Demokrasi ve SolEkonomi ve KamuculukEmek, Dijitalleşme ve GelecekToplum ve Siyaset

Büyük Teknoloji Şirketlerini Nasıl Toplumsallaştıracağız? – Robert Gorwa (Çeviri: Ali Mert Samen)

Platform Sosyalizmi, teknoloji üzerine sol bir vizyonun gelişmesi yönünde ciddi bir katkı sunuyor; ne var ki büyük teknoloji şirketlerinin finansal sermayeyle girift ilişkisini yeterince hesaba katamıyor. Dev platformların toplumsallaştırılması, ancak daha geniş çaplı bir siyasal dönüşüm bağlamında gerçekleşebilir.

Platform Socialism: How to Reclaim our Digital Future from Big Tech by James Muldoon (Pluto Press, 2022) kitabının incelemesi.

Gün içerisinde çalışırken, eğlenirken, etkileşirken ve hatta nefes alıp verirken çoğumuzun dahil olduğu dijital alanlara ilişkin ciddi problemlerin olduğu su götürmez bir gerçek. Fakat dijitalleşen kapitalizmin gelişiminde önemli bir dönüm noktasından geçiyor olduğumuzun o denli farkında olmayabiliriz—bu platformların çoğunun akıbetini halihazırda değiştirip yeniden belirleyen bir dönüm noktası. 

Geçtiğimiz beş altı yıl içerisinde büyük teknoloji şirketleri çevresinde gelişen söylem büyük ölçüde değişti. Market alışverişinden ulaşıma, bakım hizmetlerinden diğer işçilik hizmetlerine birçok alanda uygulamalar üzerinden ve yerel ölçekte hizmet veren servislerin gelişimiyle birlikte, pek çok şehirde artan düzeyde bir iş gücü örgütlülüğü ortaya çıktı. Böylelikle platform işçileri; ücret artışı, diğer ödenek ve kazanımlar ve genel çalışma koşullarının iyileştirilmesi yönündeki çabalarını örgütleyecek yeni uluslararası koalisyonlar kurabildiler. 

Şirketlerce yönetilen Twitter, TikTok ve Instagram gibi sosyal medya platformlarının aldığı kararlar -ya da daha doğrusu, reklam verenleri memnun etmek ve çevrimiçi yasa dışı faaliyetlerle mücadele etmek için bu platformlar tarafından oluşturulan ve büyüyüp serpilen görünmez bürokrasi– kullanıcıların artan itirazıyla karşılaşıyor. Bu kararlar, (farklı gerekçelerle de olsa) yelpazenin hem sağ, hem de sol yanında hoşnutsuzluk yaratıyor ve sorunlu görülüyor. Durum artık öyle ciddi bir hal aldı ki Elon Musk bile, günü kurtarmak için, tünediği yüce daldan inmeyi uygun buldu.

Karşılaştığımız bu sorun için iki çözüm yolu belirginleşmeye başladı. Birincisi, devletlerin meseleye icabet etmesi—geçtiğimiz beş yıl içinde platform ekonomisine ilişkin sorunların üstesinden gelmek üzere küresel ölçekte geliştirilen yeni tip düzenlemelerin sayısında bir patlama yaşandı. Çok büyük çevrimiçi platformlar diye adlandırılan büyük aktörlerin faaliyetlerine müdahale hazırlığındaki Avrupa Birliği’nde bu trendi en net biçimde izleyebiliyoruz. Bu çerçevede önerilen, iş dünyasının olağan işleyişinin hafifçe iyileştirilmiş bir versiyonundan ibaret: piyasa rekabetine odaklanan bir çeşit paydaş kapitalizmi, daha sıkı denetim ve hepsinin üzerine bir tutam bireysel kullanıcı hakkı.

Ne var ki teknolojistlerin başka bir planı var—ki bunlardan kasıt yalnızca son yıllarda endüstrinin karşısında konumlanan “savurgan teknolojik şirket kardeşliği” değil. Geliştirdikleri yeni model (henüz hala biraz toz bulutu durumundaki Web3), mevcut platform-bazlı modelden büyük ölçüde uzaklaşarak şirketlerin faaliyetlerine düzenlemeler getiren akıma karşı ön almayı hedefliyor. Bunun yerine kriptografik tokenlar üzerinden bir dizi “merkezsiz” hizmet sunmaya yöneliyor. Görünüşte bireyin otonomisini artırdığını, sevilmeyen aracıları aradan çıkararak güçlerini kırdığını ve kişilere çevrimiçi faaliyetlerinden para kazanabilme şansı sunduğunu pazarlayan bir vizyon bu. (Hepsi kulağa çok hoş geliyor, yeter ki örtünün altında ne var diye bakmayın.)

Platform Sosyalizmi adlı yeni yayımlanan muhteşem kitabında, siyaset teorisyeni ve işçi hareketi tarihçisi James Muldoon, dikkate değer bir alternatif senaryo ortaya koyuyor. Muldoon her iki çözüme de karşı çıkıyor—hem bu alanın kademeli biçimde teknokrat denetimine tabi kılınmasını, hem de risk sermayedarlarının ve kripto-müritlerin teknolojik çözümcü anlayışını reddediyor. Bunlar yerine Muldoon; “dijital varlıkların toplumsal mülkiyetinin”, dijital hayatlarımızı yöneten sistem ve altyapılar üzerinde demokratik bir kontrol sağlamanın bir yolu olduğuna dikkat çekiyor.

Küresel Ortak Dijital Varlıklara Doğru

Kısaca özetlemek gerekirse kitap, teknoloji endüstrisini toplumsallaştırmamız gerektiğini savunuyor. Uber, Amazon ve Alphabet gibi örneklere de değinerek Facebook ve Airbnb’yi vaka incelemesi için iki temel örnek olarak ele alıyor. Çevrimiçi işçi piyasalarına, endüstriyel platformlara ve platform ekonomisinin daha serbest ve tanımı güç aktörlerine fazla değinmemesine rağmen, platform ekonomisine dair soldan gelen çoğu eleştirel analizin ötesine geçiyor. Zira mevcut sol analizlerin çoğu, şirketlerin belirli yeniden yapılandırılış biçimlerine odaklanıyor. Buna iyi bir örnek, platformların kooperatiflere dönüştürülmesi yönündeki önerilerdir. Muldoon bunun yerine, mümkünse küresel ölçekte, “sosyo-teknik sistemlerin dizaynı ve kontrolü için daha derin ve geniş çaplı bir aktif katılım biçimini” savunuyor.

Bu, birkaç temel hedef etrafında şekillenen oldukça iddialı bir proje. Hedeflerden birincisi demokratik katılıma ilişkin: Muldoon, çevrimiçi toplumlar ve kamusal platformlarda kapsamlı özyönetim biçimlerine ihtiyaç olduğuna dair oldukça ikna edici bir argüman sunuyor. Bu özyönetim biçimleri; uygulama ve web sitelerinin kural ve talimatlarını –yani herhangi bir platformun yetki alanını ve kullanıcı davranışına ilişkin normları– bizzat kullanıcıların belirlemesine olanak tanımalı. Daha da önemlisi, Platform Sosyalizmi firmalar tarafından geliştirilen platform hizmetlerinin, paydaşlara getireceği kâra değil mümkün ölçüde toplumsal değer üretmeye odaklanacağı bütüncül bir yeniden yapılandırma öneriyor.

Muldoon, bu fikir ve pratikleri uygulamaya koyabilmek için en beğendiği sosyalist örgütlenme biçiminden yola çıkarak “demokratik iştirak” modelini ortaya atıyor. Bu, G. D. H. Cole gibi düşünürlerden ve lonca sosyalizmi geleneğinden ilham alan bir strateji. Buna göre, giderek genişleyen karmaşık küresel teknoloji yığınlarının koordinasyonu, merkezi bir planlamaya ya da çeşitli algoritmik hesaplara göre değil, merkezsiz ve yetki paylaşımına dayalı bir karar mekanizmasıyla işleyecek. Bu karar mekanizmalarına yalnızca işçiler değil, “üreticiler, kullanıcılar ve yerel toplumlar” dahil olacak.

Platform kapitalizminin mevcut biçimlerine karşı kitapta geliştirilen ideal alternatif tasarıya göre, siyasal ve ekonomik açıdan yüksek önemdeki teknolojik altyapıların demokratik biçimde kontrol edilmesi elzem. Bu, yalnızca dijital ekonominin mülkiyeti özel olan materyal omurgasını (örneğin denizaltı kabloları ve veri merkezlerini) kapsamıyor, fikri mülkiyeti (yazılım) ve veri kaynaklarını da içeriyor. Vurgulamak gerekir ki bu kaynaklar yalnızca paylaşıma ve yaygın erişime açık olmakla kalmamalı, post- ve neo-kolonyal bağlamın yarattığı iktidar eşitsizliklerini dönüştürmeye yönelik biçimde aktif olarak kullanılmalı. Alphabet’i ya da Meta’yı, bunları oluşturan parçalara ayırmaktansa, bahsettiğimiz çizgideki bir yaklaşım, bunların nasıl kâr amacı gütmeyen kuruluşlara dönüştürüleceği sorusuna odaklanacaktır. Böyle bir senaryoda edinilen ekstra gelir, saldırgan reklam ve çerezlerin olmadığı, çeşitli yüksek kalitede hizmetleri sağlamaya çaba gösterecek bir “Küresel Dijital Varlık Örgütü”ne aktarılabilir.

Muldoon, bunu daha da ileri taşıyarak, büyük platform şirketlerinin kamulaştırılması ya da Google ve Amazon’un işçi kooperatiflerine dönüştürülmesinin nihai hedef olarak yeterli olmayacağını düşünüyor. “Alphabet’i 132.000 çalışanına teslim etmek onlar için harika olurdu, fakat küresel toplumun geri kalanı ne olacak?” diye soruyor Muldoon. İktidarı yeni bir elit grubu arasında paylaştırmak yerine daha fazlasını hedeflemeli, “mülkiyeti demokratikleştirmeli ve halkı bu yeni yönetişim yapılarına katılmak üzere güçlendirmeliyiz.”

Bu (Dijital) Dünyayı Kazanmak

Platform Sosyalizmi’ni, geleceğe nasıl ulaşacağımızı tarif eden bir harita gibi görmek yerine, bir alternatif gelecek taslağı olarak değerlendirmeliyiz. Muldoon, kitabın ütopik bir vizyon ortaya koymayı amaçladığını açıkça belirtiyor; platform sosyalizmi perspektifini, dijital kapitalizmin çeşitli şekillere bürünen sömürü ve tahsisatlarına karşı gelecekte verilecek mücadeleye yönelik uzun vadeli bir karşı-hegemonya projesi olarak tasavvur ettiğini söylüyor. Böyle bir vizyon, alternatifler hakkındaki kamusal ve akademik söylemi mevcut statükonun alanına taşımak gibi önemli bir rol üstleniyor.

Muldoon her ne kadar teknoloji politikası alanında yeni olsa da kitabının birçok araştırmacı tarafından okunduğunu fark etmek beni cesaretlendirdi. Kitabın zamanlaması bundan daha iyi olamazdı—daha önce dijital platformlara ilişkin nispeten daha dar kapsamlı sorunlar üzerine çalışan akademisyenler giderek perspektiflerini genişletmenin yollarını arıyor. Bu, belki de teknolojiyi yönlendiren belirli bir iş modeli, yönetişim rejimi ve siyasal-ekonomik teşvik dizisinin bütünüyle çöktüğünü giderek daha fazla teslim eden araştırmacıların artmasının bir sonucudur. Platform ekonomisine yeni eleştirel yaklaşımlar getirilmeli ve bu bağlamda Muldoon’un kitabı takdire şayan bir müdahale.

Ne var ki, Muldoon’un belirttiği gibi, “insanlığın bundan böyle sonsuza kadar Mars’ta kurulacak kolonilerde yaşadığını hayal etmek, dijital platformlar üzerinde anlamlı bir demokratik kontrol tatbik edildiğini hayal etmekten çok daha kolay.” Bu, “teknoloji endüstrisine ilişkin pek çok sorunumuzun çözümünün, bu güçlü şirketleri daha fazla demokratik denetim ve kontrole tabi tutmaktan geçtiği” kabul edilse bile halen doğru görünüyor. Herhalde Berlin ve Paris’te pek çok seçilmiş yetkili ve bürokrat da aynı fikirdedir; seçimli demokrasinin, kimseye hesap vermeyen yabancı teknoloji baronları üzerinde etkin kılınması gerektiğini savunacaklardır. Buna rağmen, AB’nin yeni düzenlemeler getirmeye yönelik çabalarının platform değerini pek de demokratikleştirdiğini ya da yeniden dağıttığını söylemek mümkün değil.

Devrim TikTok’tan Paylaşılmayacak

Peki ya Muldoon’un eleştirdiği “platform realitesi” bizim hayal gücü noksanlığımızdan ileri geliyorsa? Kitap; en büyük çok-uluslu teknoloji şirketlerinin, küresel finans kapitalizminin mantığı içinde ne denli merkezi bir konuma yerleştiğini anlatan örneklerle dolu. Platform hakimiyetinin oluşturduğu Gordion düğümünü çözmeye engel teşkil eden büyük problem, BlackRock gibi güçlü finansal kuruluşların ve risk fonlarının, Meta ve Amazon gibi şirketlerin büyüme ve karlılığından kazanım elde etmesidir.

Bu ekonomik karşılıklı bağımlılığa dayalı yapılar, gerçek bir değişim hedefleyen her türlü fikri tehdit ediyor. Örneğin, Standard & Poor’un listelediği New York ve Chicago borsasında işlem gören en büyük 500 şirkete bakalım. S&P 500, 2021’de %27 artış göstermiş. Bu büyümenin neredeyse üçte biri, ABD merkezli sadece beş şirkete ait: Apple, Microsoft, Google, Tesla ve Nvidia. Muldoon’un 2020’de belirttiği gibi S&P’nin geri dönüşlerinin %60’ı bu şirketler üzerinden. Ekonomi tarihçisi Adam Tooze’a göre S&P, ABD ekonomisinin üretken sermayesini hesap edecek bir ölçüt olarak anlaşılabilir. Bu böyleyse, büyük yazılım ve donanım şirketleri, ABD’nin (ve geniş ölçekte kapitalist dünya ekonomisinin) bağımlı olduğu ekonomik büyüme için kritik öneme sahip.

Böyle bir bağlamda en ütopik görüşleri savunacak düşünürler bile, bu son derece güçlü maddi menfaat odaklarının, firmaların kâr amacı gütmeyen ve topluma faydalı hizmetlere dönüştürülmesine izin vereceğine inanmakta güçlük çeker. Platform sosyalizmi – ya da hiç değilse platform sosyalizmi gündeminin temel unsurları – kapitalist bir model içerisinde hayata geçirilebilir mi?

Çevrimiçi toplumun bu alanı kendi kendine yönetebileceği anlamlı özyönetim biçimleri ve Muldoon’un kısıtlı bazı politika önerileri nispeten olanaklı görünüyor. Büyük çaplı vizyonun hayata geçmesi ise ciddi ölçüde ekonomik, politik ve sosyal sermaye gerektiriyor ve başarılı bir şekilde gerçekleştirilebilmesi ancak yaygın bir siyasal dönüşüme bağlı görünüyor.

Aktivistler ve örgütlü mücadele verenler, büyük teknoloji firmalarına fazla odaklanarak esas kapsamlı görevden uzaklaşmamalı. Öyle ki, günlük hayatımızı çevreleyen teknoloji firmaları ve platform hizmetleri – bilhassa mevcut düzenin tam göbeğine yerleştikleri doğruysa – direniş için giderek daha elverişli bir zemin sunuyor demektir; bu zemin ise daha uzun vadeli bir değişim için bir katalizör görevi görebilir.

Orijinal Metin Link: https://jacobin.com/2022/06/big-tech-facebook-meta-airbnb-socialize-platforms/

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu