Demokrasi ve SolDünya

1970’lerde, Türkiye’den Gelen Göçmenler Melbourne’de Yeşeren Bir Sosyalist Hareket İnşa Ettiler – Çeviri: Kemal Büyükyüksel

1970’lerde ve 80’lerde Türkiye’den gelen göçmenler Melbourne’e geldiğinde sosyalist gelenekleri de beraberlerinde getirdiler. Sonuç, grevler, eğitim, karşılıklı yardımlaşma, etkinlikler ve dayanışma kampanyaları düzenleyen bir dizi gelişen kültürel dernek oldu.

Eda Seyhan’ın Jacobin’de yayımlanan yazısının Türkçe çevirisidir. İzinle İVME Hareketi tarafından yayınlanmıştır.

Melbourne’ün iç kuzeyinin şimdi soylulaştırılmış banliyöleri, bir zamanlar solcu etnik topluluk örgütlerinin bir takımyıldızına ev sahipliği yapıyordu. Bunların arasında 1970’lerde ve 80’lerde Türkiye’den gelen göçmenler tarafından kurulan dört radikal komünite merkezi vardı. Türkçede dernekler olarak bilinen bu merkezler, farklı Marksist eğilimlere ve Türk siyasi hareketlerine mensuptu.

Göçmen işçileri örgütlediler, siyasi mültecileri desteklediler, sendikaları etkilediler ve hem Türkiye’de hem de uluslararası alanda anti-emperyalist mücadeleye katkıda bulundular. En canlı dönemlerinde, Melbourne dernekleri tarafından düzenlenen birliklerin sayısı, şehrin her yıl düzenlenen 1 Mayıs yürüyüşünde ana akım sosyalist örgütlerin sayısından düzenli olarak daha fazlaydı.

Başlangıçlar

Avustralya Türk Kültür Derneği (ATCA) 1974 yılında yeni göçmenlerin artan ihtiyaçlarını karşılamak için bir araya geldi. Kurucuları, İtalyanlar ve Yunanlılar tarafından kurulan mevcut solcu göçmen derneklerinin deneyimlerinden yararlandı. Bunlar, o zamanlar bilindiği gibi, dil hizmetleri, daha iyi refah ve çalışma koşulları ve göçmen işçiler için vatandaşlık yolları talep eden, büyüyen bir “etnik haklar” hareketinin ön saflarındaydı.

1970’lerin sonlarında ATCA, Sovyet yönelimli Türkiye Komünist Partisi ile ilişkilendirildi. Ancak, 1977’de Türkiye’deki Hocacı Halkın Kurtuluş hareketinin destekçilerinin kendi örgütlerini, Avustralya Kürt ve Türk İşçileri Sendikası’nı (UAKTW) kurmasıyla ilk bölünmesini yaşadı. UAKTW, Türkiye’deki Maoist Partizan hareketinin takipçilerinin, Victoria Türk Emekçiler Derneği’ni (VTLA) kurmak için ayrıldığı 1979’da kendi içinde bir bölünme yaşadı. Ardından, 1986’da Türkiye’nin Devrimci Yolu’ndan aktivistler Kuzey Melbourne’deki binasında Sosyalist İşçi Partisi’nin sağladığı bir ofisten faaliyetlerini yürüten – Halkevi adında yeni bir dernek kurdu. Bu dört derneklere ek olarak, başlangıçta Türk Konsolosluğu tarafından kurulan Türk Kadınlar Derneği’nin yönetimini UAKTW’den kadınlar devraldı.

Bu derneklerin aktif organizatörleri Türk siyasi hareketlerine bağlılıklarını çok ciddiye alırken, birçok üye için durum böyle değildi. Genel olarak solcu olmasına rağmen, çoğu herhangi bir partiye bağlı değildi.

Güç İnşası

Bu başarılı örgütler yüzlerce kişiyi toplantılar düzenlemeye çekti, tüm gün açık olan merkezler işletti, tam zamanlı organizatörler istihdam etti ve sendikaları ve politikacıları etkiledi. Melbourne derneklerine katılanların hatıraları, Türkiye’den yeni gelen sosyalistlerin bu başarıya nasıl ulaştığını anlamamıza yardımcı olabilir.

UAKTW ve Türk Kadınlar Derneği’nin aktif bir üyesi olan Saadet Özdemir, “Harika organizatörlerdi ve insanların hayatlarının her alanına dahil oldular” diye açıklıyor. Daha da önemlisi, dernekler, sosyal yardıma erişim, iş ve barınma bulma konusunda tavsiyeler de dahil olmak üzere göçmen işçilere yardım teklif etti. Ayrıca çocuk bakımı ve tercümanlık hizmeti sağladılar ve iltica ve göçmenlik konularında yardımcı oldular. Şenol Mat, Melbourne’ün dış kuzeyindeki Broadmeadows’daki Ford fabrikasında çalışıyordu. Aynı zamanda VTLA’nın kurucu üyesiydi. Yeni taraftar toplamanın ötesinde, “sosyalistlerin her zaman hayatta dezavantajlı olanların yanında durmasını bir görev olarak gördük” diye anlatıyor.

Bu çalışmanın büyük çoğunluğu gönüllüydü, ancak bazı hükümetler finanse edilen araştırma ve sosyal hizmet uzmanlarına hibe veriyor. Bir Liberal senatör, “komünist idealleri desteklemek için kamu fonlarının verilmesinin Avustralya’nın göçmen nüfusuna bir hakaret” olduğunu iddia ederek bunu eleştirdi. Açıkça, derneklerin birçok üyesi aynı fikirde değildi.

Dernekler, göçmen işçilere bireysel yardım sağlayarak toplu eylem için güçlü bir temel oluşturdu. ATCA’da organizatör olan Günay Koyunoğlu, 1970’lerde Türkiye’den bazı göçmenlerin çocuklarını Avustralya’ya getirmelerini zorlaştıran engellerle karşılaştığını anlatıyor. Buna cevaben ATCA, etkilenen aileleri Göçmenlik Departmanı dışında protesto etmek için harekete geçirdi. Bakanla bir görüşme verilinceye kadar ayrılmayı reddettiler ve bakan sonunda taleplerine boyun eğdi. Koyunoğlu, “Dernekler olmasaydı”, “bu konudan haberimiz olmayacaktı ve belirli ailelerin karşı karşıya kaldığı bireysel bir sorun olarak kalacaktı” diyor.

Dernekler, bu acil endişelerin ötesinde, toplumun kültürel ve sosyal ihtiyaçlarını da karşılıyordu. Sürgündeki müzisyenlerin konserlerini organize ettiler, bilinç yükseltme amaçlı tiyatro oyunları yazıp sahnelediler, geziler ve yaz kampları düzenlediler. Ayrıca çocuklar için hafta sonu Türkçe dil okulları açtılar ve müzik, dans ve İngilizce dersleri verdiler.

Buna ek olarak dernekler kendi medyalarını kurarak gazeteler ve haftalık komünal radyo programları ürettiler. 1985 yılına gelindiğinde, UAKTW’nin iki futbol takımı, bir voleybol takımı ve bir masa tenisi kulübü vardı. Özdemir, “Müzik, kültür, mitingler, seminerler hepsi uyumluydu” diyor. Bu bir tesadüf değil, bir stratejinin parçasıydı. UAKTW’nin 1983-84 faaliyet raporunun belirttiği gibi, “Kültürel faaliyetlerde bulunurken, onları sınıf mücadelesinden bağımsız düşünmemeliyiz.”

Derneklerin stratejisi aynı zamanda derin, yerel düzeyde örgütlenmeyi de içeriyordu. UAKTW’nin kurucu üyesi ve ED baş harflerini kullanmayı tercih eden eski bir Ford işçisi bu çalışmayı şöyle anlattı:

Broadmeadows ve Coburg [Melbourne’nin kuzeyindeki] gibi mahallelerde Türkçe konuşan insanların evlerini ziyaret eden dört ila beş kişilik bölge komitelerimiz vardı. Çay, kahve içer, sorunlarını sorar, çalışmalarımız hakkında bilgilendirir ve böylece derneğe giremeyecek kişilerle, hatta bazı muhafazakarlarla dahil, ilişkiler kurardık .

“Emeğin Vatanı Yok”

ED, “Bizim için emeğin vatanı yoktur – emek her yerde emektir ve bu nedenle sosyalistler olarak kendimizi nerede bulursak bulalım sınıf mücadelesine katılmalıyız” diyor. Bu duygu derneklerin işyerinde örgütlenmeye verdikleri önemi yansıtmaktadır. Çoğu otomotiv ve tekstil fabrikalarında çalışan üyelerinin karşılaştığı korkunç çalışma koşulları göz önüne alındığında, bu acil bir gereklilikti. Aynı zamanda sendikal hareketin bazı bölümlerinde var olan yabancı düşmanlığına da bir tepkiydi.

Hem UAKTW hem de ATCA, fabrika işçilerine yönelik, örgütlerinin faaliyetlerini ve küresel, Türkiye ve Avustralya haberlerine sosyalist bakış açılarını kapsayan Türkçe gazeteler üretti. Bu gazeteleri, Türkçe konuşan üyelerine ücretsiz dağıtan sendikalara sattılar. 1970’lerin sonlarında ATCA, sendikal örgütlenme üzerine Türkçe dersler veren bir sendika okulu da işletiyordu. Yaklaşık elli işçi, Melbourne‘deki Ticaret Salonunda düzenlenen bu kurslara, her zamanki ücretlerini alırken katıldı. Bu dersleri veren Koyunoğlu, bazı öğrencilerinin daha sonra grevlere öncülük ettiğini gördüğünü hatırlıyor.

Üyeleri greve gittiklerinde dernekler onları desteklemek için oradaydı. Ford ve Kortex tekstil fabrikası gibi işyerlerinde dernekler barikatlar kuruyor, gece kamp kuruyor, ev yemekleri veriyor, grevcilerin çocuklarına bakıyorlardı. Ayrıca grev fonlarına katkıda bulundular, bilgileri tercüme ettiler ve grev gözcülüğünde şarkı söyleyip dans ederek moral oluşturdular. Bazı dernekler, belirli işyerlerinde çalışmalarına öncülük etmek için fabrika alt komiteleri de kurmuştu.

Dayanışma

Derneklerin önde gelen organizatörlerinin çoğu, sosyalizmin Üçüncü Dünyacı versiyonlarından etkilenmiştir. Sonuç olarak, karşılaştıkları baskıyı Türk, hatta Kürt olmalarından değil, küresel bir emperyalizm sistemi içindeki konumlarının bir sonucu olarak anladılar. Bu, uluslararası anti-emperyalist dayanışmaya bağlılıklarını güçlendirdi. Mat’ın açıkladığı gibi, “Dünyanın neresinde bağımsızlık mücadelesi varsa, onu desteklemek sosyalistler olarak bizim görevimizdi.”

Örneğin hem UAKTW hem de VTLA’nın, açlık grevindeki tutuklu İrlandalı cumhuriyetçilerle dayanışma örgütleyen Melbourne H-Blok Komitesi’nde temsilcileri vardı. 1981’de kraliçe Avustralya’yı ziyaret ettiğinde H-Blok Komitesi bir protesto düzenledi. Buna karşılık, 2 Ekim 1981’in erken saatlerinde polis, ED ve başka bir UAKTW üyesi de dahil olmak üzere H-Blok komitesinin sekiz üyesinin evlerine baskın düzenledi. ED’nin hatırladığı gibi,

Kapımı kırdılar, yüz üstü yatırdılar, ellerimi kelepçelediler ve kraliçeye suikast düzenlemekle suçladılar. Kanıt yoktu, bu yüzden gitmeme izin verdiler – bunu dayanışma protestomuzu engellemek için yaptılar.

Doğal olarak dernekler de Türkiye’deki ilerici mücadelelerle dayanışmayı örgütlediler. Bu, Türk ordusunun iktidara geldiği ve Türkiye’nin büyüyen soluna karşı geniş çaplı bir saldırı başlattığı 12 Eylül 1980 darbesinden sonra özellikle önemliydi.

Cunta binlerce kişiyi hapse attı ve işkence yaptı ve kaçanlar kendilerini Melbourne’de buldu ve Türkiye’de devrim için mücadele etmeye devam ettiler. Birçok deneyimli organizatör ve aydın katılırken, bu akın dernekleri daha çok Türkiye’ye odaklanmaya itti. Aynı zamanda, işyeri örgütlenmesi ve göçmen hakları aktivizmine odaklanmayı azaltan ideolojik kırılmaları da yoğunlaştırdı. Tanınmış bir yazar, ressam ve eski bir siyasi tutuklu olan Muzaffer Oruçoğlu, 1988’de geldi. O zamana kadar, “Türkiye ve Kürdistan siyaseti, işçilerin ve göçmenlerin karşı karşıya olduğu somut meselelere egemen olmaya başlamıştı.”

Dernekler, Türkiye İnsan Hakları ve Demokrasi Ulusal Komitesi ile koordineli çalışan Türkiye Dayanışma Komitesi’ni kurdu. Rejime karşı protesto gösterileri düzenlediler, parlamenterler ve sendikalar arasında lobi faaliyetleri yürüttüler ve Türkiye’ye doktor, avukat ve politikacılardan oluşan heyetler gönderdiler. Diaspora için Türkçe seminerler ve konferanslar düzenlediler ve ayrıca cuntanın baskısı hakkında farkındalığı artırmak için İngilizce haber bültenleri ve raporlar yazdılar. Türkiye’deki tutuklu yoldaşlarıyla yazıştılar ve siyasi hareketler için para topladılar. Buna karşılık, Türk konsolosluğu dernekler hakkında casusluk yaptı, üyelerini korkuttu ve bazı durumlarda Türk vatandaşlıklarını elinden aldı.

1983 yılında derneklerin yedi üyesi askeri cuntayı protesto etmek için iki haftadan fazla açlık grevi yaptı. Melbourne Şehir Meydanı’nda kamp kurdular, el ilanları dağıttılar ve kendilerine sempati besleyen sendikacılar ve politikacılar tarafından ziyaret edildiler. Dönemin Dışişleri Bakanı, açlık grevcilerine Türkiye’deki durumu Birleşmiş Milletler’de gündeme getireceğine dair söz verdi.

Dernekler, sürgündeki Türk solunun uluslararası ağlarının bir parçasıydı. Örneğin Halkevi, Devrimci İşçi hareketinin yerel koluydu. Bu hareketin Almanya, Fransa, İsviçre ve başka yerlerde birçok şehirde şubeleri vardı ve Türk rejimine karşı güçlü bir muhalefet kaynağıydı. Devrimci İşçi gazetesi bu şubeler arasındaki iletişimi kolaylaştırdı. Türkiye’den haberlere yer verdi, diaspora içinde teorik tartışmalara ev sahipliği yaptı ve farklı ülkelerdeki üye şubelerden gelen güncellemeleri dağıttı.

Bugünün Aktivistleri için Dersler

Vivian Gornick, Amerika Komünist Partisi’nin üyelerine nasıl günlük hayatta bulunamayacak bir “bütünlük” veya “her şey dahil yaşam” sunduğunu anlattı. Bu, Melbourne’deki dernekler için de geçerlidir. Özdemir, “Bu bir iş değildi, bir rol değildi – onların hayatıydı” diyor. “Her gün işten sonra, işten önce, hafta sonu dernekteydik…Hayatımız bunun üzerine inşa edildi.” Dernekler aileleri, dostları, işi, kültürü ve siyaseti bir araya getirdi.

Böyle yoğun bir faaliyeti sürdürmek için muazzam bir özveri gerekiyordu. Koyunoğlu, “Ford fabrikasında on iki saat gece vardiyasında çalışan ve daha sonra eve gitmeden önce birkaç saat çalışmak için derneğe gelen arkadaşlarımız vardı” diye hatırlıyor. Mat’ın hatırladığı gibi, “Hafta sonları, üzüm toplamak ve kazandığımız parayı toplum merkezine geri getirmek için Mildura’ya [Melbourne’dan altı saat] arabayla giderdik.”

Karşılıklı yardımlaşma çalışmaları dernek üyeleri arasındaki bağları daha da güçlendirdi. Koyunoğlu, bir ATCA üyesinin hasattan günler önce şiddetli rüzgarla harap olan çiftlik binalarını onarmak için yirmi ila yirmi beş kişiyle Mildura’ya gittiğini hatırlıyor. “O yıl hasatlarını kurtardık. . . ve bu işi yapanlar, kendi ihtiyaç zamanlarında onlara destek olacak insanların olduğu bilgisiyle güçlendi.”

Derinden benimsenen bir siyasi vizyon da bu yoğun bağlılığı güçlendirdi. Özdemir’in belirttiği gibi, dernek üyeleri “değişimin mümkün olduğuna inanıyorlardı – tutkuluydular ve gerçekten adanmışlardı.” Bazen bunun bir bedeli vardı. Mat geriye dönüp baktığında, “inanç ve bilgi arasında bir fark olduğu konusunda uyardı – ve Türk solu her zaman inanç temelinde hareket etti.” Kendini feda etmenin, zaman zaman bireysel üyelerin kişisel özlemlerini, kolektifin ihtiyaçlarının ve siyasi vizyonlarının taleplerinin arkasında ikinci sıraya indiren bir bedeli vardır.

Derneklerin kalıcı kurumlar kurmamış olmaları eski üyelerin sık sık yaptığı eleştirilerden biridir. Türkiye’den gelen göçmenler tarafından kurulan daha muhafazakâr grupların aksine, devlet fonları bunu mümkün kılsa da dernekler okul ve huzurevleri kurmamış ve sürdürmemiştir. ED’nin açıkladığı gibi, “Sadece devrimi düşündük ve uzun vadeli görüşü göremedik.”

Tabii ki, şimdiki zaman derneklerin yeşerdiği dönemden oldukça farklı. Ancak dernekler, örgütlenme gücünün ve disiplinli kolektif çalışmanın yanı sıra uluslararası dayanışmanın öneminin örnekleri olmaya devam ediyor. Aynı zamanda bir hareket içinde kültürün ve karşılıklı desteğin öneminin bir kanıtı. “Devrimci olmak,” diye yansıtıyor ED, “emek, çalışmak, birbirine yardım etmek ve insanları sevmektir. Devrimci olmak bu demektir.”

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu