Demokrasi ve SolToplum ve Siyaset

Kemalistlerin Teyakkuz Hali – Berke Tuna

Kemalizm’e topyekûn ve yapıcı olmayıp kahredici nitelik taşıyan, Kemalistleri “teyakkuz” haline geçiren saldırılar avam bir çevreyle sınırlı kalmıştır.

“Yöncüler, Kemalizmin öz evladıydılar. Bu yüzden, babalarını ya da ailelerini eleştirmekte son derece cesurdular.”[1]

Gün Zileli’nin 2002’yılında Birikim Dergisi için yazdığı bir makalenin sonundan alınan bu söz, belki de bugün içinde bulunduğumuz düşünsel paradigmanın baş aşağı çevrilmiş halidir. AKP iktidarı döneminde Atatürk ve Kemalizm düşmanlığı belirli bir siyasal ajanda çerçevesinde, arkasında ciddi bir düşünsel paradigmayı da barındıracak şekilde bilinçli olarak yükseltildi. “Post-Kemalist” adı verilen bu düşünsel altyapıya yazının ilerleyen bölümlerinde kısaca değinilecek, fakat hemen başlangıçta şu vurguyu yapmak yazının maksadını net biçimde ifade edecektir.

Düşmanlaştırılan ve bilinçli bir biçimde itibarsızlaştırılan Kemalizm, reaksiyoner bir tavırla içinden geçtiğimiz dönemde toplum tarafından (özellikle Siyasal İslamcı iktidarın itibarının kaybolup yeni arayışların olduğu bir dönemde), pek çok kimsenin de sıkça vurguladığı gibi, önemsenmeye başlandı. Önemli entelektüeller, Türkiye’nin içinde bulunduğu şartlarda Atatürk imgesinin önemine vurgu yaptı ve tartışmanın fitili ateşlenmiş oldu.[2] Atatürk’ü tarihsel bir figür olarak kabul edip inceleyenlerin dışında daha korumacı ve daha ateşli bir şekilde “12 Eylül Atatürkçülüğü” adı verilen kavramı yeniden çağıran bir nitelikte biriken öfkenin dışavurumunu ifade edercesine savunulur oldu. Atatürk, “kusurlardan münezzeh” mertebesine çekildi. Bu yazının başlığı da buradan esinlenildi. Baş aşağı çevrilmekten kasıt ise Gün Zeli’nin alıntı yapılan sözüne atıfla, bir dönem Kemalistler, Kemalizm’i eleştirerek aşmaya çalışırken içinden geçtiğimiz bu dönemde Atatürk kusursuz ilan edilerek mirası yüceltilmeye çalışılıyor, bu hayli ciddi bir tezattır.

Türkiye için son yirmi yıl ciddi toplumsal açılımlara, yenilenme girişimlerine, geçmişe dönük eleştirel yaklaşımlar çerçevesinde çözüm arayışlarına ve hatta bu arayışlar sonucunda girişilen politikaların devamında çeşitli travmalarla doludur. Otoriterleşmenin başladığı 2000’ler sonu 2010’lar başından itibaren ise[3] toplumsal tartışma alanı zehirlenmeye ve kirlenmeye başlamıştır. Bu zehirlenme ve kirlenme toplumsal sorunlara çözüm arayan kimi yazar ve akademisyenlerin işlerinden olmalarına, hain ilan edilmelerine, aldığı cezalar sonucunda cezaevlerine girmelerine ve bir kısmının yurtdışına çıkışına dahi sebep olmuştur.[4]

Otoriterleşmenin bir aracı olarak baskı ikliminin oluşturulması ise “milli güvenlik tehdidi” söylemiyle mümkün olmuştur. Bu söylemin gitgide kuvvetlenmesinin sonucunda neredeyse hükümetin ekonomi politikasını eleştirmenin suç kabul edileceği bir iklim dahi yaratılmaya çalışılmıştır. Yakın zamanda Milli Güvenlik Kurulu dahi bu söyleme alet edilmiştir. Başarısız ekonomi politikalarının yaratacağı toplumsal eleştiri dalgasını, milli güvenlik söylemiyle gölgelemek amacıyla “ekonomi” konusu bir ulusal güvenlik nesnesi haline dönüştürülmüştür.[5] Uç örneği verilen bu politika uzun süredir devam etmekte ve dolayısıyla toplum üzerinde de etkileri olmaktadır. Ulusal ve uluslararası siyasetin milli güvenlik söylemi ekseninde hayli uzun bir süre sayılabilecek 9 yıl (2013 referans alınırsa) boyunca devam etmesinin toplumu gerilim ve kutuplaşmaya sürüklemesinin dışında bir sonucundan daha bahsetmek gerekir, o da güvenlik eksenli düşünmektir. Güvenlik eksenli düşünmek şüphesiz hayatta kalmayı sağlar fakat siyasal alanda sorun çözmeye yönelik girişimleri baskılar ve düşün dünyasını çoraklaştırır. Kemalistler de bu düşünce halinden nasibini almıştır. Uluslararası ilişkiler disiplininden güvenlikleştirme teorisi sanırım buraya uygun düşüyor. Belki bu düşünsel yaklaşımın ne olduğuna kısaca değinmek yazının amacına uygun düşer.

Güvenlik çalışmaları bahsinde eleştirel inşacı bir yaklaşım olarak güvenlikleştirme teorisi, bir sorunun çözümünü güvenliğin konusu olarak görülmesinin ve bu sorunun güvenlik bağlamında değerlendirilmesinin olağanüstü tedbirler gerektiğine işaret eden bir yaklaşımdır. Kısaca değinmek gerekirse, işaret edilen bir konu öncelikle bir sorun olarak var olur, bu aşamada sorunsal, toplumsal tartışma konularının bir parçası değildir ve devlet müdahalesi gerektirmez. İkinci aşama sorunun siyasallaşmasıdır, bu aşamada ise sorun toplumsallaşmış ve siyasal sorunlara çözüm arayışlarının bir parçası olarak toplumun tartışma alanının bir parçası haline gelmiştir. Bu aşamada sorunlar geleneksel siyasal partiler veya sivil toplum arasında tartışılmaya ve üzerinde düşünülmeye başlar. Üçüncü aşama ise güvenlikleştirme aşamasıdır. Bu aşamaya gelen sorunlar artık olağanüstü tedbirler gerektirir, devlet politikasının bir parçası haline gelmiş ve bu sorun, sorunu güvenlikleştiren aktör olan devlet tarafından sakıncalı unsur ilan edilmiştir.[6]

Bu teorik başvuruyu yaptıktan sonra bir örnek üzerinden yazının muradına tekrardan dönelim. Elbette örnekler çoğaltılabilir, hatta çeşitli “ulusalcı” yayın organları taranarak bu meseleyi bir itibar meselesi haline getiren bazı yazarlardan ortalama örneklerle çoğaltılabilir, ancak kamuoyunda ciddi fırtınalar koparmış, ulusal siyaseti etkilemiş akabinde aradan uzunca bir süre geçmesine rağmen unutulmamış bir “olay” daha uygun düşecektir.

Hikâye, 1969-71 arasında Devrim Dergisi’nde yazı işleri müdürlüğü de yapmış olan Uluç Gürkan’ın cevval bir yaklaşımla Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul İl Başkanlığı görevini yapmakta olan Canan Kaftancıoğlu’na konuşmacı olduğu bir sunumda sorduğu anlaşılan o ki bazı çevreler için “devasa önemde” bir soru ve bu olayın Serpil Yılmaz tarafından, eleştirel bir üslupla, köşe yazısına taşınmasıyla başlıyor. -Bu yazı siyasi tartışmalardan haklı-haksız çıkarımı yapmayı amaçlamadığı için “olayın” magazinsel boyutunu atlamaktadır.- İlgili köşe yazısından hareketle olaydan bahsetmek gerekirse, Canan Kaftancıoğlu, bir buçuk saati aşkın sunum sırasında Atatürk’ten bahsederken “Gazi Mustafa Kemal” ifadesini kullanır, Uluç Gürkan Canan Kaftancıoğlu’na soruyu sorar: “Atatürk adını kullanmamak tercihiniz mi?” Kaftancıoğlu’nun verdiği yanıt ise alıcıda düşünsel arka planı olduğu hissini uyandıran bir yaklaşımın ifadesi oluyor: “Kişilerin isimlerinden söz ederken, belirli alışkanlıklarla bunların özel atıflarla kategorize edilmesine karşıyım. Yıllardır kullandığım gibi bu şekilde ifade etmek, kendimi ait hissettiğim bir ifade olduğum için kullanıyorum.”[7] Ve kamuoyunu epey meşgul eden bir olay ortaya çıkar: Atatürk’ü “silme” tartışması.

Büyük fırtınalar koparan bu örnek üzerinden hareketle yazının asıl muradı ise Atatürk, tek parti dönemi ve Kemalizm eleştirileri Atatürk’e kahretmek, Atatürk’ü itibarsızlaştırmak olarak değerlendiriliyor olmasına bir itirazdır.

Yukarıda değinilen teorik yaklaşıma atıf burada işlevsel oluyor. Kemalizm, Kemalistler tarafından “sahte Kemalistlere” karşı koruma altına alınıp, Kemalizm bahsi güvenlikleştiriliyor. Post-Kemalist paradigmanın hâkim olduğu 1980-2013 dönemine atıf yapılıyor, Atatürk eleştirileri tıpkı o dönemde Post-Kemalistlerin yapmaya çalıştığı şekilde “kemalektomi”[8] olarak görülüp korumacı reaksiyona başvuruluyor. Adeta bir travma tetikleniyor. Uzun yıllar boyunca üst perdeden ve ağır makamlardan güvenlikleştirme siyasetine maruz kalmanın bir sonucudur bu. Aynı zamanda Post-Kemalist paradigmanın hâkim olduğu dönemin bir travmasıdır. Oysa Sol-Kemalizm’in öncüleri bütün düşünsel ilerlemelerini Atatürk’e kahretmeden Kemalizm eleştirisine borçludurlar, aksi takdirde dünyanın her yerinde tarihin her döneminde olduğu gibi düşünsel ilerleme duraklayacaktır.

Siyasal İslamcı iktidarı seçim yoluyla iktidardan uzaklaştırılmaya hayli yakın olunan bu günlerde, siyasal ajanda çerçevesinde avam bir şekilde cereyan eden Atatürk ve Kemalizm nefreti törpülenmiş ve itibarsızlaştırılmış vaziyettedir. Bunun yanında Siyasal İslamcı iktidarın politik ajandasını uygularken dayandığı Post-Kemalist paradigmanın eleştirisi de yakın bir tarihte “Post-Post-Kemalizm: Türkiye Çalışmalarında Yeni Arayışlar” adıyla kitap haline getirilip yayımlanmıştır. Kemalizm’e topyekûn ve yapıcı olmayıp kahredici nitelik taşıyan, Kemalistleri “teyakkuz” haline geçiren saldırılar avam bir çevreyle sınırlı kalmıştır.

O halde artık Kemalistler bu teyakkuz haline son vermeli ve büyük düşünsel ilerleme kaydettiği -60-80 arası dönemde- aslen düşünsel ilerlemenin de anahtarı olan ve yazının başında atıf yapılan sözle de vurgulandığı gibi yeni bir Kemalizm okuması yapmanın tam zamanıdır. Kemalizm tartışmaları, Kemalistler tarafından güvenlikleştirilerek dondurulmamalıdır. Bu güvenlikleştirme aşaması Atatürk ve Kemalizm’i yalnızca tek parti dönemi uygulamalarına indirgemekte ve büsbütün bir Kemalist geleneğin düşünsel zenginliğini ortadan kaldırmaktadır. Atatürk ve Kemalizm güvenlikleştirme yoluyla “kusurlardan münezzeh” bir olguya dönüştürülmekte ve haliyle tüm uygulamaları uygun ve yerinde kabul etmekle yürütülen tartışma vasat bir savunu halini almaktadır. Bu sebeple eleştiri görevi başta “öz evlatlara” düşmektedir. Aksi halde, yakın bir zamanda vuku bulduğu haliyle, Kemalizm’e kahretmekle yıllarını geçirmiş, hiçbir düşünsel formasyonu ve altyapısı olmayan, üstelik bu “aile’nin” nefret objesi haline gelmiş gazeteciler tarafından pek de ciddiye alınmaması gereken argümanlarla “aslına rücu ettirmek” sözde gayesiyle yıpratılacaktır.[9]

Elbette bu yeni Kemalizm okuması ciddi bir şekilde tartışılmaya muhtaçtır. Özellikle Cumhuriyet Halk Partisi’nin iktidar arifesinde olması ve son 10 yılda ciddi bir dönüşüme uğraması Kemalizm’in sosyal demokrat yorumunun üzerine dikkatlerin çevrilmesine sebep olmaktadır. Bu dönüşüm ve iktidar, Kemalizm’i de yeniden okumaya tabi tutmak için oldukça yerinde bir fırsat sunuyor, elbette bu ancak başka bir yazının konusu olabilir.


[1] https://birikimdergisi.com/dergiler/birikim/1/sayi-187-kasim-2004/2372/yon-leninizm-kemalizm-mdd-cilik-ve-ulusalcilar/5876

[2] https://www.odatv4.com/medya/murat-belgeden-sonra-simdi-nuray-mert-liberaller-ataturku-kesfetti-209284

[3] Pek çok çalışmada Gezi Parkı Direnişi, AKP Hükümeti’nin otoriterliğe meylettiği yıl olarak değerlendirilmektedir. Hükümetin, iktidarını tehdit altında görmesi bu otoriterleşmenin nedenlerinden biridir.

[4] En bilinen ve ses getiren örneklerden biri olarak “Barış Akademisyenleri” verilebilir.

[5] https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/son-dakika–mgk-toplantisi-sonrasi-bildiri-dikkat-ceken-ekonomik-tehditler-vurgusu-1887743

[6] Başar, B ve Lüleci Ç. (2022), “Kopenhag Okulu ve Güvenlikleştirme Teorisi”. Güvenlik Stratejileri Dergisi, s. 22. ss. 61-95.

[7] https://www.sozcu.com.tr/2020/yazarlar/serpil-yilmaz/ataturke-atfen-gazi-mustafa-kemal-ismini-kullanmayi-tercih-ettigini-soyleyen-chp-istanbul-il-baskani-canan-kaftancioglu-kendimi-ait-hissettigim-bir-ifade-6035403/

[8] İlker Aytürk tıp literatürüne atıfla Atatürk imgesinin ortadan kaldırılması anlamında kullanır.

[9] Gazeteci Nagehan Alçı sol-Kemalizm’i bir oksimoron ilan ederek Atatürk’ün batılılaşmacılığının değerine vurgu yapıyor. https://www.aydinlik.com.tr/haber/nagehan-alci-ataturku-natocu-ilan-etti-324536

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu