemde mezun olan birçok gencin ailesinin ilk üniversite mezunu olduğu düşünülürse bölüm ve üniversite tercihlerini verimli bir şekilde yapmaları kolay değildir. Bu eksikliği tamamlamakla sorumlu devletin görevini yapmaması ve makroekonomik görünümün bozulmasının esas sorumlusu olması nedeniyle; oluşan borçlanmalarda hukuken gençler ve aileleri sorumlu olsa da asıl kabahat devletindir.

KYK kredilerinin affı için kullanılan en yaygın gerekçe devletin işverenlere sunduğu vergi afları. Vergi uyuşmazlıkları halinde yapılan müzakereler sonucunda en büyük şirketlerin bir kısmının vergi cezalarının tümden silindiği biliniyor. Son 20 yılda 10 kez vergi borcu ve SGK primi gibi kamu alacaklarına ilişkin af çıkarıldı; yani aflar olağan hale geldi. Ancak bu gerekçeler ilkesel değil, bozuk bir düzende o düzenin kuralları neticesinde bir hak arama çabası. Örneğin kırmızı ışıkta geçen bir şoför, öndeki araç da aynı hatayı yaptıysa bunu emsal gösterip cezadan affını isteyemez. Dolayısıyla ilk bakışta makul olan bu gerekçe hukuki dayanaktan yoksun. Ancak özel sektöre sağlanan doğrudan devlet destekleri de var. Örneğin, 2021 yılı bütçe kanununa göre işveren SGK primleri için 27,7 milyar TL, tarımsal kredi faizleri için 5,5 milyar TL, hazine destekli kefaletler için 5,5 milyar TL, ihracat destekleri için 4,1 milyar TL ve esnafın finansmana erişimi için 3,8 milyar TL devlet desteği verilmesi planlandı.

Sıra geldi geçmiş dönemlerdeki uygulamalara. Türkiye’de 1962’den beri öğrenim kredisi veriliyor. Benzer sorunlar 1990’lı yıllarda da yaşandı, hatta toptan eşya fiyatlarının gösterge olarak kullanmasıyla faiz yükü de sorun teşkil etti. Bununla birlikte üniversite mezunu olmak o dönemde neredeyse iş garantisi sağlamaktaydı. Üstelik mezunların ücret düzeyi genel ücretler seviyesine kıyasla yüksekti ve mesleki alanında iş bulmak daha kolaydı. Asgari ücretin altında ve sigortasız çalıştırılma mavi yaka için yaygındı. Yine de ekonomik görünümdeki bozulmalar kredi ödemelerini zorlaştırıyordu. O dönemin bir diğer farkı kredi faizlerindeki indirimlerin reel anlamda anaparayı düşürmesiydi. Yani yüksek enflasyon ortamında gecikme faizleri kısmen silindiğinde anaparada hukuken olmasa da fiilen indirilmiş oluyordu.

En sıkıntılı ülkelerden ABD’ye değinerek uluslararası kıyaslamalar da yapalım. Öğrenim kredileri yalnızca Türkiye’de değil diğer ülkelerde sorun olabiliyor. Okul ücretlerinin yüksekliğinden ötürü ABD’de toplam borç miktarı 1,7 trilyon doları (Türkiye GSYH’sinin 2 katı) aştı. Fakat ABD’deki durumla Türkiye’de yaşananlar benzer değil. ABD’de krediler çoğunlukla okul ücretleri için harcanıyor; buna karşılık işsizlik oranları düşük, ücretler görece makul ve faiz oranları kıyaslanamayacak ölçüde aşağıda. Dolayısıyla bu ve benzer ülkelerdeki sorunun temeli okul ücretleri. Türkiye’de ise yüksek işsizlik ve faizler ile düşük ücretler ana sıkıntılar. Haliyle ABD’de borçların genel bir yapılandırılmaya gidilmesi için dönemsel bir neden yok. Sorun eğitim ücretlerinde ve bu doğrultuda gittikçe artan haklı talepler var.

Buraya kadar olan kısmı özetleyelim; KYK kredileri büyük ölçüde ödenemez durumda. Refah düzeyi düşük ve sosyal adaleti zayıf bir ülke olarak yükseköğretimin en azından yarı-kamusal mal şeklinde değerlendirilmesi; bu doğrultuda kredi borçlarında kısmen ya da tamamen silinmeye gidilmesi gerekiyor. Yapılan yazılı sözleşme sahibini bağlasa da eğitim düzeyindeki düşüklük, yetersiz insan kaynakları ve öğretim planlaması, hedeflenen istihdam sayısına ulaşılamaması ve artan enflasyonla faizlerin yükselmesinin sorumlusu öğrenciler değil devlet. Tüm bu nedenlerden ötürü borçların anapara dahil yapılandırılmaya tabi tutulması gerekiyor.

Peki, yapılandırmanın sınırı ne olmalı? Türkiye’de yoksullaşma ve borçluluk gençlere özel değil. Bozuk gelir adaleti önce ekonomik kriz ve ardından pandemi ile iyice sıkıntılı hale geldi. Küçük işletmeler, çiftçiler ve esnaf hep zorda; haliyle her kesimin desteğe ihtiyacı var. KYK kredilerinin ne kadarının silinmesi gerektiği bu mağduriyetlerin düzeyi ve kalkınma için önceliklere bağlı. Çünkü kamu maliyesinin taşıyabileceği yükün bir üst sınırı var ve muhtaç hale gelmiş tek grup gençler değil. Dolayısıyla eğer borcun tamamının silinmesi mali imkânlar çerçevesinde mümkün değilse, nasıl bir orta nokta bulunması gerektiğini düşünmek gerekiyor.

Borcu 3 parça halinde düşünelim. İlk parça öğrenciye ödenen para, ikinci parça bu ödemeye ÜFE oranında faiz ile eklenen olağan faiz yükü ve son parça vaktinde ödenemediğinde karşılaşılan gecikme faizi. Borç yapılandırmaları üçüncü parça üzerinden kısmi feragat ve yeni ödeme takvimi şeklinde gerçekleştiriliyor. Fakat döviz kuru artışlarından ötürü ÜFE oranına dayalı faiz o kadar yüksek ki kredi borcu vaktinde ödenmek istense ve işsizlik yaşanmasa bile alınan para ile ödenecek olan arasındaki fark çok büyük oluyor. Dolayısıyla eğer kamu maliyesi borcun tümden silinmesine imkân vermiyor ve diğer sosyal yardımlara ve ekonomik teşviklere muhtaç gruplar engel oluyorsa; yine de önceki borç yapılandırmalardan ayrı olarak sadece gecikme faizi üzerinden hesaplama yapılmamalı. ÜFE’ye dayalı olağan faiz yükü de silinmeli. Böylece 1990’lı yıllardakine benzer borç yapılandırılmaları mümkün olacak. Bu durum borcun anaparasının hukuken silinmemesi, fakat fiili olarak düşürülmesi anlamına geliyor.

Yalnız 1990’lardan ayrı olarak iş arama süresinin uzun ve üniversitelilerin ortalama ücretlerinin düşük olduğunu da hesaba katmak gerekiyor. Yani borç miktarının ödenebilir düzeye çekilmesi kadar, ödeme gücü oluşturulana kadar beklenmesi de gerekiyor. Ödemeler işin bulunması halinde yapılmalı, artan iş güvencesizliği sonucu işten çıkarılmaya maruz kalındığında yeniden durdurulmalı. Böylece bir taraftan devlet anaparayı tahsil edilebilecek (satın alma gücü düşmüş anapara), diğer taraftan borçlu çalışması halinde ödeme yapacak. Hiç çalışmamanın az ihtimal de olsa suistimali veya sigortasız çalışmayla üstünün örtülmesi gibi durumlar halinde borç ödemelerin tamamlanması için üst zaman sınırı da konulabilir. Son olarak yeni mezun öğrencinin kendi geliriyle veya ailenin katkısıyla borcunu peşin ödemek istemesi halinde adaletin sağlanabilmesi için gecikme faizine ek olarak olağan faizde de indirim yine uygulanmalı. Tüm bu uygulamalarla hem öğrencilerin borç yükü azaltılmış olacak hem de devlet hazinesi büyük ihtimalle hiçbir zaman tahsil edemeyeceği gelirleri kazanacak.

Her borç yapılandırmasının asıl mağduru borcunu vaktinde ve tam olarak ödeyenlerdir. Haliyle ödeme yapanlar hukuken olmasa da fiilen zarara uğrarlar. Bu noktada ödemelerini tam yapanlara kısmi iade düşünülebilir. Bunun için bir katsayı belirlenmeli, en yakın zamanda ödeyenler önceki yıllarda ödeyenlere kıyasla kayırılmalıdır. Bunun amacı KYK kredilerinin ödenemez hale geldiği son dönemde borç silinmesinden en çok faydalanan kuşağın tam ödeyen akranlarıyla arasındaki dengenin sağlanmasıdır. Ancak bu iade dahi oluşan adaletsizliği örtmez. Bu nedenle dayanışma ruhu esas alınarak bu mağduriyetler görmezden gelinmelidir.

Kısacası KYK kredilerinin anaparasının kısmen veya tamamen silinerek yapılandırılması popülist bir tercih değildir. Türkiye’de yükseköğretim yarı-kamusal işleve sahiptir ve devletin kötü ekonomi yönetiminin bedelini genç nesil tek başına ödememelidir. Önemli bir kısmı belki de hiçbir zaman ödenemeyecek borçların kısmen ödenebilir hale getirilmesi hem kamu maliyesine katkı sağlar hem de genç neslin içinde bulunduğu umutsuzluktan çıkmasında fayda sağlar. Önceki nesillerin unutmaması gereken nokta, önümüzdeki dönemde emekli olacakların maaş ve ikramiyeleri bugünün gençlerinin sigortalı çalışması ve primlerini ödemesine bağlı olmasıdır. Borç yükü içerisinde ve beklediği eğitimi alamamış bir nesil yeni bir kalkınma hamlesine dahil olamaz ve toplumun refahına katkı koyamaz. Türkiye nüfusunun gittikçe yaşlandığını ve muasır medeniyetlere giden yolda mevcut kuşağın son şans olduğunu unutmamak gerek. Bununla birlikte hatalı insan kaynağı planlaması, niteliksiz eğitim ve kötü makro iktisadi performansın yükü ilelebet borç silme veya yapılandırmaları ile çözülemez. Dolayısıyla borç silmeyi içeren bir yapılandırmayla birlikte eğitim sistemi ve iktisadi modelinin ana problemlerini kalıcı bir şekilde çözmek bir mecburiyettir.


Dr. M.Murat Kubilay – Ekonomist

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu