Demokrasi ve SolEkoloji ve İklimGündemPolitikaToplum ve SiyasetToplumsal Adalet

Siyasi Müsilaj: Kirli Siyaset, Kirli Denizler – Kemal Büyükyüksel

Marmara Denizi’mizi pis bir tabaka kaplamış halde. Yılların umursamazlığı ve denetimsizliği bir hayli görünür bir faciaya yol açtı, müsilaj. Tüm ülkede yankı uyandıran bu facianın ne ifade ettiğini ve nedenlerini konuşur olduk. Tabii tam bu sıralarda bir başka doğa faciası yaratma riski taşıyan Kanal İstanbul projesinin yapımına da iktidar tarafından tekrar tekrar yeşil ışık yakılıyor. Bir tarafta gerçekleşmeyi bekleyen potansiyel bir doğa faciası, diğer yanda ise gerçekleşmiş bir doğa faciası var Marmara bölgemizde. Ve aynı anda da iktidarın pislikle kaplanmış ve nefes alamayan Marmara Denizi’ne dikkatini vermeyip odağını aynı günlerde aynı coğrafyada inşa etmek istediği Kanal İstanbul’a çeviriyor olması da aslında bu pisliğin sorumlusunun kimler olabileceği hakkında net bir işaret.

Bugün görünür hale gelen bu pislik uzun zamandır süregelen bir yönetim anlayışının da ürünü. Rant ve talana odaklandığı için uyarıları göz ardı eden bir iktidarın politikalarının sonuçları. Bu kirli tabaka sadece fiziksel olarak değil sembolik düzeyde de birçok şeyi anlatıyor aslında. Hastalıklar gelişirken illaki görünür olmazlar. Kanserin tespit edilmesi ve gözle görünür hale gelmesi çok uzun zaman alabilir. Bir iltihap da cerahatini akıtana kadar varlığını dışarıdan belli etmeyebilir. Bugün denizlerimizde gördüğümüz bu müsilajın neredeyse tıpatıp bir cerahat renginde olması ise kaderin bir cilvesi olsa gerek. Maalesef bir sorun bazen ne kadar konuşulsa da anlatılmaya çalışılsa da nafiledir. Ancak görünür hale geldiği zaman inkâr da edilemeyecek hale gelir. Yıllardır süregelen, birçok insanın ısrarla işaret ettiği bir iltihaplanmayı ancak cerahatini müsilaj olarak denizlere akıtınca birden herkesin dikkati bu yöne çevrilebiliyor. Konu hakkındaki suskunluk sona eriyor. Ancak bu sadece çevre politikalarıyla alakalı da değil. Bu ülke uzun zamandır zehirleyici bir siyasetle iltihaplanmış halde. Bugün ise geldiğimiz noktada işte denizlere akan şey tam da bu siyasetin cerahatidir.

Deneyimlediğimiz şeyi bir çevre felaketi olarak tanımlıyoruz, evet. Ancak bunu bir felaket olarak tanımlıyorsak ve bu felaket sadece doğanın sebep olduğu bir şey değilse ve belli sorumluları varsa o zaman bu felaketin arkasında daha büyük bir “felaket” de yatıyordur. Felaketlere sebep olan bir yönetimin kendisinin bir “felaket” olarak nitelendirilmesi çok mu garip kaçar? Bugün, uzun zamandır bu kadar görünür olmamış bir felaketi yaşıyoruz. Ancak biz aslında bu felakete sebep olan “felaket” zihniyetinin altında her gün ve yıllardır yaşıyoruz. Belki her gün bir felaket yaşamıyoruz ancak sürekli olarak yeni bir felaketle karşılaşma riski altında yaşıyoruz. Ve her felaket bugünkü müsilaj kadar görünür olmadığından dolayı bu felaketler gerçekleşse bile suskunluk bozulmuyor, gerçeklik inkâr edilmeye devam edilebiliyor. Ekonomik, siyasi, toplumsal felaketler. Bunların hangisini yaşamadığımızı söyleyebiliriz şu anda? Bunu denizimizin üstünde bir pislik tabakası olarak gözle görülebilir biçimde deneyim etmediğimiz için daha mı az felaketler? İşsizlik, ekonomik buhran, siyasi kurumların işlevsizleşmesi, yolsuzluk, keyfi yönetim ve yargılamalar, adaletin kayboluşu, kutuplaşma ve kutuplaştırıcı bir siyaset dili ve daha birçok mesele. Bunlar denizin üstündeki tabakalar kadar görünür değiller, ama bir o kadar da gerçekler ve aynı zihniyetin ürünüler. Sadece parmakla işaret edebileceğimiz fiziksel bir alan kaplamıyorlar. Ve bu meseleler bugün Marmara Denizi’ndeki felaket gibi ülkemiz için de büyük tahribatlar yaratıyor. Ne yazık ki siyasetin yarattığı kir ülkeyi zehirlese ve felaketlere sürüklese de Marmara Denizi’nin üstündeki müsilaj gibi görünür değil. Ancak eninde sonunda su çatlağını bulur ve bu siyasi müsilaj da bir noktada yüzeye çıkar.

Yıllardır süregelen bir zihniyetin ve yönetim şeklinin sonucu olarak Marmara Denizi’nde cerahate benzer büyük bir kir tabakasının ortaya çıktığı bugünlerde bu zihniyetin beslediği bir başka cerahat de aynı anda patladı. Bu patlayan cerahat ise bir denizde yayılmaktansa sosyal medyada yayıldı. Nasıl ki Marmara Denizi’ndeki müsilaj yılların birikiminin bir anda aşırı boyutta görünür hale geldiği bir felaket ise, bugün hepimizin sosyal medyadan izlediği, devleti ve iktidarı tüm aşırılığıyla ortaya koyan ifşalar da yılların biriktirdiği tüm kirleri bir anda ortaya saçarak inkâr edilemez derecede görünür hale getiriyor. İki olay arasında direkt bir bağlantı yok belki fiziksel açıdan. Ancak sembolik düzeyde birbirine bu kadar benzeyen iki olayın aynı anda yaşanması da yine kaderin bir cilvesi olsa gerek. Ki, eğer bir bağ kurulacaksa çok da uzağa gitmeye gerek yok. İki olay da aynı iktidarın ve zihniyetin bir ürünü. Bu açıdan bakılacak olursa da Türkiye’deki doğa faciaları, katliamları ve talanı ile Sedat Peker’in ortaya çıkardığı skandalların ortak bir zihniyetten türemesi gayet anlaşılabilir. Sedat Peker’in anlattığı, iktidar içinde dönen kirli ilişkiler ve olaylar tam da bu doğayı talan eden yaklaşımı da anlatmıyor mu? Aslında, Peker’in ifşaları Türkiye’deki rant ve talan zihniyetinin hangi motivasyonlarla işlediğini daha da net ortaya koyuyor. Bugün Marmara Denizi’ndeki müsilajın oluşumunda bu kirli siyasetin rolünü de daha anlaşılır kılıyor. Kirli siyaset, kirli denizler. İşte bundan dolayı da aslında bu iki olayın bir arada gerçekleşmesi bir o kadar da anlamlı.

Bir sabah kalktık, Marmara Denizi’nin üstündeki müsilajı gördük. İşte o zaman bu pislik, bu kir inkâr edilemeyecek hale geldi. Kimse yüzünü artık kolay kolay başka bir yöne çeviremiyor. Kimse denizdeki o pis tabakayı görmezden gelemiyor. Kimse de kolay kolay bu konu hakkında suskun kalamıyor. Peki Sedat Peker’in ifşaları bundan gerçekten çok mu farklı? Bir sabah kalktık ve bu ifşaları dinledik. Bu ifşalar her yere patlamış bir iltihabın cerahati gibi aktı. Bu ifşalar siyasetteki kiri o kadar görünür kıldı ki artık inkâr edilemeyecek hale geldi. Kimse de kolay kolay görmezden gelemiyor. Bakanlar televizyona çıkıp kendini anlatmaya çalışıyor. Herkes açıklamalar yapmak için sıraya giriyor. Kimse suskun kalamıyor. Bu kadar görünür hale gelen, yüzeye fışkıran bu siyasi müsilajı artık herkes görüyor. Herkes bunu konuşuyor, kimse de göz ardı edemiyor. Yılların birikmişliği bir anda patlayıverdi ve gözle göremediğimiz için konuşulmayan her şey bir anda aşırı çıplaklaştı, görünür hale geldi. Ve artık her gün denizdeki müsilajı gördüğümüz gibi bu kirli siyaseti daha da net görüyoruz. Yıllarca bu cerahatten dolayı birçok kişi yakındı, herkese anlatmak için çabaladı. Dikkatleri bir noktaya kadar toplayabildi, iktidar zaten pek oralı olmadı. Ancak bir tripod ve bir kamera iktidarı ifşa edip tüm çıplaklığıyla denizdeki kir tabakası kadar görünür kıldı. Cerahat artık patladı.

Birbirine bu kadar benzeyen bu iki sorunun çözümü de benzer olacaktır. Kirlenmiş bir siyaset ve kirlenmiş denizlerimiz var. Denizler için ortaya konulan ilk adımda yapılması gereken en temel faaliyet nedir? Denizdeki kirin temizlenmesi ve bu müsilajın engellenmesi için doğru denetimlerin acilen yapılmaya başlanması. Kirli siyaset için ilk adımdaki yapılacaklar çok mu farklı? Siyasetteki kirliliğin temizlenmesi ve bu kirliliğin yeniden ortaya çıkmaması için sağlıklı denetim mekanizmalarının olduğu bir siyaset anlayışının inşa edilmesi gerekiyor. Sadece kurumsal yapıların düzgün çalıştığı ve üzerine düşen görevi yapabildiği bir sistemde hem siyasi hem de çevre denetiminin de daha kolay yapılması mümkün olacaktır. Temiz bir siyaset ve temiz denizler istiyoruz. Sorunun kaynağı ortak, sorunlar birbirine benzer, çözümü de bir o kadar benzer. Yeni bir siyaset anlayışına ihtiyacımız var. Temiz bir siyaset için kurumsal bir düzenin geri gelmesi gerekiyor. Görevini yapanların denetlenmesi gerekiyor. Bunun için de şeffaf bir siyaset anlayışı gerekiyor. Kurumlar ancak böyle düzgün işleyebilir. Bunun için de demokratik bir düzen kurmamız şart. Hem toplumun hem de denizlerimizin zehirlenmemesi için, gelecek nesillerin daha temiz ve daha ferah bir toplumda ve doğada yaşayabilmesi için yapılması gerekenler birbiriyle doğrudan bağlantılı. Temiz siyaset, temiz çevre. Kirli siyaset, kirli çevre. Bu talepleri dile getirecek olan da yine toplum olarak biziz. Sabah kalktığımızda görmek istediğimiz güzel denizlerimizin, nasıl bir siyaset istediğimizle güçlü bir bağı var. Denizlerimizi temiz görmek istiyorsak nasıl bir siyaset istediğimizi de sormamız gerekiyor. Seçim bizim.


Kemal Büyükyüksel – Doktor Adayı, Koç Üniversitesi, Siyaset Bilimi


İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu