GündemİVME Blog

İVME Yorumluyor: Gülşen’in Tutuklanması ve Yok Olan Haklarımız

Aylardır konserlerinde LGBTİ+ bayrağı açtığı, LGBTİ+ topluluğu ile dayanışması, sahnede giydiği kıyafetler sebebiyle bir kesimin sert eleştirilerine, hatta nefret söylemlerine maruz kalan Gülşen, 25 Ağustos 2022 Perşembe akşamı tutuklandı. 24 Ağustos gece yarısına yakın saatlerde Nisan ayında orkestra arkadaşları ile yaşadığı özel bir atışmadan devşirme troll saldırısıyla başlayan bu akla sığmayan süreçte, an be an ifade özgürlüğünün ve hukukun katledilişini gördük. Gülşen’in halkı kin ve düşmanlığa sevk etmekten tutuklanması Bakırköy Cezaevi’ne götürülmesi büyük bir tepki çekti. Bizler de İvme Hareketi olarak topluluk içinde bir süredir düşündüğümüz ‘İvme Yorumluyor’ serisinin başlangıcını bu olayla yapmaya karar verdik, nitekim bugünlerde örgütlü olarak tepki koymanın ve mücadeleyi büyümenin değerini hep birlikte her geçen gün daha çok anladığımız zamanlardan geçiyoruz.

“‘Dindar nesil’ yetiştirme projesinde başarısız olan iktidar, kamusal alanda seküler yaşam tarzını ve belli kimlikleri baskılamak için yılladır her türlü devlet aygıtını araçsallaştırmaktan çekinmiyor. İçki tüketimine dair çıkan kanunlardan festival yasaklarına, sonrasında da Gülşen’in tutuklanmasına kadar bütün süreç bu kindarlığın bir sonucu. İktidar kendi zihniyetinin temel ötekileştirici noktalarının toplumda da bulunduğu yanılsamasını muhaliflere bir silah olarak yöneltiyor. Bugün bu yanılsamanın tahakkümü ile mücadele etmenin en temel yolu amasız ve fakatsız Gülşen’i karşılaştığı duruma karşı savunmaktan geçmektedir. İfade özgürlüğünün sınırını iktidarın tekeline bırakamayız.” Alper Kara

“Hukuğun siyasi iktidarın elinde bir araç olduğu ayan beyan ortadayken Gülşen’in tutuklanmasının sebepleri üstüne uzun uzadıya konuşmak gereksiz. Asıl odaklanmamız gereken kendilerini kurtarıcı olarak lanse etmeye çalışan (ve bizim de onlara muhtaç olduğumuzu her fırsatta yüzümüze vuran) muhalefetin nasıl bir tepki verdiği. Gülşen’in LGBTİ+ hakları konusunda duruşu veya kıyafetleri yüzünden savunmanın riskli olduğunu, oy kaybettireceğini düşünenler ve kadrolu muhalefet koltuklarından memnun olanların “hassasiyet” vurgularından şahsen bana artık gına geldi. Seçim yapılsa ve kazansak dahi bu muhalefet partilerinin bir arada kalıp doğru adımları birlikte atacak iradesi olduğunu düşünmüyorum, ki zaten hem ekonomik hem sosyal hem de bürokratik açıdan çok zor bir dönem bizi bekliyorken bunların seçimin ertesi günü patates olma ihtimali çok yüksek. Ama bir yandan da artık şunu görmemiz lazım, “Ay muhafazakar seçmen ürkmesin” diye diye sırtımız duvara dayandı. Geri çekilecek yerimiz kalmadı. Bu strateji doğru bir strateji değil. Belki seçmenin %20-%25 LGBT denildiğinde katiyen oy vermez. Ama bizim o %20 için ortaçağa dönememiz mantıklı mı? Geri kalan %80’e güven veren, yönetirler dedirten bir yetkinlik ve vizyon sunmamız lazım. Onu da ekonomiyle, hukukta, sağlıkta, eğitimde eşitlikle yapabilirsin. “Ama Gülşen de” diye apolojistlik yaparak değil.” Aybike Mergen

“Ben susayım üstad Kadir Mısıroğlan konuşsun: “İstediğimiz olmuş değildir. Yarı yoldayız. Nasıl buluğa ermemiş bir çocuğa ‘niye evlenmiyorsun’ demezsen; Hükümet’e de ‘niye şeriatı ilan etmiyorsun’ diyemezsin. Vakti var. Her ulus bir zamana rehmolunmuştur. Sizin nesliniz İslam’ın mutlak galebesini, küfrün mutlak yıkılışını, heykellerin köpek leşi gibi sürüklendiğini görecek. Siz göreceksiniz. O gün beni hatırlayın.” işte bu kişi hiçbir hukuki yaptırım görmedi ama Gülşen gördü. Gülşen’den de bir gram hazzetmiyorum, kim bilir kaç genç kızın dismorfisinde payı olan biri. Ama üstad dururken Gülşen’i almak için, sahnede İmam Hatipli yemesi falan lazımdı açıkçası.” Yepisyeni Türkiye

“Bugüne kadar iktidarın seküler yaşam alanına ve bilhassa kamusal alanda sert bir dille seküler yaşam savunusu geliştiren tanınmış figürlere olan saldırılarını “suni gündem yaratarak problemleri halı altına süpürme çabası” olarak yorumladık. Ancak 2018 sonrasında periyodu incelediğimizde ekonomik kriz derinleştikçe bu saldırıların şiddetinin artmasının temel nedeni ekonomik krizi örtbas etmek değil. Tabana dağıttığı pastanın boyutu oldukça küçüldüğünden kitleyi bir arada tutacak tek motivasyon kaynağı kültürel iktidarı tesis etme gayesi kaldı. Zira siyasal islamcıların bugüne dek başaramadıklarını düşündüğü yegâne şey bu. Mesele Gülşen’in sahne kıyafetleri ya da siyasi görüşü değil. Mesele Gülşen’in laik-modern kültürel iktidar yapbozunun parçalarından biri olması. İktidarın yeni hedefi tabanı kutsal bir amaç etrafında toplayabilmek. Yıllardır dava diye satılan ama servet transferinden başka hiçbir şey yapmamış bu siyaset hareketin tüm maddi kaynaklarını tükettiği aşikâr. Ekmek kavgaları bittiğinde ve buğday tarlası kurulduğunda çil yavrusu gibi dağılmamak için var güçleriyle yaşam dinamiklerimize saldıracaklar. Eğer meydanı bu zihniyete bırakırsak bize yaşamak değil, sadece hayatta kalmak için küçücük bir alan bırakacaklar. İşte tam da bu yüzden; hem Gülşen’e hem de bizimle paylaştığı herkes için hür bir toplum hayaline sonuna kadar sahip çıkmalıyız.” Görkem Yaz

“Türkiye’de gelinen noktada yargının ya da onun vasisi hükümetin, asgari hukuk normları dahilinde bir karara imza atacağını zaten beklemiyorduk. Sicilinde gökkuşağı, feminizm ve iktidarın temsil ettiği değerlerin tam zıtları olan birinden tabii ki intikam alınacaktı. Hal böyle olunca böyle bir figürü muhalefetin canhıraş savunmasını beklersiniz. Hayır, öyle olmadı. Onun yerine Gülşen’in dindar vatandaşları sapık olarak addettiğinden dem vuruldu. İfade hürriyetini kullanmış bir sanatçının demir parmaklık arkasına tamamen ideolojik saiklerle tıkılmasına ses çıkaramayan makbul meclis muhalefeti, Gülşen’in ‘patavatsızlığından’ bahis açmakta hiç utanma hissetmedi. O halde iktidarın çizdiği alanlarda muhalefet yapıyor olduğunu sanan meclis muhalefetine sormak lazım; tam olarak neye muhalifsiniz?” Mehmet Ozan Savaş

“Perşembe gecesi, Türkiye bir virajı döndü; hissedenler olmuştur, sert bir dönüştü. Son yirmi senedir kademeli olarak baskıyı artıran bir iktidarın zulmü altında yaşıyoruz, defalarca susturmak adına “önlemler” alan bir iktidar bu. Gezi’den sonra bu baskının derecesi hızlıca arttı, bugün artık festivallerin yasaklandığı, on ikiden sonra müzik dinleyemediğimiz ve eğer yeterince makul ve makbul değilsek hapse atılabilmemizin içten dahi olmadığı bir noktadayız. Durum tespiti defalarca yapılmışken tekrara çok da gerek yok, satırlarca uzatabiliriz karşılaştığımız baskının örneklerini.

Buradaki konu artık bir çizginin çekilip çekilemeyeceğidir; ‘whataboutism’ tartışmalarını muhatap alıp cevap verdiğimizde, birbirimize peki bu olurken ne yaptın diye sorarken, ama ile başlayan her cümlede bu çizgi kalın bir şekilde muktedir tarafından bir duvar gibi üzerimize geliyor. Kendi alanlarımızı açabileceğimiz dar bir süre kaldı, seçime dokuz ay olması bizi yanıltmamalı. Perşembe gecesi dönülen viraj, bizlere yeterince net görünmelidir, kaybetmek üzere olduğumuz bir ülke var; kademe kademe kaybettiğimiz özgürlüklerimiz var, hali hazırda sesimiz ve nefesimiz olanlar içeriye çoktan alındı, AYM itirazları reddedildi. Bugün halen bu duruma gösterilmesi gereken öfkeyi içinde duymayanların, hali hazırda gidişatı okuyamayanların ve sakinliği, elit ilişkileri, sınır çizememeyi profesyonel siyasetçi olmanın tanımı haline getirmiş olanların bize yol gösteremeyeceği açıktır. Onların kaderleri ve çıkarları bizim değil, halkın değildir; hukukun işlemediği bir ülkede profesyonellikten bahsedilemez, sınırlar net çizilmelidir. Hayatı yaşayabileceğimiz, hayatları yaşatabileceğimiz ve yaşamda yeri olan korumasızları koruyabileceğimiz bir ülke hayalinde hemfikir isek, her gün yeni bir krize uyanmak istemiyorsak sansüre amasız karşı durmak tüm yurttaşlar olarak bizim talebimizdir, olmalıdır.” Münire Özbey

Hukuk, toplumu düzenleyen ve toplumun sağlığı için herkesin uyması gereken etik veya mantık çerçevesindeki kurallar bütünüdür. Adalet, adından da anlaşılacağı üzere herkesin eşit derecede faydalandığı; din, dil, etnik köken ayırmaksızın hukuk kurallarının işlediği sisteme denir.

Gülşen, biraz da biz Müslümanların kendi dünyamızın ve inancımızın hassasiyetlerine herkesin uymak zorunda hissedildiği mantık dışı bir toplumsal algının kurbanı oldu. “Namaz kılmayanlar öldürülebilir” söylemine ceza olmayıp, biz seküler insanlar arasında yaygınlaşmış “İmam Hatip’ler……” kalıbıyla başlayan söylemlere ceza olması adil değil demeyi de ayrıca doğru bulmuyorum. Çünkü birisi şiddeti meşru kılarken diğeri kendi çerçevesinden bir eleştiri getirmiş. Çok farklı ifadeler söz konusu burada, buna çok dikkat edilmeli. Bununla beraber de çeyrek asırdır gücü elinde bulunduran İslamcı rejimin itiraf ettiği gibi “siyasi hegemonyanız bitti, kültürel hegemonyanız da bitecek” söylemleri, mevcut sistemdeki nefreti en orijinal haliyle yansıtıyor. Farklı kültürler, tercihler, yönelimler ve yaşam tarzlarının baskılandığı bir düzen eninde sonunda patlamaya mahkumdur çünkü basınç, siz ona baskı uyguladıkça eşit kuvvette geri tepki veren bir fizik kanunudur ve evet, aynı şekliyle toplum biliminde de geçerlidir. Gülşen, bu baskının haklı bir isyan sesidir ve sesine kulak verilmediği takdirde bir çığlığa dönüşecektir. Baran Çiftçi

“Dogmatik saiklerle politize olmuş bir toplumda sanatçının herkes için adil bir toplum talebiyle politik bir tavır sergilemesi yargılanmaktan çok alkışlanmayı hak eder. Gülşen, bu politik duruşun bedelini özgürlüğüyle ödememeli. İfade özgürlüğüne şerh düşmek, bugün faillerine fayda sağlasa da, uzun vadede zararlarına olacaktır. Gülşen, bu bağlamda sadece münferit bir örnektir. İfade özgürlüğü, toplumun her kesimi için faydası olan olgusal bir gerekliliktir. İfade özgürlüğü, hiçbir kesimin arzu beklentisi ekseninde manipüle edilmemelidir. İfade özgürlüğünü siyasetin politik kutuplarının üzerine taşımak, kamusal alanda bir arada yaşamak isteyen herkesin temel görevi olmalıdır.” Nil Hanedan

“İktidarın bir süredir trend olarak belirlediği bir davranış biçimi var. Yaşam tarzı nedeniyle cezalandırmak istedikleri kişileri radarlarına alıyorlar, “çok olduğunu” düşündükleri noktada bir tarama yapıp didik didik ediyorlar, halkı illaki kine ve nefrete sürükleyecek bir cümle bulup başını sonunu keserek bağlamından koparıyorlar, neden-sonuç ilişkisini yok edip repliği dolaşıma sokuyorlar ve manipülasyon o kadar başarılı oluyor ki, her kesimin yorumları da alıntılanan replik üzerinde kalıyor. Sonra da troll saldırısıyla gündem yaratıp gözaltına alıyorlar.  Bu seferki tutuklama kararı kendileri için de yeni bir seviye.

Konunun özeti şudur ki; Gülşen hakkındaki tüm “ama”lı açıklamalar geçersizdir; çünkü söylediğinin hiçbir önemi yok. İsteyen istediğini söyler, duymaktan hoşlanmıyorsanız, gidip ağlayarak günlüğünüze yazabilir ya da sert bir dille eleştirebilirsiniz, bu da ifade özgürlüğüne girer. İfade özgürlüğünün ama’sı yoktur. İfade özgürlüğü rahatsızlık yaratmayan açıklamalar için değil, duymaktan rahatsız olunan açıklamalar için vardır. Hukukta çifte standart olamaz. Bir tarafta LGBTİ+’lara sapık denirken, bir tarafta başka bir rahatsız olunan ifadeden kimse tutuklanamaz. Hukuk zaten yok gibi davranırsak, hukuk gerçekten yok olur. “İstediklerini yapıyorlar, ifade özgürlüğü mü kaldı?” dersek, kırıntısı bile kalmaz. Her yasağa, her baskıya hukuku, demokrasiyi, ifade özgürlüğünü hatırlatarak “amasız” karşı çıkmaya devam.” Yeşer Sarıyıldız

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu