Brüksel Notları – Emre Sabahattin
Türkiye eğer eskiden olduğu gibi yeniden bölgede barış ve istikrarın güvencesi olan aktör haline gelebilirse bu, ekonomiden dış politikaya birçok kapının açılmasını sağlayabilir.
Brüksel-Ankara ilişkileri hep inişli çıkışlı olmuşken son 10 yıldır ne yazık ki sadece inişlerden bahsediyor, sadece inişleri gözlemliyoruz. İki tarafın da bu konuda ciddi hataları oldu. Brüksel, eski Demir Perde ülkelerini kucaklarken Türkiye adeta dışlandı. Bununla paralel olarak da Türkiye, Brüksel’e Londra ve Washington üzerinden girmeye çalışarak çoğu ülkenin kaşlarının kalkmasına neden oldu. Olası bir iktidar değişikliği sonrası Türkiye aslında gerekli siyasi, hukuki ve ekonomik reformları yapmak için Brüksel’e muhtaç değil. Muhalefetin hazırladığı taslak metinler 27 üyenin çoğundan daha iyi standartları zaten ortaya koyuyor. Brüksel ile dış politika açısından uzlaşmak da artık oldukça zor göründüğü için, Suriye’den Libya’ya Doğu Akdeniz’den Rusya’ya taban tabana zıt ve iki taraf için de değişmesi zor politikalar uygulanıyor, Türkiye’nin bir üye ülke olarak Avrupa Birliği’nin dış politika konseptini benimsemesi de mümkün gözükmemekte. Ancak tüm bunların yanında Brüksel’in ülkeleri dönüştürme kabiliyeti ve etkisi de göz ardı edilmemeli. Türkiye eğer ekonomik açıdan bir Norveç ya da İsviçre düzeyinde olsaydı üyelikten tamamen vazgeçilip bir ortaklık ya da ayrıcalıklı ortaklık ilişkisi Türkiye için biçilmiş kaftan olurdu. Ancak ne yazık ki böyle bir tablodan son derece uzaktayız. Baltık ülkelerinin, Polonya’nın, Çek Cumhuriyeti’nin, İspanya’nın, Hırvatistan’ın AB fonlarıyla yaptığı altyapı yatırımlarını Türkiye eşi benzeri görülmemiş yap işlet devret projeleri ile yaptı ve onların hazinesi bundan bir kuruş etkilenmezken Türkiye’de bu ödemeler hazineye ciddi bir yük oluşturur hale geldi. Bunlar elbette daha ekonomik ve mantıklı yollarla da yapılabilirdi ancak AB fonlarıyla yapılması bu kaynakların da başka yerlerde kullanılmasına imkan sağlardı. Örneğin AB, ‘’Next Generation EU’’ kapsamında üye ülkeler için 750 milyar Euro’luk fon ve kredi desteği vereceğini açıkladı ve bunları üye ülkelerin kullanımına sunmaya başladı. Türkiye ise aday ülke olarak sadece IPA fonlarından yararlanabilmekte ve bunlar da 6 yıl için yaklaşık 4 milyar Euro tutarında kullanıma sunulmaktadır.[1] 4 milyon nüfusa sahip Hırvatistan ise üye ülke olarak 9 milyar Euro, nüfusu Türkiye’ye daha yakın olan İtalya ise 68.9 milyar Euro fon ve 122.6 milyar Euro kredi aldı.[2]
Peki Türkiye bu treni kaçırdı mı? Bu konuda olumlu konuşmak açıkçası oldukça zor ancak imkansız olduğunu da düşünmüyorum. Her şeyden önce Ukrayna ve Moldova konusu bir iki yıl önce açılsa ve bu ülkelere aday ülke statüsü verilmesi gerektiği söylense büyük ihtimalle kimse ciddiye almazdı. Bu ülkelerin “Eastern Partnership” kapsamına alınması ve onlara birtakım ayrıcalıklar verilmesi dahi son derece ciddi tartışmalara neden olmuştu. Durum elbette Ukrayna için son derece dramatik ve hiçbir ülkenin yaşamamasını umut ettiğim şekilde değişti ancak Moldova gerçek bir sürpriz oldu. Aynı zamanda şu an AB içerisindeki en yoğun tartışmalardan birisi kurucu antlaşmaların üye devletlerin veto yetkisini kaldıracak şekilde reforme edilmesi. Eğer bu süreç tamamlanırsa 2/3 gibi bir nitelikli çoğunluk getirilmesi planlanmakta. Bu da Türkiye’nin Fransa, GKRY, Yunanistan gibi ikna etmesi son derece zor ülkeleri ikna etme yükünden kurtulması anlamına gelecek. Bunun da sağlıklı bir dış politika ile yapılabilmesi Türkiye için zor değil. Bu konuda muhalefete ciddi bir görev de düşmekte. Brüksel, Türk siyasetini eskiden olduğu gibi yakından takip etmeyi bıraktı, en azından benim gözlemleyebildiğim kadarıyla. Muhalefetteki aktör sayısının artması, bu aktörlerin açıklamalarının birbirleri ile tam bir uyum içerisinde olmaması gibi etkenler eskisi kadar yakından takip etmeme ile birleşince de bir kafa karışıklığı meydana geldi. Muhalefet yetkilileri zannedersem “dış mihraklarla işbirliği” gibi suçlamalardan kaçınmak için Brüksel ile üst düzey temaslara girmekten ve kendilerini anlatmaktan da kaçınıyor. Bu iç politika açısından kendilerine artı puan yazıyor mudur ondan emin değilim ancak dış politika açısından artı bir puan yazmıyor. Brüksel’in Ankara’ya dönük eleştirileri eskiden çok çeşitli başlıklarda, siyasi görüşlere göre değişebiliyordu. Ancak artık hangi siyasi görüşten olursa olsun yetkililerin en büyük eleştirisi “öngörülemezlik”. Bu hem karşılıklı güveni sarsıyor hem de birlikte karşılıklı güvene dayanan ilişkiler geliştirilmesinin önüne geçiyor. Muhalefet de iletişim konusunda yaşadığı problemlerle bu öngörülemezlikten farklı bir şey, en azından Brüksel için, vadedemiyor.
Brüksel’in bir süredir en büyük kaygısı göç ve göçmenler. Muhalefet bu konudaki planını detaylarıyla ortaya koymaz ve iyi bir şekilde anlatamazsa seçim dönemine doğru Brüksel’den Ankara’ya Geri Kabul Antlaşması için ek bir ödeme ya da başka bir isim altında ekonomik göstergelere pozitif etkide bulunabilecek bir fon/kredi gelmesi benim açımdan sürpriz olmaz. Aynı zamanda Türkiye bu konuda son derece yoğun bir kara propagandaya da maruz kalmakta. Atina’nın sürekli suçlamaları ve bu konuda Brüksel’de yaptığı propaganda geçen yıl Belarus’ta yaşananların aynısının yaşanabileceği konusunda soru işaretlerine neden oluyor. Başbakan Mitsotakis; tüm politikaları çökmüş, muhalefeti istihbarat aracılığı ile dinleyen, ülkesinde basın özgürlüğü her geçen gün gerileyen bir lider olarak Brüksel’de hem Yunan muhalefetine hem de Türkiye’ye karşı sınır güvenliği kartını oynuyor. Belarus-Polonya sınırında yaşanan olayların hibrit savaş ilan edilmesi ve ardından Belarus’un ciddi yaptırımlara maruz kaldığı göz önüne alınırsa muhalefet bu konuda ekstra dikkatli olmalı. Kimi partilerin yaptığı gibi biz açacağız kapıları Yunanistan’a gitsinler tarzı açıklamaların işe yaramadığı, kimsenin zaten Frontex ve örülen duvarlar nedeni ile bir yere gidemediği ve olanın Türkiye’nin itibarına olduğu yakın geçmişte zaten tecrübe ettiğimiz bir durumdur. Ancak Esad ile antlaşma konusu sürprizlere gebe olabilir. Bu konuda Brüksel’in net bir görüşü var demek zor. Benim görebildiğim kadarıyla kimi siyasi gruplar, diplomatlar ve ülkeler Türkiye gibi bir ülkenin Esad ile görüşmesinin sadece Esad’a meşruiyet kazandıracağı ve bir işe yaramayacağı konusunda endişeli. Kimileri orada kendilerinin de desteklediği terör gruplarının akıbeti ne olur diye endişeli kimileri ise eğer istikrar kazandırıp Suriyelilerin dönmesi konusunda bir fırsat yaratırsa destekleyebilecek gibi görünmekte.
Son olarak Türkiye için bir başka fırsat da Brüksel’in Kafkasya’da Rus etkisini kırmak istemesi. 31 Ağustos’ta Azerbaycan ve Ermenistan liderleri Aliyev ve Paşinyan, Charles Michel ev sahipliğinde Brüksel’de bir araya geldi. Türkiye’nin hem Azerbaycan hem de Gürcistan ile olan iyi ilişkileri, ikisinin de komşusu durumunda olması ve Ermenistan ile de normalleşme sürecinin devam ediyor olması bu konuda Ankara’nın kapısının çalınmasının son derece olası olduğunu göstermektedir. Türkiye eğer eskiden olduğu gibi yeniden bölgede barış ve istikrarın güvencesi olan aktör haline gelebilirse bu ekonomiden dış politikaya birçok kapının açılmasını sağlayabilir.
[1]https://www.avrupa.info.tr/en/instrument-pre-accession-assistance-ipa-880#:~:text=As%20Turkey%20is%20an%20official,technical%20help%20through%20the%20IPA. [Erişim 28.08.2022].
[2] https://ec.europa.eu/commission/presscorner/detail/en/ip_21_3126 [Erişim 28.08.2022].