Demokrasi ve SolEkonomi ve KamuculukEmek, Dijitalleşme ve Gelecek

Sınıf Mücadelesi Sendikacılığı Nedir? – Joe Burns (Çeviri: Ömer Ünal)

Sendikalara gerçekten çok ihtiyacımız var. Ancak tüm sendikacılık eşit yaratılmamıştır. Patronlarla samimi olmaktansa onlarla savaşmaya istekli sendikalara ihtiyacımız var. Sınıf mücadelesi sendikacılığına ihtiyacımız var.

Sınıf sendikacılığı çok basit bir kavram üzerine kuruludur: işçiler toplumdaki tüm serveti emekleri aracılığıyla yaratır, ancak patronları bu serveti işçilerden çalar ve işçilerin menfaatleri için değil, kendi menfaatleri için kullanırlar. İşte bu yüzden toplumda milyarderler var. Bu zenginliği ve onunla birlikte gelen tüm gücü geri almak için, bu patronlarla savaşmaya istekli sendikalara ihtiyacımız var.

Bir işveren veya sektördeki dar işçi gruplarının çıkarlarını temsil etmeye çalışan ve “adil bir günlük iş için adil bir günlük ücret” için savaşan işyeri/işletme sendikacılığı stratejisinin aksine, sınıf mücadelesi sendikacıları, patronların gün boyu işçilerden çaldığı bir sistem altında gerçekten adil bir ücret diye bir şeyin olmadığına inanırlar. Tüm serveti bu işçiler yaratır, ve sendikal mücadelelerimiz emek ile milyarder veya varlıklı sınıf arasındaki daha büyük bir mücadelenin parçasıdır.

Bu yönelim, yalnızca belirli bir işyeri veya sektördeki sendika üyelerine değil, tüm işçilere yönelik taleplere öncelik veren, yani hem işte hem de toplumda ırkçılık ve cinsiyetçiliğe karşı mücadele anlamına gelen kendine özgü bir sendikacılık biçimine yol açar. Ama aynı zamanda çok farklı bir fikir ve uygulama kümesi anlamına da geliyor. Bunun kilit unsurlarından biri, sendikaların ve işverenlerin sınıf mücadelesi sendikacılığına yol açan sürekli bir mücadeleye odaklandığı anlayışıdır.

Sınıf mücadelesi sendikacıları, işçi-mülkiyet sahibi (owner) ilişkisini esas olarak iş birliğine dayalı, ancak zaman zaman alevlenen bir ilişki olarak görmek yerine, çatışmanın, işçi sınıfının çıkarlarını işveren sınıfına karşı koyan bir ekonomik sistem haline getirildiğini kabul ederler. Bu, sınıf mücadelesi sendikacılarını, işverenlere keskin talepler getiren ve sıradan işçi aktivizmini teşvik eden mücadeleci bir sendikacılık biçimi yaratmaya yönlendiriyor.

Onlar ve Biz

Amerika Birleşik Devletleri’nde sınıf mücadelesi sendikacılığının uzun bir geçmişi var.

Sol kanat liderliği altında Teamsters [Amerika Birleşik Devletleri Taşıma İşçileri Sendikası] yerel (şube) 574, ABD tarihindeki en militan genel grevlerden birini, 1934 Minneapolis kamyoncu grevini gerçekleştirdi. Bu grev sırasında Minneapolis’teki kamyon şoförleri polisle çatıştı, tüm şehri kapattı ve yüzlerce işçinin sendikalaşmasını sağladı. Şube 574, yukarı Midwest’teki kamyon şoförlerinin sendikalaşmasını teşvik etmeye devam etti.

1934 Minneapolis kamyoncu grevinin hemen ardından, sınıf mücadelesi militanları[1] Şube 574 tüzüğüne yeni bir giriş yazdılar:

“Yaşamı emeğinin satışına bağlı olan işçi sınıfı ile başkalarının emeğiyle geçinen işveren sınıfı, emekçilerin yarattığı zenginlik için endüstriyel alanda mücadele etmektedir. Kâr dürtüsü patronların hayatına hükmeder. Düşük ücretler, uzun çalışma saatleri, hızlandırma, ücret sistemi altında işverenin elindeki silahlardır. Yarattığı zenginliğe sahip olmak ve bundan yararlanmak tüm emeğin doğal hakkıdır”.

Bu kısa paragraf, sınıf mücadelesi sendikacılığının birçok kavramını içerir. Sınıf mücadelesi sendikacılığının temel bir değerini yansıtır – emek ve sermayenin bir savaşta kilitlendiği, sanayi alanında karşı karşıya geldiği fikri. Ama aynı zamanda, “işçilerin yarattığı zenginliği” korumak için savaştığımızı da iddia eder. Bu çerçeve, sömürenlerle üretenler arasında kaçınılmaz bir çatışma başlatır. Ve [bu] önsöz, işçilerin doğrudan işyeri kaygılarını, sınıf mücadelesi sendikacılığının bir başka ayırt edici özelliği olan işverenlerin amansız açgözlülüğü ile ilişkilendirmektedir.

Benzer şekilde, Big Bill Haywood[2] Dünya Endüstri İşçileri’nin (IWW) kuruluşunda yaptığı konuşmada şunları ilan etti:

Bu örgüt, sınıf mücadelesine dayalı, hiçbir taviz ve teslimiyet olmaksızın, tek bir amacı ve tek bir gayesi olan ve bu ülkenin işçilerinin ürünün tam değerine sahip olmasını sağlamak için sınıf mücadelesi temelinde oluşturulacak, temellendirilecek ve örgütlenecektir.

Sınıf mücadelesi sendikacıları sınıf mücadelesini teşvik ederken, işyeri sendikacıları bundan kaçınmaya çalışıyor. İşyeri sendikacıları yönetimle olan ilişkilerine değer verir, genellikle şirket kaygılarıyla özdeşleşir ve kendilerini işçilerden daha pragmatik olarak görürler. Bu, mücadele etmeyecekleri veya sert grevlere girmeyecekleri anlamına gelmez, ancak genel olarak bunları makul olmayan işverenlere karşı mücadele olarak görme eğilimindedirler.

Sınıf mücadelesi sendikacıları bu şekilde düşünmüyorlar. Daha çok Amerika Birleşik Elektrik, Radyo ve Makine İşçileri (UE) aktivistleri James J. Matles ve James Higgins tarafından yazılan “Onlar ve Biz[3]: Sendikal Mücadelelerini Sunmak ve Listelemek” adlı klasik emek kitabının başlığının izinde düşünüyoruz. Kitap, UE’nin 1930’ların savaşlarında oluşan bir sınıf mücadelesi sendikacılığı olarak yolculuğunu anlatıyor.

UE, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra hükümet, kurumsal Amerika [büyük ölçekli işletmeler] ve işyeri sendikacılığı ile çatışan 11 sol sendikadan biriydi. Her fırsatta son derece demokratik ve mücadeleci yönetim anlayışı UE’nin bugün bile farklı bir organizasyon markası (brand) olarak sunuyor. Onlar ve Biz, UE’nin sınıf mücadelesi sendikacılığı markasının özünü anlatıyor. UE’nin ve aslında tüm sınıf mücadelesi sendikacılarının inancının özünde, işverenlerle amansız bir savaşa kilitlendiğimiz fikri yatmaktadır.

Patronlarla İşbirliğini Reddetmek

Sendikacılığımızın işçiler ve mal sahipleri arasındaki bir mücadele olduğunu anlamak, sınıf mücadelesi sendikacılığının ana ilkesi olarak düşünülmelidir. İş gücümüze rehberlik edecek oldukça pratik tavsiyeler sunan basit bir fikir:

  • Güçlü mali çıkarların [sermaye sınıfının] sendikalarımıza karşı olduğunu anlayın.
  • İşverenlerle yapılan anlaşmaların, çıkarların hizalanmasından ziyade geçici ateşkes olduğunu anlayın.
  • Her konuda karşıt çıkarlarımızın olduğunu anlayın.
  • Bizimkini sınıflar arası bir mücadele olarak görün.

“Biz ve onlar kavramı, sınıf mücadelesi sendikacılığının merkezinde yer alır”

Buna karşılık, işyeri sendikacıları, işçilerin çıkarlarının işverenlerin çıkarlarıyla uyumlu olduğunu düşünüyor. Ücret işleminin dar çerçevesini kabul eden işyeri sendikacıları, işçilerin kaderini çalıştıkları firmaların başarısına veya başarısızlığına bağlar. Tüm zenginliği emeğin yarattığına inanmak yerine, işverenin işyerini ve emeğin meyvelerini kontrol ettiği genel çerçevesini kabul ederler. Bu, bizi, sürekli olarak daha fazla güç biriktiren bir işveren sınıfına karşı zayıf bir konumdan müzakere etmeye zorlar.

İşyeri sendikacıları genellikle temsil ettikleri işçileri mantıksız ve kendilerini realistler olarak görürler. Mücadeleyi yumuşatmak isterler, mal sahipleriyle uzlaşma ararlar ve açık uçlu grevlerin müdahalesiz işçinin kendi kaderini tayin etmesinden nefret ederler. Sendikacılıklarını sınıf mücadelesi olarak değil, belirli işverenlere karşı dar bir şekilde tanımladıkları için, rollerinin tüm sınıf için savaşmaktan ziyade yalnızca üyelerini hırsız işverenlerden korumak olduğuna inanırlar. Bu, sıklıkla işçi sınıfının geri kalanını görmezden gelen ve dünyanın her yerindeki göçmenleri ve diğer işçileri müttefik yerine düşman olarak gören dışlayıcı ve çoğu zaman ırkçı bir sendikacılığa yol açar.

İşyeri sendikacılığının özünde sınıfsal iş birliği vardır, yani bu sendikacılar çıkarlarını diğer işçilerden ziyade yönetim ve mal sahipleriyle ittifak halinde gördükleri anlamına gelir. Patronları sömürücü ve doğal düşmanlarımız olarak görmek yerine, sendikaları yönetimin müttefiki olarak görüyorlar. Bu, sendikaların temsil ettikleri fabrikadaki işçileri ortak çıkarları paylaşmak yerine diğer fabrikalardaki işçilerle rekabet halinde görmelerine yol açar; ya da böyle bir sendika karşıtı işverenin bir Walmart mağazası inşa etmek için inşaat işleri için savaşan inşaat sendikalarını işçi sınıfının geri kalanı üzerindeki etkisini görmezden gelirler.

Daha geniş bir düzeyde, genellikle diğer ülkelerdeki işçileri sorun olarak tanımlarlar. Örneğin, 1980’lerin başında ABD otomobil endüstrisi, Toyota ve diğer otomobil üreticilerinin rekabet baskısı altındaydı. Bu, diğer endüstriler gibi, otomobil yönetiminin de sendika karşıtı bir saldırı başlattığı zaman olmasına rağmen, Birleşik Otomobil İşçileri yabancı işçilere saldırmayı seçti.

“Pazarlıktaki her konuda, emek ve yönetim karşıt çıkarlara sahiptir.”

Sendikacılar için bu fikir basit olmalıdır – emek ve yönetim karşıt çıkarlara sahiptir. Ancak toplumdaki “baskın güçler” sürekli olarak bu temel ilkeyi baltalamak için çalışmaktadır. Hükümet arabulucuları ve bazı üniversitelerdeki emek eğitimcileri, kazan-kazan pazarlığı, emek-yönetim iş birliği programları veya çıkar temelli pazarlığı dedikleri şeyi teşvik etmekten hoşlanırlar. Bu kavramların tümü, emek ve yönetimin ortak çıkarları paylaştığı görüşüne sahiptir ve bizim sadece karşılıklı bir “evet”e nasıl ulaşacağımızı bulmamız gerektiğini tartışır.

Ancak bunun doğru olamayacağını biliyoruz. Pazarlıkta olan her konuda, emek ve yönetimin karşıt çıkarları vardır. Ücretleri pazarlık ederken, milyarderler emeğin ürettiği servetten daha büyük bir pay alacaklar ya da işçiler alacak. Atölye mücadelelerinde, işçiler daha çok çalışacak ve vardiya sonunda daha fazla yorulacak veya daha az çalışacak ve daha az yorulacak. Biz, güvenlik konusunda daha iyi ekipman isterken onlar da kuruşları daha çok sıkıştırmak istiyorlar. Emeğin kazancı yönetimin kaybıdır.

Buna rağmen, birçok sendika yetkilisi yönetim tarafından teşvik edilen çeşitli çalışma [işyerindeki] iş birliği planlarını desteklemektedir. Bazen yönetim, sendikalar [diğer] sendikaları uyutmak için güçlü olduğunda bunu yapar. Ancak çoğu zaman bu stratejiyi, sendikacıların şansa atlayacaklarını bildikleri görece zayıflık dönemlerinde kullanacaklardır.

“Bize karşı onlar kavramı, sınıf mücadelesi sendikacılığının merkezinde yer alır”

Yirminci yüzyılın ilk birkaç on yılı boyunca, işçi hareketi işverenlerle şiddetli çatışmalara girdi. Birçoğumuz IWW’nin klasik mücadelelerini duymuş olsak da, Amerikan İşçi Federasyonunun (AFL) üye sendikaları da sendikalaşmak için mücadele etti. Tramvaylar ve madencilik gibi belirli endüstrilerde işçi mücadeleleri silahlı savaşa benziyordu. İşverenler acımasızca sendikalara saldırdı ve tüm endüstrilerin sendikasız, açık dükkan [sendika üyesi olmayan işyeri] temelinde faaliyet göstereceğini ilan etti.

Ancak tüm bunlara rağmen, AFL liderliği Ulusal Sivil Federasyon (NCF) ile bir ortaklık kurdu. NCF, sanayici Mark Hanna tarafından yönetildi ve AFL lideri Samuel Gompers başkan yardımcısı oldu. Ortaklık, sınıflar arasında uyumu ve büyük ölçüde sermayenin şartlarına göre çalışma barışını vaaz etti. Yönetim ve emeğin sözde eşit olarak gelmesine rağmen, Hanna, Gompers[4] gibi AFL liderlerini teğmenleri[5] olarak nitelendirdi.

1920’lerde işçi hareketi için ileriye dönük iki yol vardı. Emek tarihçisi Philip Foner’ın[6] belirttiği gibi, “büyük işverenlere karşı kazanamayacaklarına ikna olan AFL liderleri, sendikaların varlığını sürdürmenin tek yolu olarak işçi militanlığının yerini sendika-yönetim iş birliğinin alması gerektiği fikrini öne sürdüler.” William Z. Foster, 1927 tarihli Misleaders of Labor kitabında sınıf işbirliğinin AFL’nin yönetim-sendikacılık felsefesine derinden dayandığını açıkladı:

“İşçi sınıfı ile kapitalist sınıf arasında, işçilerin emeğinin ürünlerinin bölünmesi konusunda kaçınılmaz bir çatışma yaşanıyor… Sınıf iş birliği teorisi bu temel sınıf mücadelesini reddediyor. Sömürülen işçiler ile sömüren kapitalistler arasında temel bir çıkar uyumu olduğu şeklindeki yanlış fikir etrafında inşa edilmiştir”.

Bu, işverenlerin onları satın almak için sendika liderleriyle ittifaklar kurmasına izin verdi.

Gompers ve diğer AFL yetkilileri şarap içip yemek yerken, efsanevi Mother Jones[7], işçilerin mücadele ettiği her yerde dolaştı. Tanıklık ettiği gibi, “Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşıyorum ama tam olarak nerede olduğunu bilmiyorum. Benim adresim zulme karşı mücadelenin olduğu her yerdir.” Gerçekten de otobiyografisi sürekli mücadeleyi ve çok fazla üzüntüyü aktarıyor. Şimdi hepimiz Mother Jones olmayacağız, ancak mücadeleyi inşa etmek için benzer bir yaklaşımımız olabilir.

Benzer şekilde, Komünist Parti’ye bağlı sendika militanları Güneydeki tekstil fabrikalarında sert grevler düzenlediler, erken otomobil endüstrisi grevlerine katıldılar ve Batı Virginia ile güney Illinois’deki maden savaşlarını inşa ettiler. Kazandıklarından daha fazlasını kaybetmelerine rağmen, bu çabalar 1930’ların yükselişinin önünü açtı.

Hangi Taraftasın?

Sonraki nesil sınıf mücadelesi sendikacıları bu yaklaşımı benimsediler. 1980’lerde ve 1990’ların başında, birçok işçi yetkilisi, mücadele etmek yerine işçi-yönetim iş birliği programlarına âşık oldu. United Auto Workers ve diğerleri gibi sendikalar, iş temposunu hızlandırmak için yönetimle birlikte çalıştılar.

İşçi Notları Grubu, bu ortak programlara karşı ideolojik bir kutbun geliştirilmesine, İmtiyazlar ve Bunların Nasıl Yenileceği[8] gibi kitapların yayınlanmasına ve sendikaların diğer tesislerle daha iyi rekabet edebilmek için “daha verimli” çalışmak üzere yönetimle ortaklık kurduğu ortaklık programlarını eleştiren birkaç tane kitabın yayınlanmasına katkıda bulundu. Pratikte bu, işçileri daha çok çalıştırmak için sendikaların şirketle aynı tekneye binmesi anlamına geliyordu.

Sınıf mücadelesi sendikacıları, emek dayanışması, grev desteği, emek-yönetim iş birliğine direniş ve işçi enternasyonalizmi merkezli işçi hareketi için farklı bir rota etrafında birleşti. 1970’lerde ve 1980’lerde sol sendikacılığın merkezinde, bu sendikacıların “satılmış” sendika yetkilileri olarak gördüklerine karşı mücadele vardı. Et paketleyicileri, otomobil işçileri, toplu taşıma işçileri, çelik işçileri, kamyon şoförleri ve maden işçileri, işçi için alternatif bir yol olarak üye kontrolü ve militanlığı açıkça sunan önemli reform hareketlerini gördüler.

1980’ler ve 1990’lar boyunca, işçi hareketinin canlı bir sol kanadı, militanlığı emeği canlandırmanın anahtarı olarak gördü. Kilit çatışmalarda aktivistler, iş kanunundaki kısıtlamalardan kurtulmaya çalıştılar. 1980’lerin ortasındaki Hormel grevi sırasında, militan bir yerel birlik dayanışma üzerindeki kısıtlamalardan kurtulmaya çalıştı. Birleşik Gıda ve Ticaret İşçileri Yerel P-9, sistemdeki diğer fabrikalarda grev gözcülüğü kurdu, et paketleyiciler için ileriye dönük tek yolun tavizlerle mücadele etmek olduğunu savundu ve ulusal sendikalarıyla keskin bir çatışmaya girdi.

Diğer birçok durumda, direnmeye çalışan, grev yapan yerel sendikalar, iş birliğini destekleyen uluslararası sendikalarıyla çatıştı. Jay, Maine’deki evrak işçileri, 1990’ların ortalarında A.E. Staley işçileri ve Detroit News işçileri de dahil olmak üzere bu savaşlar, ülkenin dört bir yanından militan destekçileri bir araya getiren parlama noktalarıydı.

Grevler muhalif bir ton aldı. Staley işçileri, AFL liderliğinin grevlerini desteklemesini talep ederek 1995 AFL Yönetim Kurulu toplantısını seçtiler. Bu sendikacılık biçimi, işçiler ve işverenler arasında keskin çizgiler çizdi, şiddetli savaşlara girdi ve sık sık sendika liderliğiyle çatıştı.

Patronla ne kadar mücadele ettikleri ve mücadelenin yoğunluğundan sınıf mücadelesi sendikacılarının kim olduğunu anlayabilirsiniz. Zor duruma düşüldüğünde ve işçiler patronla savaşırken, ortalığı sakinleştirmeye mi çalışıyorlar yoksa mücadeleye katılıp onu yoğunlaştırmaya mı çalışıyorlar?

Çevirmen Notu:

[1] Endüstri İlişkileri uzmanı Profesör Richard Hyman sendikaları üç başlık altında sınıflandırmaktadır. Sınıf sendikacılığı, işletme modeli sendikacılığı ve sosyal demokrat sendikacılığı olarak tanımlamaktadır (2001: 2). Yazıda sınıf mücadelesi sendikacılığı kavramı çeviriye sadık kalınarak kullanılmıştır. Yazar esasen “sınıf mücadelesi sendikacılığını” sınıf sendikacılığı kavramsallaştırması çerçevesinde kullandığını ifade etmek mümkündür.

Hyman, R. (2001). Understanding European Trade Unionism: Between Market, Class and Society, London: Sage Publications.

Orijinal Metin Linki:

https://jacobinmag.com/2022/04/class-struggle-unionism-business-labor-movement/


[1] https://www.pathfinderpress.com/products/teamster-power_by-farrell-dobbs

[2] https://www.abebooks.com/Big-Bill-Haywood-Melvyn-Dubofsky-Manchester/30663201309/bd

[3] http://www.ranknfile-ue.org/cat_hist.html

[4] https://www.bolerium.com/pages/books/91523/fred-thompson-patrick-murfin/the-i-w-w-its-first-seventy-years-1905-1975-the-history-of-an-effort-to-organize-the-working-class-a

[5] https://www.abebooks.com/book-search/title/corporate-ideal-liberal-state-1900-1918/

[6] https://www.abebooks.com/9780717806744/History-Labor-Movement-United-States-071780674X/plp

[7] https://archive.iww.org/history/library/MotherJones/autobiography/

[8] https://labornotes.org/concessions

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu