Bu seçimin kaybedildiği bir gelecek, gerçekten kelimenin tam anlamıyla olabilecek en kötü ihtimal olur. İşte muhalefetin seçim stratejisine karar verenlerin bu sorumluluğun farkındalığıyla hareket etmesi gerekiyor. Henüz hiçbir şey garanti değil ve kim aday olursa olsun zaten kazanacak diye girilen seçimler genelde kaybedilir.
İşten başımı kaldırdığımda zihnimde pasta grafikler beliriyor. Anketlerle ve anketler üzerine düşüncelerle dolu veriler ve hesaplar gözümün önünde uçuşup duruyor. Türkiye’nin geleceğine dair duyduğumuz endişe sanırım sadece beni değil çok kişiyi böyle düşünceli bir hâle sürükledi. Haydi diyelim temsil edilme iddiasından da vazgeçtik; ama en azından mevcut durumda muhalif siyasete önderlik edenlerin en doğru hesabı yapıp en doğru kararı vereceklerine güvenmek istiyoruz. Çünkü, belki de onların sırf topluma biraz olsun umut vermek için de olsa söyleyegeldikleri ‘o seçimi zaten kazandık’ havasına, bazılarımız ikna olamıyoruz. Neden? İşte onu anlatmaya çalışacağım.
AKP+MHP = CHP+İYİP
Normalde seçim süreçlerinde sürekli anket takip ederdik. Artık normal zamanda da düzenli takip eder olduk. Tek ve spesifik bir anketin sonucundan ziyade son günlerde gördüğüm anketlerden aklımda kalan ortalama sonuçlardan bir özet çıkarmak istiyorum. Bu çalışmam titiz bir ortalama hesabına da dayanmıyor, onu da eklemeliyim.
100 seçmenin yaklaşık 25’i AKP’ye oy vermeyi düşünüyor, 5-6’sı MHP’ye. Cumhur ittifakının hâlihazırda bütün düşüşe rağmen kemik olarak sabit duran %30-33’lük bir kitlesi var. Bunu oy oranıyla karıştırmamak lazım tabii, bahsettiğim oran toplam seçmen içinde. Türkiye genelinde seçime katılım %85-90 arasında seyrettiğinden bu oran seçime gidildiğinde verilen oylar içinde %40’a yaklaşan bir orana denk geliyor. Ama bence seçime daha ne kadar kaldığı bile net değilken anketlerde kararsızların dağıtılmasından önceki oy oranı ve kararsızların miktarı üzerinden değerlendirme yapmak daha mantıklı. Dolayısıyla şu anda benim gözlediğim Cumhur İttifakı’nın (Cİ) %30’un biraz üzerinde seçmenin desteğine sahip olduğu.
Anketlerde Millet İttifakı’nın (Mİ) sabit iki partisi CHP ve İYİP oylarına baktığımızda da AKP-MHP ikilisi ile hemen hemen aynı oy oranını görüyoruz. Bazısında CHP iki puan fazla İYİP biraz az, ötekisinde tam tersi, ama toplamda %30’un biraz üzerinde seçmen bu iki partiden birine oy vermeye karar vermiş durumda. Kabaca her üç seçmenden biri Mİ, biri Cİ partilerinden birine oy veriyor. Basit bir varsayımla aynı oranları Erdoğan ve muhalefetin isimsiz ortak adayı için de başlangıç oyları olarak kabul edebiliriz. HDP ve diğer partilerin oylarına bakmadan önce elimizde iki aday arasında hemen hemen eşit bir tablo var.
Dört Kilit: HDP, Masanın Sağı, Kararsızlar ve Diğerleri
HDP’nin toplam seçmen içinde anketlerde çok da fazla değişmeyen, %8-9 civarında bir oy oranı var. Elbette bu da kararsızlar dağıtılmadan önceki oran. Altılı masanın muhafazakar üçlüsü DEVA, Gelecek ve Saadet partileri toplamda %4-5 civarında seçmene sahip gibi görünüyor. Burada not düşmekte fayda var ki ortalama bir ankette %2 veya %2,5 hata payı oluyor, dolayısıyla aslında görece az oranlı partilerin oylarına dair tahminler çok isabetli olmayabilir, diğer yandan toplamlarının ve anketler ortalamasının yine de anlamlı olduğu kanısındayım. Altılı masanın diğer partisi Demokrat Parti, genelde anketlerde Diğer başlığının içinde kalıyor; muhtemelen çok az miktarda oyu var. Son olarak, Türkiye İşçi Partisi, Yeniden Refah Partisi, Zafer Partisi ve diğer partilerin de toplamda %4’e varabilen bir seçmen desteğine sahip olduğunu anketlerden çıkarabiliyoruz. Bilhassa Mayıs ayındaki anketlerde bu toplamın çoğu da Zafer Partisi’nden geliyor.
Bütün bu tabloyu bir araya koyduğumuzda elimizde %30-33 Erdoğan, %30-33 muhalif aday oyu, %8-9 HDP, %4-5 DEVA-Gelecek-Saadet ve %4 diğer oy var. %18-22 arasında seçmen de kararsız veya cevap vermiyor ya da protesto oy seçeneğini tercih ediyor. Anketlerin Türkiye içindeki seçmenle yapıldığını ve 2018’de Türkiye’deki seçmen içinde katılım oranının %88 olduğunu düşünürsek bugün kararsız-cevapsız bu seçmen kitlesinin yaklaşık yarısının seçimde de oy vermeyeceğini tahmin edebiliriz.
Bu tabloda ideal senaryoda CHP ve İYİP potansiyel seçmeninin tümünün desteğini alıp HDP’den de büyük oranda oy alabilen ve bunu yaparken DEVA, Gelecek ve Saadet seçmeninin de karşı tarafa geçmeyeceği bir muhalif aday seçime toplam seçmenin %45’inden fazla oyla başlıyor, hemen her makul katılım oranı beklentisinde seçimi kazanıyor. Belki de muhalif partilerin genel merkezlerindeki zaten kazandık iyimserliğinin sebebi budur. Ama bence bu kitlenin tümünün desteğini firesiz alacak aday konusu kolaylıkla geçiştireceğimiz bir konu değil.
Erdoğan ve Mİ’nin kemik seçmenlerini geride bıraktığımızda 3 ayrı ana seçmen kümesi ve bir de parçalı son grup kalıyor. İlk küme HDP seçmeni, ikinci grup DEVA-Gelecek-Saadet partisini destekleyenler, üçüncüsü ise kararsızlar. Son parçalı grupta ise TİP’e oy veren sosyalistlerden Erbakan’ın YRP seçmenine ve Özdağ’ın heyecanlandırdığı öfkeli milliyetçi gençlere uzanan toplamda %4 civarında bir kitle var. Seçim kampanyası aslında bu 4 grup üzerinde gerçekleşecek. Bu dört grubun tercihleri, oy vermeye gidip gitmemesi ve vereceği oy sonucu belirleyecek.
En Kötü Senaryo: Erdoğan Kazanamaz mı?
En kötü senaryoyu hesaplamak, işlerin garanti olup olmadığını görmek için elverişli bir yöntem. Bu senaryoda muhalefetin adayı kitleleri ikna edemez, HDP seçmeninin partilerinin kapatılması ihtimalinde boykot çağrısı yapan daha şahin HDP’lilerin etkisine girmesine engel olamaz, bu kitleden alabileceği oyların çok azını sandığa taşıyabilir. DEVA-Gelecek-Saadet seçmenlerindeki önyargıları aşamaz, bu kitlenin oy vermemesine ve hatta bazılarının Erdoğan’a son bir kez oy vermesine sebep olabilir. Kararsızların çoğunu inandıramadığı için sandığa gelmeye, oy vermeye giderse kendisine vermeye ikna edemez. Zaten kararsızların önemli bir kısmı geçmişte Erdoğan’a ve AKP’ye oy verenler olduğu için rakibinin bu kitleleri yeniden heyecanlandırıp sandığa taşıyarak kendi hanesine yazmasını engelleyemez. Bilakis bu heyecanı körükleyecek hatalar yapar. CHP de zaten AKP’den farksız diyen, ampulün içine altı ok çizen provokatif söylemlere mâni olamadığı, güçlü bir karşılıkla genç kitleyi ikna edemediği için bir miktar potansiyel seçmenini Zafer Partisine kaptırır veya bu kitlelerin bir kısmı seçime katılmamayı tercih eder. Sonuç olarak katılımın %85’in altına düştüğü, muhalif adayın seçmenin %40’ının oyunu alabildiği, kalan oyların Erdoğan ve diğer az oy oranlı adaylar arasında paylaşıldığı bir ilk tur tablosuyla karşılaşırız. Bu tabloyu daha da netleştirmek için Erdoğan’ın alabileceği maksimum oyu da düşünmek gerekir. %30-33’lük başlangıç tabanının tamamının üzerine kararsızlara kaybettiği 10 puana yakın oyun bir kısmı ve Gelecek-Saadet-DEVA partilerine kaybettiği oyların da birazını geri aldığında Erdoğan %40, hatta maksimumda seçmenin %42’sine kadar uzanan bir potansiyele ulaşabilir. Buna ulaşmak için seçim öncesinde popülist ama etkili ekonomik politikalar da uygulaması lazım elbette, ama bunu da en kötü ihtimal senaryomuzda dışlayamayız, nihayetinde ne yapacağımızı Erdoğan’ın yapacağı hatalara bağlayamayız. Bu durumda ilk turda veya ikinci turda %85’in, %84’ün altında kalan katılımlarda ve katılım oranı düştükçe artan bir ihtimalle Erdoğan hâlâ kazanabilir.
Bizim seçim sonunda gördüğümüz oy oranı, Erdoğan’ın aldığı oy sayısının toplam oya oranı şeklinde olacak. Erdoğan seçmenlerin %42’sinin oyunu alabilirse bu %84’ün altındaki katılım oranı halinde oyların çoğunluğunu ve haliyle seçimi kazandığı anlamına gelir. Yukarıda biraz karmaşık biçimde ve örtük varsayımlara dayalı olarak vardığım bu %42 hesabı çok muhtemel değilse bile imkânsız da değil. Seçmenin %33’üyle başlayıp, zaten büyük bir kısmı kendisinden kaçan %20 civarı kararsızlardan 6-7 puan, yine kendisinden kaçan Deva-Gelecek-Saadet oyları içinden 1-2 puan aldığında ulaşabileceği bir değer. Muhalif adayın geri kalan kararsızların çoğunu ikna edemediği durumda ve olası bir HDP kapanma kararı sonrası o seçmen bloğunun yarısına yakınının katılacağı bir boykotla birlikte katılımın düşmesi, Erdoğan’ın maksimum potansiyel oyunu alması ve bu şekilde seçimi kazanması ihtimaller dahilinde.
İşte bu yüzden muhalefetin adayı her kim olacaksa, öncelikle fark etmesi gereken kazanılmış bir seçimin adının konacağı bir müsamereye girmediğidir. Seçim süreci kolay olmayacak. Muhalefet ne planlayacaksa karşı tarafın cevabı, hamlesi olacak. Belki toplumsal gerginlik artacak, belki muhalefet arasındaki fay hatlarına oynanacak. Ama muhalif adayın CHP ve İYİP seçmeninin tümünü elinde tutabilirken HDP seçmeninin çoğunu da kendisinin birleştirici liderliğine ikna etmesi, DEVA-Gelecek-Saadet seçmenlerini kaybetmemesi, Özdağ’ın etkisine girmesi muhtemel gençleri ikna edip sandığa gelmeye ve kendisine oy vermeye yöneltebilmesi gerekiyor. Bütün bunları yapabilen için kazanmanın kolay, kaybetmenin zor olduğu bir seçim yaşarız. Ama zor olan bu adayı bulabilmek.
Bu seçimin kaybedildiği bir gelecek, gerçekten kelimenin tam anlamıyla olabilecek en kötü ihtimal olur. İşte muhalefetin seçim stratejisine karar verenlerin bu sorumluluğun farkındalığıyla hareket etmesi gerekiyor. Henüz hiçbir şey garanti değil ve kim aday olursa olsun zaten kazanacak diye girilen seçimler genelde kaybedilir.