Reklam Devletinin Çöküşü: CHP Boşlukları Değerlendirebilir mi? – Onur Tuğrul Karabıçak
Bu yazıda CHP özelinde muhalefet liderlerine söylem önerisinde bulunmak için öncelikle Türkiye’de sağ seçmende ve “ortadaki” seçmende oluşan düşünce kültürünü inceleyeceğim. Yazıda, Türkiye’nin bir rantiye devleti olduğunu, ancak tanımladığımız kadarıyla halkın bir reklam devletine oy verdiğini ve bu reklam devletinin inandırıcılığını kaybettiği için bir çöküş içinde olduğunu savunuyorum. Yine de bir reklam devletine gerçek bir devlet gibi davranılma kültürü oluşturulduğu için, anketlerin de onayladığı üzere, bu çöküş iktidardan kopan seçmenleri muhalefetin kazanacağı garantisini vermiyor. Nedenlerini “reklam devleti” tezini açarak ve bunun arka planını “Reklam Devleti” ve “Çerçeve” başlıklarında inceleyerek açıklayacağım. Daha sonra da “Yol Haritası” kısmında CHP için söylem önerisinde bulunacağım.
Reklam Devleti
Tartışmalar Türkiye’nin bir rantiye devleti mi yoksa turizm devleti mi olduğu üzerine sürerken Turizm Bakanlığı’nın skandal tanıtım filminden sonra kamuoyu Sedat Peker videoları ile sarsıldı. Bu sürecin ifşa ettiği şeylerden pek de popüler olmayanı, Türkiye’de insanların “Onlar konuşur, AK Parti yapar” diyerek verdiği oyun aslında bir sahne performansı bileti almaktan farksız olduğuydu. Yıllarca Erdoğan’ın seçim sahnesindeki performansının arkasında yaşanan gayrihukuki güç dağıtımını görme fırsatının nasıl değerlendirileceği merak konusu. Bunu değerlendirmek için yapacağımız yakın okumalarla ve kitlesel düşüncede “doğru”nun algılanışını ele alacağız. Siyaset bilimci Şebnem Gümüşçü yaptığı çalışmasında AKP iktidarını 2 farklı döneme ayırırken ikinci dönemde (2013-) parti içi iktidarın tamamen Tayyip Erdoğan’ın eline geçmesiyle birlikte Türkiye’nin neo-patrimonyal bir devlete dönüştüğünü söyledi. Bu devlet modelinde iktidarın ve zenginlerin, müşterilerin sadakatini sağlamak için devlet kaynaklarını kullandığı bir sosyal hiyerarşi görülür. Bu dönemde halkın yeniden sınıfsallığını, AKP ile kendi arasında açılan makası hissettiğini ancak medya gücüne dikkat edilmesi gerektiğini söyledi. Bu durumda halkın bir kısmı AKP iktidarıdan doğrudan rant sağlarken yine reklam devleti esasında AKP’nin seçim performansının müşterisi olarak nitelendirebileceğimiz kitlenin ise bu payı da alamadığı, dolayısıyla makasın açıldığı ve “beka” söylemiyle kapatılmaya çalışıldığı bir döneme girdik.
Medya gücüyle, AKP kendisini reklam devleti adına layık olabilecek bir yapılanma daha getirdi. 2013 yılında TRT’nin başına İbrahim Eren’in geçmesiyle ve ilerleyen yıllarda AKP zenginlerinin medya kuruluşlarına sahip olmasından sonra 2018 yılında Cumhurbaşkanlığı İletişim Ofisi kuruldu. Bu ofis ile reklam, devlet eliyle yapılandırıldı ve Cumhurbaşkan’nın 2017’den itibaren partili olmasıyla anayasal bir duruma evrildi. Bu sayede yıllarca kendisine oy verilen seçim performansları aslında arkalarındaki büyük yönetim mekanizması boşluğunu illegal bir ilişkiler ağıyla sürdürürken, reklam tüm bunları örttü. Erdoğan’ın siyasi arenaya çıktığından beri sürekli yükselttiği temposunun ve sahnede sergilediği performansların 2018’den beri düştüğünü gözlemliyoruz. Bunu ilerleyen yaşı, artan gafları, bakanların çok fazla görünürlük kazanması ve mitingler düzenlemesiyle de kolayca gözleyebiliriz. Hâl böyleyken; devletten gelecek aşı, sosyal eşitlik, burs gibi konularda AKP devlet-halk ilişkisi içerisinde halkla doğrudan iletişime geçtiğini düşünüyorken, arada bir reklam ajansıyla karşılaşıyoruz: CB İletişim Ofisi.
2013’te Erdoğan’ın talimatıyla yapımına başlanan “Diriliş Ertuğrul” dizisiyle birlikte Erdoğan o yıllarda medya gücünü optimum seviyelere çekti. Ancak 2016’dan sonra Erol Olçok ile birlikte kaybettiği PR yaratmadaki başarılı insan kaynaklarını kimseyle dolduramadı. Böylece, gittikçe halkla ilişkiler kampanyasını bir sahne sanatçısı gibi sergilediği performanslarla süsleyen Erdoğan’dan, bir dizi reklam filmi çeken Erdoğan dönemine geçildi. Türkiye’de iktidar tarafından demokrasinin oy vermek ile eşleştirilmesiyle sandık zamanları hariç pasif bir vatandaş yaratılma hedefi kolluk kuvvetleri ve medya ile sağlandı. Aslına bakılırsa, kolluk kuvvetlerinin sayıca arttırılması ve yeni birimlerin eklenmesi de devletin imajını billboardlara asmak gibi bir işlev gördü. Kolluk kuvvetleri hem baskıyı arttırmayı (artırırken hukuksuzlaşmasını), beka söyleminin imajını ve AKP’den yararlanan insan sayısını artırma işlevi gördü. TRT dizileriyle Erdoğan’ın söylemlerinde anlattığı Türk siyaseti insanlara inandırıcı şekillerde aktarılmaya çalışıldı. Fakat son 6 aydır, buradaki kalite kaybı inandırıcılığı yitirmekle ve AKP’nin diziler üzerindeki kontrolünü doğrudan kendi izleyicisine açık etmesiyle sonuçlandı.
Siyasetin gittikçe daha çok tüketim nesnesine dönüşmesiyle Erdoğan’ın düşen performansını kapatmak için daha az kapsamlı ancak miktarca daha üretken olan bir reklam üretimine geçtiğini görüyoruz. Bu üretimde vergilerden gelen gelirler harcandı. Seçimlerde reklam klipleri daha tüketilebilir nesneler halini aldı, gittikçe daha sık duyduğumuz skandallar ve savaş görüntüleri, tüketimi daha kolay ve hep yenisi beklenen klipler olarak halka sunuldu ve halk tarafından tüketildi. Üretilen içeriklerin anlamları açıkça boştu ve içerikler gerçeklerden tamamen kopuktu. Ancak bir zamanlar çok şey ifade eden beylik sözlerin bu denli sık kullanılmasına şahit olunurken muhalefet partilerine de boş gösteren olmaksızın kullanılabilecek çok az söylem bırakıldı. Bugüne geldiğimizde ise tüm bu anlam patlamasının ve AKP’nin sunduklarını tartışırken sanal, tanımlanması güç bir alana girdik. Siyaset, tamamen medya üzerinden yürütülüyor; örneğin, İbrahim Kalın, John Bolton karşısında ellerini cebine sokuyor, CNN Türk’te dış politika hamlesi olarak bu resim konuşuluyor, devlet fetişizmi ve imajın diplomasi alanındaki tüm kavramların yerine geçmesi sağlanıyor.
Tüm bu reklam yüklemesinin arasında Sedat Peker’in videolarının ise gerçek bir karşılık bulabileceğini söylemek güç. Daha önce Uğur Aymelek’in yazısında Sedat Peker’in iletişim stratejisi analiz edilirken siyasal iletişim çerçevesinde öne sürülen “ortadaki” kitlenin, yani ülkenin yaklaşık yüzde sekizini oluşturan ve seçimlerde belirleyici olan kitlenin Sedat Peker videolarına karşı verdiği olumlu tepkinin Peker’e ahlaki üstünlük algısı kazandırdığını okumuştuk. Bu ortadaki kitlenin ve daha birçoklarının siyasete bakışındaki temel faktör, siyaseti bir tüketim nesnesi olarak ele almaktır. Buradan hareketle, bir tüketim nesnesi olarak Sedat Peker videolarının da izleyici kitle tarafından iktidarın reklam maskesinin düştüğü şeklinde mi yoksa Kurtlar Vadisi gibi kurgulara atıf yaparak mı konuşulduğu önemli bir soru. Bu sorunun cevabına bağlı olarak da muhalefet için kısa bir yol haritası önereceğim.
Çerçeve: Bir Tüketim Nesnesi Olarak Siyaset
“İnsanlar gittikçe artan mesailerde gittikçe azalan ücretlere çalışırken, ellerimize geçen boş zamanda yapmak istediğimiz son şey devletin, lobilerin, uluslararası ticaretin ve vergilerin karmaşık analizini yapmaktır.” –Vice (2018).
Bir tarafta medya ürünü belli bir kitleye belli bir mesajı yaymak, bu mesajı tüketim ağına sokmak ve kendisini devam ettirmek niyetindedir. Diğer tarafta, kendi hak mücadelesi içerisinde olmayan ya da bir dava uğrunda kendi kimliğini kişiliğinin önüne koymayan insanlar için siyaset göze çabuk çarpan, kolay anlaşılan, “liderlik vasfı” olan siyasetçinin, yani performans sanatçısının öne çıkarıldığı bir medya malzemesidir. Medya malzemesidir, çünkü “ortadakiler” çoğunlukla siyaseti TV’den ve videolardan, tüketilebilir içeriklerden takip eder. Güç dağılımını TV’den, internetten ve çeşitli medyalardan vakit geçireceği bir ürün olarak alır, siyasetle doğrudan yüz yüze gelmez. Kutuplarda politikleşmiş bir insan için müsilaj politik bir sorunken; kutuplarda politikleşmemiş bir insan için farklı bir merak konusudur. Bu yüzden de bu insanlar gerçekliği medya kanallarının süzgecinden geçirilmiş şekilde yaşarlar. Örneğin, siyaset bilimciler tarafından yapılacak ciddi, karmaşık ve kapsamlı analizlerin popüler olmamasının haklı sebeplerinden biri bu analizlerin tüketilemeyecek boyutta olmasıdır. Bu durumdan da medyayı en çok domine eden iktidar kâr eder. Muhalefet, insanların hissedeceği anksiyeteyi arttırıp, insanların duygusal olarak varlıklarını devam ettireceğine dair güveni azaltırken, iktidarın TV’lerdeki aktörleri bunun tersini ispatlamaya uğraşır. Ancak ortada başarıyı belirleyen şey “inandırıcılık”tır. Ancak bu inandırıcılık söylemin rasyonelliğiyle de belirlenmez, çünkü tüketim sınırları içerisinde kalmalı, bir imaj satmalıdır. Bir dizinin kendisi, aktarılış şekli ve filmografisi onun inandırıcılığını belirler; insanlar Marvel filmlerini Thor’a inandığı için inandırıcı bulmaz. Eğer iktidar mesajını verirken, TV izleyicileri kanalı değiştiriyor ya da uyuyakalıyorsa, iktidar için de işler iyiye gitmiyor demektir.
Gerçekle insanları buluşturmak niyetinde olan iktidar ve kronik ideolojik gruplar, bir çeşit din ikamesi yapar. Sanılanın aksine din insanlara kesinlik sunmaz, Soren Kierkegaard’a[1] göre din insanlarda korku ve titreme yaratır: Kesin değildir, uzun süren ve sınırları olmayan aşamalar gerektirir. Doğru kul olmanın belirlenmiş bir sınırı yoktur ve bunun özünü yakalamanın kriterleri çok belirsizdir. Tanrı’yı görmeden inanmak ve onun sizden nereye kadar bir inanç ısrarı isteyeceğini bilemez, sonsuzluklarla yaşarsınız. Bu da insanlara bir anksiyete, ibadetlerinin sınırı için ise korku ve titreme getirir. Esasına bakılırsa bu anksiyete insanları sürekli inançlarında ve dünya yaşamlarında diri tutar. Medyada iktidar (ve TRT dizileri) dinî bir gerçeklik olarak kullanılan “hakikat”i konuşurken ya da Marxistler sınıf bilincine erişirken ortada inanılan şeye dair bir kesinlik ve bir güven söz konusudur. Kitlesel olarak ortadaki seçmen için ise böyle bir durum söz konusu değildir, o siyasi kararları bakımından anksiyete hissetmeye daha yatkındır ve onun anksiyetesini sadece iktidarın kötü politikaları arttırmaz, muhalefetin kendini bir antitez olarak konumlandırması ya da uzun uzadıya yapılan (bu yazıdaki gibi) politik analizler arttırır. Dinin insanlarda yaratacağı anksiyete yerine ikame edilebilen ideolojiler ya da dini cemaatler, ortadaki seçmen için kimlikleşmiş değildir. Öyleyse bu denkleme göre ortadaki seçmen tüketebileceği kadar siyaseti, inandırıcı olabildiği kadar da siyasetçiyi destekleyecektir.
İktidarın inandırıcılığı verdiği mesajda ve mesajın basitliğindedir. İktidar, yıllardır somut bir siyaset üretmek yerine sık sık imajlar üretiyor; ancak somut bir proje üretmediği için ilk elden muhalefet suçlanan yine muhalefet oluyor. Somut projelerin iktidara gelinmedikçe yargılanma kriterleri üzerine kimsenin tartıştığını görmek mümkün değildir. İktidarın dinleyicilerine verdiği iki temel mesaj vardır: İstikrar ve bekâ. Bu iki mesaj da daha önce “Türkiye ana-akım medyasında hiper-gerçek üretimi” adlı makalemizde incelediğimiz üzere hakikat olarak sunulan birer imajdır. İktidarın her seçimden sonra düzeni ve istikrarı sağladığı imajı, iktidarın gerçekten düzeni sağladığı anlamına gelmese de doğru kabul edildiği için kemik muhalif kitle dışında toplum arasında bu bir arketip oluşturur: “AK Parti yapar, onlar konuşur,” bu bakımdan olumlu ve geçerli bir söylem-imajdı. Bu, boş ve irrasyonel olduğu kadar gerçek-ötesi bir söylem hâline geldi. Arkasındansa “bekâ” söylemi getirildi. AKP’nin seçim müzikleriyle Ertuğrul dizisinin müziklerinin aynı olması, gerçekliği baz alırken parti propagandasına ve dizilere yapılan atıflara dayanıyor. Bir iddiayı test ederken baz alınan şeyler kurgu (simülasyon) olduğu sürece kitleler gerçek-üstü bir şeye inanıyor demektir. Bu bakımdan rasyonel argümanların üretildiği dünya ile simülasyona inanan insanın dünyası aynı olmamakta, rasyonel argümanlar ikna şansını kerhen yitirmektedir.
Sedat Peker’in videoları da burada devreye giriyor, Sedat Peker, 2016 sonrası Türkiye’nin hem seçimlerde hem de kaynakların muktedirler tarafından tüketiminde tam bir gayri nizamiliği ve intizamsızlığı yine o mahallenin içinden, yine aynı “devletin bekâsı” imajına yaslanarak ifşa ediyor. Bekâ imajına yaslanıyor, her videosunda devletin bekâsına ve geleneklerine karşı çıkıldığını ve kendisinin de bu ifşaları bu yüzden söylediğini söylüyor. Ancak arada salvolar verip, tweetlerinden de anlaşıldığı üzere, daha önceki yıllarda Barış Akademisyenleri ve diğer aktörlerle ilgili savurduğu tehditlerde “o dönem korku iklimi yaratmak gerektiği”ni, bu “mecazları” bu yüzden yaptığını söylüyor. Dolayısıyla bekâ imajını verirken, yine bekânın bir imajdan ötesi olmadığını, bu söylemin arkasında tam bir intizamsızlığın olduğunu açığa çıkarıyor.
2013 yılından sonra AKP’nin reklama yönelişi ve ortaya çıkardığı ürünlerin bir imgeler ağı oluşturabilmesi bu ürünlerin tüketilebilirliği ile alakalıydı. Tıpkı bir hamburger zincirinin Türkiye’de yasaklı et ürünleri kullandığını itiraf etmesine rağmen kitlesel olarak tüketimin anlamlı ölçüde düşmemesi gibi, AKP de 17/25 sürecinden bu yollarla kayıpsız kurtulmayı başardı. Çünkü reklam kendi kendisine bir yan üründür, bir ürünü pazarlayan unsurlar, hamburgerde kullanılan üründen ziyade hamburger markasının reklamının tüketilebilirliği, sosyal statü verebilirliği ve dolayısıyla o ürüne dair bir ihtiyaç yaratabilmesidir. Dolayısıyla, siyasi reklamın inandırıcılığının da tüketilebilirlikle ilgili olduğunu söyleyebiliriz. Sedat Peker videoları, AKP’nin 2021 yılında ürettiği çizgi-reklam filminden ve maske üzerine “Tadını çıkar, aşılıyım” yazan turizm bakanlığı klibinden daha tüketilebilir hâldedir. Uğur Aymelek’in yazısındaki tüm stratejilerin yanında, Sedat Peker videoları izleyicilerini Kurtlar Vadisi dizisine doğrudan referans kurarak buluyor.
Erdoğan’ın 2013’ten bu yana kendisini Ertuğrul Gazi ve II. Abdülhamid’e referans verdirerek sundu. Daha da “derin”e giderek Kurtlar Vadisi’ndeki derin devlet imgelerini de bu dizilere katmasıyla, aslında hem Peker hem de Cumhurbaşkanı kendisini gerçek olmayan karakterlere atıf yaparak sundu. Derin devlet imgesi Kurtlar Vadisi’nde içerisinde yanlışlıklar barındıran ancak olumlu ve güvenlik için bir sigorta olarak sunulurken, Polat Alemdar bu devletin “fedai”siydi. Aynı derin devlet imajı Saray’a çekildikten sonra Erdoğan için de kullanıldı ve Diriliş ve Payitaht dizilerinde ödünç alındı, daha sonra bu üç dizide de Ak Saçlılar olarak adlandırılan hayali örgütler AKP’nin parti teşkilatlanmasındaki ihtiyar grup için de kullanıldı. Burada bir formül hâlinde ilerleyen, medyada yer alan performansçıları gerçek suçlara değil de “kurguya referans” yapma alışkanlığı gelişiyor. Bu sayede hükümete karşı geliştirilebilecek negatif duygular ve gerçek bir alternatif arayışına ket vurulmuş oluyor. Gerçek ürkütücülüğünün aksine, Sedat Peker bir tüketim nesnesinden, bir diziden farksız şekilde taikp ediliyor. Tüm ifşaatlara ve -Kemal Büyükyüksel’in tarif ettiği üzere- pornografiye yakın olan ama asla ulaşılamayacak bir kandırmaca oyununa rağmen, izleyiciye gerçekten daha gerçek bir deneyim sunuluyor. Sedat Peker’in devletin fedaisi rolünü bu denli üstlenmesi, kötüleşen ekonomiyle beraber Erdoğan’ın reklamının tüketiminden rol çalıyor.
Siyaset de bir tüketim nesnesi olarak ele alındığında iktidar 2016-2019 arasındaki dönemin TV’de aktörler yaratarak kendisi için görece kayıpsız geçmesini sağladı. Fakat 2018’de Doğan Medya’nın Demirören Medya’ya dönüşmesiyle ana akım kanalların -Fox TV hariç- hepsi aynı çizgiye çekildi, RTÜK kimin ne izleyeceğini tayin eder bir role büründü. Hâl böyle olunca AKP halkın karşısına değil, halk her akşam AKP’nin karşısına çıktı. Ancak düzenli reklam yapmanın en kritik noktası reklamı yapanların kalitesiydi. Marvel örneğindeki gibi, inandırıcılık da kendini “ahlaki yönden” üstünlük kurmaya, kendisini destekleyecek insanlara bu üstünlüğü vaat etmeye ve insanların buna inanmasına bağlıdır. İktidar, inandırıcılığı yüksek olduğu sürece kendini devam ettirecek, birçok konuyu tartışmaya kapatacaktır. Örneğin, insanlar Suriye politikasının rasyonel argümanlara ve teorilere dayanarak, veriler eşliğinde stratejik olarak tartışılmasını karmaşık ve elitist bulacaktır. Muhalefet partilerinin ürünlerine geldiğimizde, siyaseti bir dizi gibi tüketim malzemesine dönüştürdüğünüzde anlamdaki yoğunluk ve sözlerdeki tatsızlık reklamı başarısız kılıyor. Tüketici için reklamı tüketilebilir hızda ve tüketilebilir yoğunlukta olması gerekiyor.
Onur Tuğrul Karabıçak – Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler lisans öğrencisi, araştırma asistanı
[1] Carsten Bagge Laustsen and Ole Wæver, “In defence of religion: Sacred referent objects for securitization,” Millennium 29, no. 3 (2000).