Yoldaş Thomas Piketty, Sosyalist Harekete Hoş Geldin – Eric Blanc (Çeviri: Kemal Büyükyüksel)
Thomas Piketty yıllarca 21. yüzyıl kapitalizminin kapsamlı bir eleştirisini sundu. Şimdi, 21. yüzyılın sosyalizminin çağrısını yapmak için sadece eleştirinin ötesine geçiyor gibi görünüyor.
Time for Socialism: Dispatches From a World on Fire, 2016–2021, Thomas Piketty (Yale University Press, 2021) incelemesi.
Dünyanın en önde gelen entelektüellerinden birinin Sosyalizm Zamanı adlı bir deneme kitabı yayınlaması zamanın ruhunun bir işareti. Thomas Piketty’nin cildin uzun girişinde açıkladığı gibi, “Eğer biri bana Fransızcada 2020’de Vivement le socialisme! adlı bir kitabı 1990’larda yayınlayacağımı söyleseydi bunun kötü bir şaka olduğunu düşünürdüm.”
Ancak Piketty için, dünyadaki sayısız diğerleri gibi, “hiperkapitalizm” dediği son otuz yıl, onu mevcut ekonomik sistem hakkında kabul edilmiş gerçekleri sorgulamaya itti. Ve yazar, 2013’te eşitsizlik üzerine en çok satan başyapıtı olan Yirmi Birinci Yüzyılda Kapital’in yayımlandığı sırada hâlâ sosyalizmi savunmaktan çekinirken, şimdi bu terimi benimsemeye başladı – bu kavramın Stalinizmin çağrışımlarından dolayı getirdiği yüke rağmen, “Kapitalizme alternatif bir ekonomik sistem fikrini tanımlamak için en uygun terim bu olmaya devam ediyor.”
Bunda terminolojiden daha fazlası var. Piketty’nin açıkladığı gibi, onun sosyalizmi benimsemesinin altında yatan inanç şuydu: “kişi sadece kapitalizme veya neoliberalizme ‘karşı’ olamaz: ayrıca ve her şeyden önce, kişinin kurmak istediği ideal ekonomik sistemi tam olarak belirlemesini gerektiren başka bir şeyi de destekliyor olması gerekir.” Yaygın eşitsizlik ve yaklaşan iklim felaketi ile karşı karşıya kalan kapitalizme karşı öfke zaten yaygın. Onun görüşüne göre, şimdi her şeyden önce ihtiyaç duyulan şey, ikna edici ve “açıkça açıklanmış bir alternatif”tir.
Yeni Bir Sosyalizm
Piketty, “yeni bir sosyalizm biçimi” iddiasını “katılımcı ve ademi merkeziyetçi, federal ve demokratik, ekolojik, çok ırklı ve feminist” bir biçim olarak özetliyor. Öne sürdüğü vizyon, kesinlikle günümüzün kapitalist demokrasilerinde kodlanmış temsili kurumları ve siyasi özgürlükleri derinleştirmeyi ve genişletmeyi amaçlayan demokratik sosyalist gelenek içindedir. İsyancı bir ayaklanma tasarlamaktan çok uzak olan Piketty, “hukuki, mali ve sosyal sistemi değiştirerek kademeli olarak katılımcı sosyalizme doğru ilerlemenin oldukça mümkün olduğunu” savunuyor.
Ona göre, bu geçiş çoktan başlamıştır: “Uzun vadeli bir perspektiften bakarsak, o zaman eşitlikçi ve katılımcı sosyalizme doğru uzun yürüyüş çoktan başlamış demektir.” Neoliberal çağda ilerlemenin duraksamasına rağmen, kapitalist ülkelerde on dokuzuncu yüzyıldan bu yana yaşanan büyük hikayenin, eşitsizliklerdeki “keskin azalma” ve refah devletinin çarpıcı büyümesi olduğuna dikkat çekiyor.
Batı Avrupa’da -kitabının coğrafi odak noktası- yirminci yüzyılın başlarında toplam kamu harcamaları milli gelirin sadece yüzde 10’uydu. Ancak şimdi yüzde 40-50’ye ulaştı ve ezici bir şekilde eğitim, sağlık ve emeklilik gibi hizmetleri finanse etmeye adadı. Piketty’ye göre, bu ilerleme, hükümet politikasında kodlanan halk baskısının sonucuydu – ne yönetici sınıfın radikal değişimi önleme manevrası ne de kendi araçlarına bırakılmış kapitalist gelişmenin kaçınılmaz bir yan ürünü değildi.
Kamu hizmetlerinin daha da genişletilmesinin – en önemlisi, yüksek öğrenimi herkes için erişilebilir kılacak önlemler de dahil olmak üzere – sosyalizme doğru ilerlemek için gerekli olduğunu iddia etse de, Piketty’nin vizyonu, sağlam refah devletlerini yeniden inşa etmeye indirgenemez. Gerçek eşitlik için, “bütün güç ve tahakküm ilişkileri yelpazesini” yeniden düşünmemiz gerekiyor. Sosyalizme geçiş anlayışının özünde, özel firmalarda çalışan etkisinin artışı ile birlikte zenginliğin radikal bir şekilde yeniden dağıtılması yatar.
Time for Socialism’deki daha yenilikçi önerilerden biri, 25 yaşına geldiklerinde herkese kabaca 180.000$’lık bir “herkes için asgari miras” sağlamak için artan oranlı vergilendirmeyi çarpıcı biçimde artırmaktır. Bu politika aracılığıyla Piketty, “herkesin birkaç yüz bin avroya sahip olacağı, birkaç kişinin belki birkaç milyona sahip olacağı, ancak daha yüksek holdinglerin kazançlarının . . . sadece geçici olacağı ve vergi sistemi tarafından hızla daha rasyonel ve sosyal olarak daha faydalı seviyelere indirileceği” bir toplum hayal ediyor.
Herkese cömert bir mali destek sağlamak, pek çok faydasının yanı sıra, işçileri maddi zorunluluk nedeniyle kötü çalışma koşullarını, düşük ücreti ve işyeri despotizmini kabul etmeye zorlanmaktan kurtaracaktır. Kısacası, zenginliğin baştan aşağı kapsamlı bir yeniden dağıtımı, “bütün güç ilişkileri ve toplumsal egemenlik ilişkilerinin yeniden tanımlanmasına yardımcı olacaktır.”
Bu güç değişimini derinleştirmek için Piketty ayrıca tüm ülkelerin, seçilmiş çalışan temsilcilerinin tüm büyük işletmelerde yönetim kurullarının yarısını oluşturduğu işçi ortak yönetimini benimsemesini önermektedir. Bu önerinin, İsveç ve Almanya gibi ülkelerde zaten uygulandığını ve “klasik hissedar mantığının önemli bir dönüşümü” ile sonuçlandığını belirtiyor.
Yine de daha iddialı versiyonlarının mümkün olduğunu öne sürerek, geçmişte uygulanan bu ortak yönetim sisteminin idealleştirilmesine karşı uyarıda bulunuyor. Piketty, önerilerinin geçici niteliğini vurgulayarak önerilerini sonlandırıyor: öne sürdüğü belirli politikalar “tartışmayı açmayı amaçlıyor, asla kapatmayı değil” çünkü “aradığım katılımcı sosyalizm tepeden gelmeyecek.”
Kucaklanacak Bir Dönüşüm
Piketty’nin entelektüel etkisine sahip bir düşünürün sosyalizmi benimsemesi başlı başına önemlidir ve daha fazla sayıda insanın kapitalizmin ötesinde bir dünya tasavvur etmeye başlamasının önünü açar. Fakat onun sosyalist dönüşüm vizyonundan ne anlamalıyız?
Nispeten kademeli ve halihazırda devam etmekte olan bir sosyalizme geçişten bahsetmek, kapitalizmden bir kopuşun zorunlu olarak devlet ve ekonomide bir tür devrimci kopuş gerektireceğini beklemeye eğitilmiş radikaller arasında şüphe uyandıracak. Yine de bu tedrici görüş elden bırakılmamalıdır.
Gerçek şu ki, ileri bir kapitalist demokraside sosyalizme geçişin alacağı biçimi kesin olarak tahmin etmenin henüz bir yolu yok. Piketty’nin tasavvur ettiği radikal reformların şirket gücüne (uyum sağlamak yerine) karşı mücadele yoluyla kazanılacağı konusundaki ısrarı, öngörülebilir gelecek için stratejik bir ufuk olarak muhtemelen yeterlidir. Azınlıkçı işveren tepkisi karşısında daha hızlı ve daha az barışçıl bir devrimci kopuş eninde sonunda gündeme getirilebilirse de ileriye dönük tek olası yol olarak acil devrimi tasarlamanın ne ihtiyacı ne de herhangi bir siyasi faydası var.
Bazı radikaller, benzer şekilde, refah devletinin büyümesinde ve buna bağlı olarak ekonomik eşitsizlikteki düşüşlerde görüldüğü gibi, Piketty’nin sosyalizme geçişin halihazırda devam etmekte olduğu konusundaki ısrarına kaşlarını çatabilir. Yine de yazar burada da bir şeyin peşinde: Sosyalistlerin, örgütlü emekçilerin ve toplumsal hareketlerin geçtiğimiz yüzyılda kazandığı reformlar, piyasa ilişkilerine müdahalelerde bulundu.
Neoliberalizmin yıkımlarına rağmen, refah devleti Amerika Birleşik Devletleri ve Birleşik Krallık gibi yerlerde bile çözülmedi – mevcut ve gelecekteki metasızlaştırma mücadeleleri bu nedenle, 1930’larda olduğundan çok daha yüksek bir toplumsal taban üzerinden yürütülüyor. Sosyal demokratlara yönelik en uygun eleştiri – Piketty tarafından da paylaşılan – onların tedrici olmaları değil, daha ziyade, sonunda etkili tedrici olma kabiliyetlerinin olmadığını kanıtlamalarıdır. Sosyal demokrat partiler, gücü ve kontrolü çalışan insanlara kaydırmaya devam etmek yerine, 1980’lerden itibaren ekonomik kriz, küreselleşme ve işveren direnişi karşısında bu projeyi büyük ölçüde terk ettiler.
Piketty’yi ekonominin hâkim endüstrilerinin kamulaştırılması çağrılarını ihmal ettiği için eleştirmek de mantıklı değil. Devletin kapitalist gücü ve zenginliği kökten baltalaması, firma temelli ekonomik demokrasinin genişletilmesi ve bu sağlamlığın artması ve refah politikaları herkese hayatta kalmak için ihtiyaç duydukları temel hizmetleri sağlaması koşuluyla, özel mal pazarlarının gelişen bir sosyalist toplumla tamamen uyumlu (ve muhtemelen bunun için gerekli) olduğuna dair güçlü bir argüman var. Bununla birlikte, İsveç’in “Meidner planı ” tarafından ünlü olarak tasavvur edildiği gibi, firmaların tam bir demokratikleşmesi için önerilerle daha fazla meşgul olsaydı, Piketty’nin argümanları güçlenebilirdi.
Emek Olmadan İleriye Yol Yok
Daha önemli bir eksiklik, Piketty’nin kitapta örgütlü emeğin gücünü yeniden inşa etmenin önemi hakkında çok az şey söylemesidir. Bu soruya, “kamu hizmetleri ve özellikle eğitim, iş hukuku ve kuruluşlar ve vergi sistemi dahil olmak üzere kurumları ve politikaları yeniden düşünmek” ve “sendikaların, asgari ücretin ve maaş cetvellerinin önemsiz görülmemesi gerektiği” hakkındaki sözleriyle kısaca değiniyor. Yine de işçi sınıfı siyasetini geri getirmenin aciliyetine övgüye değer bir şekilde odaklandığı ve sendikaların eşitsizliği azaltmadaki tarihsel önemini tutarlı bir şekilde kabul ettiği düşünülürse, yazarın bugün örgütlü emeğe göreceli olarak ilgisizliği şaşırtıcıdır.
Belki de tarihsel eğilimleri ve politika çözümlerini belirlemek için verilerden yararlanma konusundaki uzmanlığıyla Piketty, önerilen vizyonunu kazanmak için gerekli olan stratejik yürüyüş çizgilerini belirleme işini başkalarına bırakmanın en iyisi olduğunu düşündü. Ancak, sınıf gücü dengesini değiştirecek yeniden canlandırılmış bir işçi hareketi olmadan, yazarın en iddialı politika çözümlerinin gerçekleşmesi pek olası değildir – ve diğer bazı önerilerinin amaçlanan sonuçları da gerçekleşemeyebilir.
Örneğin, çalışan yönetimi, sağlam sendikalarla birleştiğinde, genellikle işçilerin etkisini artırmak için bir araç haline gelebilir. Ancak, güçlü işçi sınıfı örgütlenmesi tarafından yaratılan güçler arasında nispeten elverişli bir ilişkinin ve yıkıcı işyeri eyleminin inandırıcı tehdidinin yokluğunda, ortak yönetim planları en iyi ihtimalle dişsiz hale gelme ve en kötü ihtimalle işveren kontrol mekanizmalarının işçileri patronların sunduğu ayrıcalıkları kabul etmeye yöneltme riskini taşır.
Bunların hiçbiri Time for Socialism’in genel önemini veya vizyonunun inandırıcılığını azaltmaz. Piketty’nin kapitalizme bir alternatif tasarlama çabası, hala “S kelimesine” şüpheyle yaklaşan ilericilerin daha derin biçimde düşünmesine vesile olmalıdır. Ve onun çalışması, kapitalist demokrasilerdeki siyasi etkinliği, diğer dönemler ve siyasi bağlamlar için ifade edilen formüllere doktriner bir bağlılık tarafından çok sık kesintiye uğrayan radikaller tarafından daha az ciddiye alınmamalıdır. Daha iyi bir dünyayı inşa edebilmek için, Time for Socialism’in güçlü açık fikirli ruhu ve yaklaşımı, eninde sonunda, sunduğu belirli politika önerilerinden de daha fazla fayda sağlayabilir.
Orijinal metin link: https://jacobin.com/2022/06/thomas-piketty-time-for-socialism-capitalism-book