Demokrasi ve SolToplum ve Siyaset

Özgürlük Serbestiyete Karşı – Kemal Büyükyüksel

Özgürlük aktif şekilde ayakta tutulması ve sağlanması gereken bir durumdur. Pasif bir müdahalesizlik ve denetimsizlik başka bir tiranlığın da yolunu döşeyebilir.

Bir eylemi yapabilme iznimizin olması onu yapabileceğimiz anlamına gelir mi? Yasal açıdan bakarsak basit bir mantık ile bir eylemin yasallığı bu eylemi gerçekleştirmekte özgür olduğumuzu teyit eder. Lakin biraz daha kurcalarsak fark edeceğimiz kâğıtta belirtilse dahi arzuladığımız şeyi gerçekleştirmekte her zaman özgür olmadığımızdır.

Karşımıza ne gibi engeller çıkabilir? Mesela finansal: Tatil yapma hakkımız ve seyahat özgürlüğümüz vardır ancak buna ayıracak kaynağımız yoksa aslında bu eylemi gerçekleştirme özgürlüğüne gerçekten sahip olduğumuz söylenemez. Veya toplumsal: Düşüncelerimizi ifade etme özgürlüğümüz (en azından asgari düzeyde demokrasi sunan bir ülkede) kâğıt üzerinde vardır ancak eğer toplumsal baskıdan dolayı söylemek istediklerimizi söylemekten çekiniyorsak gerçekten kendimizi ifade etmek konusunda özgür olduğumuz söylenemez. Bu örnekler belki de sonsuz kere çoğaltılabilir. Ancak kısaca mesele şudur ki, bir eylemi gerçekleştirmekte serbest olmamız bu eylemi özgürce gerçekleştirebilecek fırsata sahip olduğumuzu kolayca gösteremez.

Finansal koşullara geri dönecek olursak; bir ekonomik düzendeki serbestiyet belli insanların sürekli olarak yoksul kalmasını engelleyemiyorsa ve hatta bu yoksullaşma sürecini şiddetlendiriyorsa, bu serbestiyet ortamında tüm yurttaşların özgürce bir yaşam inşa edecek koşullara sahip olduğu söylenemez. Belli insanlar yasal olarak belli eylemleri gerçekleştirme serbestiyetine sahip olsalar dahi böyle bir düzende sürekli olarak gerçekten özgürce yaşayabilmekten mahrum kalırlar. Hatta birçok durumda bu yoksunluk ve yoksulluk durumu insanları bu koşullardan çıkaracak adımları atmanın dahi önünü kesen ve insanları ebedi bir şekilde bu konuma mahkûm eden bir sarmal yaratabilir. Böyle bir durumda da şunu sormak gerekir: Bu kendi haline bırakılmış, yani serbest bırakılmış düzene dokunmayarak veya müdahale etmeyerek mi daha özgür bir toplum oluşturulur, yoksa dokunarak veya müdahale ederek mi? Yoksulluğun kendisi yoksulluktan çıkmayı olanaksız hale getiren koşulları dayattığında ve buna bir müdahale olmadığında bu sarmalın ve esaret halinin sürekli devam etmeyeceğini garanti edecek bir mekanizmanın varlığına işaret etmek pek mümkün değil. En fazla hayırseverlikten bahsedilebilir, lakin bu tek seferlik eylemler de keyfe kalmıştır ve sistematik bir sürecin yarattığı sorunlara sadece palyatif ve oldukça kısmi bir çözüm sunar.

Toplumsal koşullara geri dönecek olursak; asgari bir yasal zeminin inşası sonrası bir toplum olabildiğince dokunulmadan kendi dinamikleri içinde yoğrulmakta serbest bırakılırsa herkesin eşitçe özgür yaşayabileceği koşullar garanti edilebilir mi? Bu sorunun cevabı da en fazla “belki” olabilir. Yurttaşların belli hakları sahip olması daha önce de belirtildiği gibi bu hakları istediği gibi eyleme dökebileceği anlamına gelmez. Bunun içerisine istediğiniz gibi giyinmekten, istediğiniz kişiyle beraber olma, istediğiniz şekilde inancınızı veya inançsızlığınızı yaşayabilme, istediğiniz fikirleri dile getirebilme, istediğiniz yerde gezebilme, istediğiniz şekilde yaşayabilmeye kadar birçok konuyu ekleyebilirsiniz. Devlet vatandaşın önüne yasal bir engel koymasa dahi toplumsal baskılar bir kişinin eylemlerini yönlendiriyorsa o kişinin baskılardan azade olduğunu söylemek mümkün değildir. Yani özgürlüğü kısıtlayan etmenlerin tek kaynağı devlet olmak zorunda değil.

Hatta toplum kendi haline serbest bırakılırsa belli gruplar zaman içerisinde toplum içerisinde iyice güçlenerek bir tahakküm oluşturup başkalarının yasal olarak sahip olduğu hakları eyleme dökebilmesini gittikçe zorlaştırabilir. Toplumsal süreçlere hiçbir şekilde müdahale edilmemesi toplumsal özgürlüğü yok edecek yolun taşlarını dahi döşeyebilir. Hele ki serbest bırakıldığında zamanla tahakküm oluşturan gruplar kendileri başkalarının özgürlüklerine karşı pek toleranslı bir tavırda değilse bu risk daha da artacaktır. Burada da ironik biçimde toplumsal serbestiyet, özgürlüğü aşındırmaya başlayabilir. Hatta bu süreç daha da ilerlerse vatandaşa haklarını sunan kurumların bile bu gruplar tarafından işgal edilip yok edilmesine yol açabilir. Yani bu serbestiyet, özgürlüğü ve demokrasiyi yok eden bir tiranlığın taşlarını döşeyebilir.

Bu da gayet ikircikli bir durum yaratıyor. Eğer bir sistemi serbest bırakma durumu bu serbestiyetin sağlamaya çalıştığı özgürlük koşullarını oluşturamıyorsa, hatta tersine bir süreci işletebilme riskine sahipse, o zaman özgürlüğün nasıl sağlanabileceği üzerine daha derin düşünmek gerekir.

Eğer müdahalesizliğin özgürlüğü yok edebilme riski üzerine fazla düşülürse, herhangi bir sürece fazlaca müdahale edilebilmesi için meşruiyet sağlayan, ancak bu müdahalenin de hızlıca tiranlığa varabileceği bir yaklaşımı meşrulaştırma riski bulunuyor ki bu da özgürlüğe zarar verecektir. Lakin müdahaleci yaklaşımların özgürlüğü yok edebilme riski üzerine fazla düşülürse de bu sefer serbest bırakılan süreçlerin özgürlük ortamını yok edebilecek dinamiklerini göz ardı etme riski bulunuyor. Bu ikilem arasında doğru dengeyi bulmak kolay olmasa da şunu söylemeli: Bir toplumda özgürlük halini maksimize etmek, maksimum denetim ve maksimum serbestiyet arasında bir noktada mümkün. Bu noktanın neresi olacağı farklı perspektiflere ve özgürlük yorumlarına göre değişebilir. Lakin serbestiyeti kutsayarak özgürlüğün sağlanabileceğini düşünmek yetersiz olacaktır. Tabii zıttı da söylenebilir ancak genel kanı denetimin özgürlükle zıt bir ilişkiye sahip olduğu yönünde olduğundan dolayı aslında böyle bir zıtlık olmadığını vurgulamakta daha büyük önem görüyorum.

Günün sonunda, bir insanın sahip olduğu hakların tadını çıkarabilmesi belli optimum koşulların yakalanabilmesiyle alakalı. Din ve vicdan hürriyetinin bir hak olarak tanınması, bir çocuğun ailesi tarafından dini baskı altında kalarak yetiştirilmeyeceğinin bir garantisi değildir mesela. Veya eğer üstüne çullanacak yığınla kişi bekliyorsa, ifade özgürlüğünün olması herhangi bir “milli” veya “manevi” meselede eleştirel bir görüşe sahip olduğunda istediğini rahatça dile getirmenin garantisi değildir. İstediğin gibi giyinme hakkına sahip olman her mahallede gezebileceğin veya her yere rahatça kabul edilebileceğin anlamına gelmez. İstediğin kadar açık veya kapalı giyinsen de belli ortamlarda yadırganabilir, yadırganacağından çekindiğin için de istediğin türlü giyinmekten imtina edebilirsin. Kadınlar yasal anlamda sokakta yürüme hakkına sahiptir mesela, ama gerçekten huzurluca yürüme özgürlüğüne sahip değillerdir. Bir genç istediği bir okula gitmek ister ancak kimliğinden dolayı insanların baskısıyla o okuldan dışlanabilir. Bir yurttaş sokakta anadilinde konuşmak isteyebilir ancak toplumsal baskıdan dolayı konuşamayabilir. Kaynağı nereden gelirse gelsin tahakküm ve baskıya meyilli kitleler hazırda bekler. Sağdan soldan tabular öcü gibi üstüne çökebilir.

Tam da bundan dolayı serbest bırakılış bir özgürlük durumuna işaret etmeyebilir. Özgürlük, aktif şekilde ayakta tutulması ve sağlanması gereken bir durumdur. Pasif bir müdahalesizlik ve denetimsizlik başka bir tiranlığın da yolunu döşeyebilir. Lakin buradaki denetim metodu da önemlidir.

Özgürlük tesis edilebilsin diye yurttaşlar iradesini başka bir güce öylece devredemez. Bu güç kendi haline bırakıldığında suistimal edilebilir. Bu tarz bir teslimiyet yine başka bir şekilde özgürlüğünden feragat etmek olur. Bu sebeple denetimin demokratik bir süreç ile ve demokratik değerlerin tesisi için gerçekleştirilmesi önemlidir. Yani yapılan toplumsal sözleşmenin açıkça hangi değerleri koruyacağı, ayakta tutacağı ve tesis edeceği önemlidir. Zaten asıl sorun devletin denetim faaliyetinin kendisi değil, devletin neyin denetimini nasıl yapacağıdır. Bunu belirleyecek şey de toplumsal sözleşmede oluşan mutabakat ile belirlenebilir. Bunun da en somut hali bir anayasa olarak düşünülebilir.

Özgürlüğün, eşitliğin ve demokrasinin korunacağı bir anayasal düzen tahayyül ediliyorsa o zaman yine inşa edilen hukuk sistemindeki demokratik süreçler üzerinden bu denetimin yapılması bizatihi aslında özgürlüğün ve eşitliğin tesisinin bir pratiğidir. Demokratik bir devlet yapısı toplumu oluşturan bireylerin kontrolü ve denetiminde olacak şekilde tasarlandığından dolayı, bu devletin demokratik olma niteliği ne kadar güçlenirse, kendi haline serbest bırakılan süreçlerin özgürlüğü ve eşitliği zedeleyici yanlarına hukukun üstünlüğü ilkelerine bağlı kalarak demokratik denetim yoluyla (yasama, yürütme veya yargı üzerinden) toplumdaki bireylerin müdahale edebilmesi o bireylerin kendi iradelerini pratiğe özgürce dökebilmesi anlamına gelecektir.

Kısacası, özgürlük, eşitlik ve demokrasi değerleri üzerine inşa edilmiş bir hukuk devletinin yine aynı ilkelere bağlı kalacak süreçler içerisinden bu ilkeleri ayakta tutmak için belli süreçleri denetleyebilmesi tam da bu denetimi halkın kendisi yapabildiği için meşru olacaktır. Ancak bu denetimin sınırları da yine hukukun çizdiği özgürlük, eşitlik ve demokrasi sınırlarında sonlanacaktır. Halk dışındaki kıymeti kendinden menkul ve denetlenemeyen bir vesayet odağının da burada bir yeri yoktur. Bu açıdan bakıldığında ne serbestiyet sınırsız şekilde kutsanmalı ne de denetim sınırsız şekilde lanetlenmelidir. Aksine denetimin olmadığı bir serbestiyet ortamının özgürlüğe tekabül edeceği gayet şüphelidir. Bundan dolayı da yurttaşların demokratik bir cumhuriyette eşit şekilde demokratik karar alma süreçlerine dahil olup kendi kendini denetleyebilmesi, özgürlüğün en meşru şekilde korunabileceği hukuki düzenlerden biridir.

Son olarak, neden özgürlük serbestiyete karşı? Çünkü serbestiyet çağrıştırdığı anlam ile bir “serbest bırakma” ve “müdahale etmeme” durumuna işaret eder. Bu serbest kalma hali de tam olarak bireyin özgür olabilme halinden başka bir durumu anlatır. Serbest bir ekonomi ve serbest bir toplum, bireylerin özgür yaşayabildiği bir ekonomi ve toplum anlamına gelmek zorunda değil. Tam da bundan dolayı serbestiyet derken özgürlüğün önüne duvar çeken bir düzenin taşlarını döşemek mümkün olabilir. Bunun panzehiri ise herkesin bir engelle karşılaşmadan özgürce istediği gibi yaşayabileceği koşulları maksimum düzeyde sağlayabilecek ortamı yine yurttaşların aktif olarak inşa edip sonra da demokratik ve hukuki yollarla bu düzenin denetlenebilmesidir. Bu demokratik denetim yaklaşımı da mutlak bir serbestiyet haline daha geniş özgürlük koşullarını sağlayabilen bir ortam lehine müdahale edebilir. Serbestiyet özgürlüğü garanti etmez. Özgürlük her zaman mutlak serbestiyet ve mutlak denetim arasında bir yerde olacaktır.

Bundan dolayı bir sonraki sefer daha rahatça yaşayabileceğiniz bir ülke istediğinizde, bugünün baskıcı rejimi ortadan kalkıp yerine asgari düzeyde bir demokratik hukuk devleti konulduğunda (tabii konulabilirse), bu toplumun da içindeki farklı grupların birbirlerinin özgürlüklerini kısıtlayacak baskılar yaratabileceği gerçeğini göz önünde bulundurduğunuzda kendinize yine sorun. Bu baskıcı rejim sona erince bu toplumda özgürlük kolayca mümkün olacak mı? Gerçekten aradığımız nedir? Serbestiyet mi, yoksa özgürlük mü? Bu sorunun cevabı nasıl bir siyasi, toplumsal ve ekonomik bir düzen inşa edeceğimizi de belirleyecektir.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu