Röportaj: Toplu İş Sözleşmeleri ve Sendikalaşma Üzerine -Doç. Dr. Hakan Koçak
Bu sene işçi direnişleriyle yeniden gündeme gelen ve oldukça önemli bir konu olan sendikalaşmanın önündeki engeller ve toplu iş sözleşmeleri üzerine Sayın Doç. Dr. Hakan Koçak ile röportaj yapmak istedik. 1 Mayıs’ın coşkulu kutlanışından hemen önce TİP’in sunduğu yasa teklifinin, sendikalaşmanın önündeki engellerin ve toplu iş sözleşmelerinin öneminin konuşulmasının oldukça değerli olduğuna inanıyoruz.
Münire Özbey: Merhaba hocam, öncelikle röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederiz. Hakan Hocam, çokça anlattınız, ancak bir kez daha duyulsun isteriz, temellerden başlarsak; Türkiye’de TİS’in geçmişine baktığımızda hangi aşamaları görüyoruz?
Hakan Koçak: Türkiye’de toplu sözleşmeye ilişkin ilk düzenleme dar bir kapsamda olmak üzere ilk kez 1926 tarihli Borçlar Kanunu’nda yer alır. Kanun’daki ifadesiyle; “İş sahibi kimselerin veya cemiyetlerinin, işçilerle veya cemiyetleriyle yaptıkları sözleşmeye çalışma şartlarına ilişkin hükümler konulabilir.” Yakın zamana kadar yürürlükte kalmış olan bu kanun hükmünün çalışma yaşamının tarafları açısından etkili biçimde kullanıldığı söylenemez. Sendikalar 1950’li yıllarda az sayıda toplu sözleşme imzalamış ancak bu alanda farklı mekanizmalar ve daha sonra çıkarılan doğrudan konuyla ilgili kanunlar belirleyici olmuştur. 1936 tarihli İş Kanunu işçi-işveren uyuşmazlıklarının çözümünde zorunlu hakemlik (tahkim) sistemini getirmiş, toplu pazarlık ve sözleşme özgürlüğüne yer vermemiştir. Zorunlu tahkim sistemi içinde, işçi temsilcileri ve daha sonra da sendikalar toplulukla iş uyuşmazlıkları çıkarma yetkisine sahip olmuş ve bu yolla ücret ve diğer çalışma koşullarında kısmi kazanımlar elde edebilmişlerdir. Söz konusu sistemde devlet, hakem kurulları aracılığıyla taraflar arasındaki uyuşmazlıklarda son sözü söyleyen zorunlu hakem rolünü oynar. 1950’li yıllar boyunca sendikaların ve birçok sosyal siyasetçinin savunduğu toplu pazarlık hakkı ancak 1961 Anayasası’nda ilk kez anayasal düzeyde tanınmıştır. 47. maddede “İşçiler, işverenlerle olan münasebetlerinde, iktisadi ve sosyal durumlarını korumak veya düzeltmek amacıyla toplu sözleşme ve grev haklarına sahiptirler.” hükmüne yer vererek toplu pazarlık ve sözleşme hakkını işçilere tanımıştır. 1963 yılında çıkartılan 275 sayılı “Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu” ise ülkemizde toplu pazarlık ve sözleşme düzenini kuran ilk kapsamlı yasal düzenlemedir. Bu tarihten sonra toplu pazarlıklar ve sözleşmeler hızla artış kaydetmiş, sendikal hareketin başarıyla yürüttüğü pazarlıklar ve mücadeleler sonucunda Türkiye işçi sınıfı kazanımlar sağlayan toplu sözleşmelere kavuşmuştur.
12 Eylül sonrasında dönemin genel siyasi yaklaşımı çerçevesinde hazırlanan ve 1983 yılında çıkartılan 2822 sayılı kanun, toplu pazarlık hakkını ve toplu sözleşme süreçlerini sınırlandıran yönleriyle yakın zamana kadar, başta sendikalar olmak üzere, çeşitli kesimlerin eleştirilerini almıştır.
2012 yılı içinde 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu ile sendikalar ve toplu iş sözleşmesi, grev lokavtı düzenleyen yasalar birleştirilmiş ve bir dizi değişiklik yapılmıştır. Böylece toplu pazarlık ve toplu sözleşme düzeninde yeni bir döneme girilmiştir. Ancak bu düzenlemelerin 12 Eylül eseri olan önceki çerçeveyi değiştirdiği söylenemez. Toplu iş sözleşmesi düzeylerini sınırlandıran, yetki süreçlerini uzun ve karmaşık kılan, yetki itirazlarıyla hak kayıplarına zemin oluşturan, işçilerin toplu pazarlıktaki en güçlü yaptırım gücü olan grev hakkının kullanımını her açıdan kısıtlayan yanlarıyla yeni yasa da otoriter çalışma ilişkileri rejiminin devamını sağlayan niteliktedir.
Münire Özbey: Toplu İş Sözleşmeleri gerçekten uygulansa emekçilerin kazançları neler olabilirdi? Toplu İş Sözleşmelerinin emekçiler için önemi ve faydaları nedir?
Hakan Koçak: Toplu pazarlık ve onun neticesinde ortaya çıkan toplu iş sözleşmesi üretim sürecinin başlıca iki öğesi olan emek ve sermaye arasındaki ilişkilerde taraflar arasında pazarlık gücü dengesi kurma amacından doğmuştur. Çalışma ilişkilerinde işveren karşısında bireysel düzeyde zayıf ve dezavantajlı durumda olan çalışanların hak ve çıkarlarının, sendikalar aracılığıyla, işverenle topluca müzakere edilmesi ve bu yolla geliştirilmesi sürecini anlatır.
Devletin mevzuat yoluyla oluşturduğu hukuki çerçeve içinde, işçi ve işverenlerin çalışma ilişkilerini kendi iradeleri ve güçleri ile yapacakları pazarlıklarla belirlemelerini esas alır. Bu anlamda özünde çatışmalı karaktere sahip olan işçi-işveren ilişkilerine daha barışçıl ve kurumsal bir nitelik kazandırır.
Sendikaların en temel işlevlerinden birisi toplu pazarlıkta üyelerinin çıkarlarını temsil etmek ve onlar için yeni haklar elde etmektir. Toplu pazarlık bugün çoğu ülkede çalışma ilişkilerinin başlıca aracı durumuna gelmiş ve genellikle yasaların ve hakem kurullarının sağlayamadıkları hak ve çıkarları işçilere sağlama olanağı getirmiştir.
Toplu iş sözleşmesi ile işçiler ücretlerini yükseltme, geçim koşullarını iyileştirme imkanlarına sahip olurlar. Bunu kolektif güçlerini harekete geçirerek gerçekleştirdikleri pazarlıkla yaparlar. Ancak toplu iş sözleşmesi yalnızca ücretlere dair bir pazarlığın yazılı hale getirilmiş sonucu değildir. Aynı zamanda işyerinde çalışma koşullarının insanileştirilmesi, işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinin alınması ve iş güvencesinin artırılması gibi işlevleri de vardır. TİS yoluyla işyerinde oluşturulan disiplin; İSİG vb. kurullarda işçi temsili sağlanır, yasanın öngördüğü tazminatlardan daha fazlası sağlanabilir, keyfi uygulamalara engel olunur, ücret adaletsizliğine karşı nesnel kriterlere dayalı bir ücretlendirme sistemi kurulabilir. Öte yandan TİS uygulanan işyerinde artık sendika temsilcileri bulunur ve bu da işyeri demokrasisinin tesisi, işçilerin haklarının işyerinin gündelik yaşamında, emek sürecinde savunulması için de hayati öneme sahiptir.
Münire Özbey: Dünya’ya baktığımızda TİS’in en başarılı uygulandığı ülkeler nelerdir, neden bu ülkeleri başarılı buluyorsunuz ve eksikleri nelerdir?
Hakan Koçak: Dünyada toplu pazarlık ve toplu iş sözleşmesiyle ilgili farklı mevzuatlar ve gelenekler var. Fransa gibi örneklerde sendikalaşma oranı düşük olmasına rağmen toplu pazarlık kapsamına giren işçilerin oranı çok yüksek. Avrupa’nın kuzeyine, özellikle İskandinav ülkelerine gittikçe sendikalaşma oranlarının çok yüksek seyrettiğini ve güçlü ulusal düzeyde sözleşmeler yapıldığını görebiliyoruz. Öte yandan birçok ülkede çok düzeyli (işyeri, sektör, ulusal) toplu sözleşmelerin yapılabildiğini görüyoruz. Bu da işçilerin haklarını daha güçlü biçimde savunmasına imkan tanıyor. Bizim mevzuatımız ise toplu iş sözleşmesini salt işyeri düzeyine sıkıştırıyor. Bu durumun yarattığı ciddi zayıflıklar var. Dünyada başta birçok Avrupa ülkesi olmak üzere uygulanan çoklu toplu pazarlık ve oluşan toplu sözleşmeler aynı zamanda sendikal temsile de derinlik kazandırıyor. İşyerlerinden öte ulusal düzeyde asgari ücretin de bir tür toplu pazarlık sonucu belirlendiği ülkeler var. Konfederal örgütler, güçlü ulusal düzeyde işçi hareketleri bu durumun hem sonucu hem de nedeni. Dünyada da sendikaların yaşadığı genel bir zayıflama var elbette ama biz çok daha gerilemiş durumdayız, bahsini ettiğim toplu sözleşmeye dair mevzuat sınırlamalarının da etkisiyle.
Münire Özbey: Sözleşmenin ve sendikalaşmanın yaygınlaşması için atılabilecek adımlar nelerdir? Birbirleriyle çatışan durumlar nasıl oluşuyor ve sendikalaşma bu noktada nerede duruyor? Neden sadece TİS yeterli değil? Bu yasa teklifi de burada temelden bir adım, ancak başka ne yapabiliriz?
Hakan Koçak: Sendikalaşmanın ve onunla bağlantılı olarak toplu sözleşme kapsamındakilerin genişlemesi için yasa teklifimizde de vurgulandığı gibi yasal engellerin aşılması gerekiyor. Gerçek bir sendikal özgürlük ortamı kurulmalı. Bunun için de sendikaların, emek yanlısı partilerin, emek yanlısı oluşumların birlikte odak yaratması, mücadele vermesi gerekli. Biz teklifi verirken tam da buna vesile olsun istedik. Oyunun kuralları tümüyle, baştan kabul edilerek mücadele olmaz. Oyunun kurallarının değişmesi de hem sendikal hem siyasal bir mücadelenin konusudur. Mevcut sendika ve toplu iş sözleşmesi, grev mevzuatımızın ILO sözleşmeleri, geçmiş mevzuatlar, işçi hareketinin tarihsel birikimi, genel demokratik standartlar bağlamlarında eleştirisi yapıldı. Ciltler dolusu tespitler, uyarılar, öneriler var. ILO’nun ilgili komitelerinin işaret ettiği eksikler var. Çeşitli partilerin programlarına girmiş öneriler var. Sendikaların kongre kararları, talepleri var. Tüm bu külliyat fiili bir mücadelenin, bir “işçi sınıfının örgütlenmesinin önünü açın” kampanyasının fikri zeminini yeterince oluşturuyor. İş silkinmek ve harekete geçmekte.
Her şeye rağmen Türkiye işçilerinin sendikalaşmak için olağanüstü özverili çabaları bu noktada en büyük umut kaynağı. İşsizlik ortamına, işten çıkarılma riskine rağmen her yıl binlerce işçi sendikalaşma için bazen aylara, yıllara yayılan muazzam mücadeleler veriyorlar, çok zorlu direnişler gerçekleştiriyorlar. Bunların enerjisini işçi hareketinin bütününe taşımak, sendikal örgütlenme kapasitesini artırmak, örgütlenme özgürlüğünün politik bir hedef de olduğunu işçilere anlatarak seferber etmek gerekiyor. TİP tam da böyle bir yolda ilerlemeye çalışıyor.
Ömer Ünal: Yasa teklifine biraz daha detaylı bakmak gerekirse, çifte baraj ve grev ertelemelerine yönelik değişiklikler önerinin içine dahil mi, bunu kapsama almayı düşünüyor musunuz? Yasaklarla ve engellemeler ile inşa edilen 6356 sayılı yasanın işçi sınıfının haklarını gözeterek yeniden yazılması gerekliliğine yönelik çalışmalarınız var mı?
Hakan Koçak: Biz bu yasa değişikliği teklifini yalnızca çok acil ve yakıcı bir sorun olan yetki itirazları engelini kaldırmaya yönelik olarak düşündük ve öyle hazırladık. Belirttiğiniz konuları da içeren çok daha kapsamlı bir yasal değişiklik, daha doğrusu yeni bir toplu iş sözleşmesi yasasının hazırlanmasını gerekli görüyoruz. Gelecek yıl, ilk TİS yasasının çıktığı 1963’ün 60. yılı vesilesiyle böyle bir hazırlığımız da olacak.
Bu hazırlığı da sendikaların, iş hukuku ve sosyal politika uzmanlarının, emek aktivistlerinin en geniş katılımıyla yapmayı hedefliyoruz. Meseleyi yalnızca bir metin hazırlığı olarak değil farkındalık yaratma, emek cephesinin kapasitesini artırma süreci olarak görüyoruz.
Hakan Koçak hocamıza zamanı ve cevapları için çok teşekkür ederiz, yeniden buluşmak umudu ve dayanışma ile.