Ekonomi ve KamuculukGündemPolitikaSağlıkToplum ve Siyaset

Gün Geçtikçe Derinleşen Bir Sorun: Ülkemizde İlaç Krizi – Nehir Umay

Geçtiğimiz hafta Gazeteci Murat Ağırel, lösemi tedavisinde kullanılmak üzere yurt dışından tedarik edilen bir ilacın (ICLUSIG) sahte olduğunu gündeme getirmiş; Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu (TİTCK), ilaçların sahte çıktığını doğrulayarak sorumluluğu Sosyal Güvenlik Kurumu’na (SGK) atması üzerine konu meclise taşınmıştı. Ülkemizde ilaç tedariğinin tekeli  niteliğinde olan kamu kurumlarının organize şekilde çalışan bir ilaç şebekesinin eylemlerine ortak olması, yozlaşmanın bu boyutu ilaç konusunda her açıdan nerede olduğumuz sorusunu da akıllara getirdi. Ne yazık ki Türkiye git gide derinleşen bir ilaç kriziyle baş başa.

Peki bu günlere nasıl gelindi?

Sağlık sisteminin dönüşümü ile gelen ertelenmiş krizler, bugün İLAÇ KRİZİ olarak toplum sağlığını yeniden tehdit ediyor.

Türkiye uzun yıllar boyunca eksikleri olsa da kendi temel ilaç ihtiyaçlarını üretebilen bir ülkeydi. Olası bir krizde, örneğin savaş ve salgın halinde kendine yetecek altyapıya sahipti. Öyle ki aşağıda daha detaylı söz edeceğimiz kurumlar, Bomonti SSK İlaç Fabrikası ve Hıfzıssıhha Enstitüsü bu durumun en net örnekleriydi.

AKP tarafından 2005 yılında Bomonti İlaç Fabrikası’nın, 2011 yılında da Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü’nün kapatılmasıyla ilaç temin sistemi tamamen dışa bağımlı hale gelen ülkemizde, bugün pandemi ve ekonomik krizin de etkisiyle çökmüş bir sistemle karşı karşıyayız.

Kendi ilacını ve aşısını üretme kapasitesi yok edilen ülkemizde Türk lirasının değer kaybı yurt dışından ilaç temin etmeyi neredeyse imkansız hale getirdi. Normal şartlarda yılda bir kez güncellenen ilaç ‘dönemsel Avro değeri’ (DAD) 2022 yılı içerisinde 3 kez güncellendi. Buna rağmen halen DAD’ın Euro’nun piyasa değerinin çok altında kalması sebebiyle ithalatçı firmalar ülkemizden çekilmeye başladılar.

Kaynak: TİSD

Kendi ilaçlarımızı üretemediğimiz için bağımlı olduğumuz yabancı ilaç firmaları kur farkları ve alım gücündeki düşüş sebebiyle yeni çıkan birçok ilacı ülkemize getirmiyorlar. Son verilere göre ruhsat alan 279 yeni ilacın yalnızca 65’i Türkiye pazarına girdi. Bu durum yalnızca yeni ilaçları değil, Türkiye pazarına halihazırda girmiş ilaçları da etkiliyor.

Antibiyotiklerden kanser ilaçlarına, 645 kalem ilaç piyasaya sınırlı sayıda veriliyor ya da hiç bulunmuyor.

Nereden Nereye

Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü, 1928’de kuruldu. Aşı üretiminde dünyaya örnek gösteriliyordu ve ihtiyaç anlarında tüm dünyaya aşı tedarik edebilecek kapasiteye sahipti.

Özal döneminde başlayan, özel sektörün yegâne itici güç olacağı ekonomik kurgunun sonucu olarak Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü’nün de üretim kapasitesi giderek düşürüldü ve âtıl bırakıldı. 2011 yılında da AKP enstitünün kapısına tamamen kilit vurdu.

Heybeliada Sanatoryumu, 1924’te kuruldu. 660 yataklı hastane, verem hastalarına hizmet verme görevini üstlenmişti. Hastane, “ulaşımı zor” denilerek 2005’te kapatıldı, 2009’da çıkan bir yangında binası hasar gördü. Pandemi döneminde Türkiye’nin ilk pandemi hastanesi olarak işlev görmesi bu merkezin ne kadar büyük bir ihtiyaç olduğunu tekrar göstermiş oldu.

SSK Şişli Bomonti İlaç Fabrikası, 1979’da kuruldu. Türkiye’de ISO 9002 kalite belgesine sahip tek ilaç fabrikası olan Bomonti İlaç Fabrikası’nda, ağrı kesici, antibiyotik, vitamin ve öksürük şurubu gruplarından toplam 22 kalem ilaç üretiliyordu. 4 milyon 858 bin dolara mal edilerek kâr amacı gütmeden kurulan ve SSK’nın ilaç ihtiyacının yaklaşık yüzde 30’unu karşılayan Bomonti İlaç Fabrikası’nda üretilen ucuz ilaçlar sayesinde SSK toplamda 120 milyon dolar tasarruf etti. Sadece 2004 yılında SSK’ya kira hariç 40 milyon gelir sağladı.

AKP hükümeti Bomonti İlaç Fabrikası’nı 2005’te kapattığında, fabrikanın elinde her biri milyon dolar değerinde 26 ilacın üretim ruhsatı vardı. Dönemin Sağlık Bakanı Recep Akdağ kapatma kararını, “Bizim ilaç fabrikamız olsun diye bir niyetimiz yok” diye savunmuştu.

Çare: Kamunun Yeniden İlaç Üretmesi

Türkiye’de şu anda yerli ilaç olarak jenerik yani eşdeğer/muadil ilaçlar üretilebiliyor. Sağlık Bakanlığı’nın 2021 yılına ait sağlık istatistiklerini raporunda “Toplam ilaç satış değerinde (₺) yerli ilacın payı 2021 yılında %52 oldu” deniliyor ancak 2022 yılının Ağustos ayında yayınlanan tebliğ ile SGK’nın eşdeğer ilaca olan desteği %10’dan %5’e düşürülerek bu ilaçlara da erişim kısıtlandı.

Bugün yaşadığımız derin ilaç krizinin kısa vadede daha fazla kamu kaynağının ilaç şirketlerine akıtılmasından başka çözüm yolu yok gibi görünüyor. Ancak kalıcı çözüm kamu faydası yerine rant hedefleyen neo-liberal ilaç politikalarının sona erdirilmesidir. Kamucu bir perspektifle kurulacak devlet, sanayi ve akademi arasında üçlü bir ortaklık ile hem kamu kaynaklarının verimli harcandığı hem de halkın ilaç ihtiyacının karşılanmasının güvence altına alındığı bir sistem kurmak mümkündür. Bu çerçevede:

  • Üniversiteler bünyesinde devlet ve özel sektör ortaklığıyla ilaç geliştirme (AR-GE) laboratuvarları kurulmalıdır.
  • Desteklenecek AR-GE süreçlerinin seçilmesinde kamu faydası gözetilmeli ve sağlanan kamu desteği ölçüsünde kamuya ait mülkiyet ve patentle alma modeli uygulanmalıdır.
  • Halihazırda sahip olunan teknik yetkinlikler ve kamu ihtiyaçları göz önünde bulundurularak temel ilaçların üretimi için kâr amacı gütmeyen üretim merkezleri kurulmalıdır.
  • Halkın topyekûn sağlığının iyileştirilmesi ve ilaç ihtiyacını azaltmak amacıyla modern tıp alanındaki yeni yaklaşımlar takip edilerek kişiye özel tanı ve tedavi yöntemlerinin geliştirilmesi ve önleyici sağlık hizmetlerinin artırılması gerekmektedir.
  • Mevcut durumda yaşanan ilaç eksikliğinin gelecekte tekrarlanmaması için Türkiye genelinde ilaç ihtiyaç ve tedarik trendleri çok paydaşlı bir komisyon tarafından yakından takip edilmeli, farklı senaryolar için projeksiyonlarının hazırlanmalı ve bu projeksiyonlara uygun olarak devletin sektör ile görüşerek ilaç temin garantisi almalıdır.
  • Son olarak, kamu yararı ve toplum sağlığı için acil durumlarda özel sektöre ait ilaç ve aşı patentlerin kullanıma açılması gerekmektedir. Bu amaçla COVID-19 pandemisi sırasında İsrail ve ABD başta olmak üzere birçok ülkede zorunlu lisanslama yöntemi kullanılmıştır. Ülkemiz için kamu kapasitesinin yeterli ilaç kapasitesini oluşturması önceliklidir ancak zorunlu lisanslama gerekli şartlarda kamusal bir enstrüman olarak yasal bir çerçeveye oturtulmalıdır.

Özetle, halkımızın her gün karşı karşıya kaldığı ilaç eksikleri için sınırlı kamu kaynaklarının yabancı ilaç şirketlerine akıtılması ancak bir yara bandı görevi görebilir. Yaşadığımız derin ve yakıcı ilaç krizinin kalıcı çözümü hem kamu kaynaklarının hem de ülkemizin yetkin insan kaynaklarının rant değil, kamu yararı göz önünde tutularak, akılcı ve verimli bir şekilde değerlendirilmesi ve ilaç geliştirme ve üretme kapasitemizin sürdürülebilir şekilde artırılmasına bağlıdır. Kamuya ait ilaç hammadde üretim tesisleri kurulmalı, yeni ilaç araştırma ve geliştirme çalışmaları ön plana alınmalı ve kamuya ait bir ilaç fabrikası yeniden kurularak, ilaç piyasasındaki rekabeti dengelemelidir. Aksi halde Sağlık Bakanlığı yılda 3 değil 10 kere dönemsel euro değeri Sağlık Bakanlığı tarafından güncellese de mevcut kriz büyümeye devam edecek.

Kaynakça:

www.titck.gov.tr www.tisd.org.tr

Petrol-İş, SSK İlaç Fabrikası ve SSK İlaç Tüketimi,2002. İEİS Sektörel Göstergeler, TÜİK, 2012.

Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Türkiye İlaç Sanayi Meclisi Türkiye İlaç Sanayi Sektör Raporu, 2008.

Araştırmacı İlaç Firmaları Derneği (AİFD), Türkiye İlaç Harcamaları Değerlendirmesi Bilgilendirme Notu, 2006.

Ernest&Young, Dünya’da ve Türkiye’de ilaç sektörü, Mart 2011.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu