Demokrasi ve SolToplum ve Siyaset

Nicos Poulantzas, Demokratik Sosyalizmin Hayati Bir Teorisyeniydi – Clyde W. Barrow (Çeviri: Kemal Büyükyüksel)

Sol siyasi stratejiler geleneksel olarak sosyal demokrat parlamentarizm ile Leninist “devleti parçalama” fikri arasında bölünmüştür. Nicos Poulantzas, her iki stratejinin de yeterli olmadığını savundu ve kendi “devrimci reformizm” vizyonunu geliştirdi.

Nicos Poulantzas’ın Political Power and Social Classes (1968) ve Ralph Miliband’ın The State in Capitalist Society (1969) adlı kitaplarının yayınlanması, ana akım sosyal bilimcilerin devlet kavramını bir kenara attıkları uzun bir aradan sonra siyaset bilimi ve sosyolojide devlet sorununa dönüşü başlattı. O zamandan beri, akademisyenler arasında kapitalist devlet teorileri üzerine süregelen bir meşguliyet var. Bu arada, demokratik sosyalizmin Avrupa ve Kuzey Amerika’daki ulusal siyasi gündemlere dönüşü, siyasi taktikler hakkında yenilenen tartışmalara yol açtı.

Taktikler, açıkça tanımlanmış bir hedefe ulaşmak amacıyla dikkatlice planlanmış acil eylemleri veya davranış yöntemlerini içerir. Bununla birlikte, çoğu çağdaş Marksist, strateji (uzun vadeli hedefler) ile taktikler (acil eylemler) arasında ayrım yapmakta genellikle başarısız olur. Sol siyasi taktiklerin uzun vadeli hedefi ne olmalıdır ve bir kapitalist devlet teorisi, sosyalizme geçiş için soyut çağrıların ötesinde bu soruya herhangi bir cevap verebilir mi?

Yol İşaretleri

Poulantzas, 1978’de son kitabı Devlet, İktidar, Sosyalizm’i, kısmen Avrokomünizm’in İtalya, İspanya ve Fransa’da yükselişi bağlamında demokratik sosyalizm sorununa ilgi duyduğu için yayınladı. Bu gelişme, sosyalizme geçişte devletin rolü sorusunu gündeme getirdi. Dolayısıyla, demokratik sosyalizmin yeniden ortaya çıkışı, siyaset teorisyenlerinin ve siyasi aktivistlerin sosyalist strateji sorununu yeniden düşünmelerini gerektirdi.

Avrupa ve Kuzey Amerika’da demokratik sosyalizmin ulusal siyasi gündemlere dönüşü, siyasi taktikler hakkında yenilenen tartışmalara yol açtı.

Poulantzas, bir kapitalist devlet teorisinin sosyalizme geçiş sırasında devletin rolüne dair önemli içgörüler sağlayabileceğini savundu. Ancak, böyle bir teoriden siyasi strateji çıkarılamayacağını gözlemledi. Çünkü bu teoriden,

hiçbir zaman uygulamalı teorik-stratejik nosyonlardan başka bir şey olamaz, elbette eylem için kılavuz görevi görür, ama en fazla yol işaretleri biçiminde olur. Sosyalizme geçiş sürecinin bir “modeli” çizilemez: ne belirli durumlarda somutlaştırılabilecek evrensel bir model olarak, ne de bir veya birkaç ülke için yanılmaz, teorik olarak garantili bir tarif olarak.”

Poulantzas, “teori ile pratik, teori ile gerçek arasında her zaman yapısal bir mesafe olduğunu” vurguladı. Bu, yalnızca gerçek sınıf mücadelesine katılanların aldığı stratejik kararlarla kapatılabilecek bir mesafeydi.

Bununla birlikte, Poulantzas’ın kapitalist devlet teorisi bugün demokratik sosyalizm ve sosyalist strateji için hangi eylem kılavuzlarını ve yol işaretlerini öneriyor?

Savaşı Kazanmak

Karl Marx ve Friedrich Engels, Komünist Manifesto’da (1848) sosyalist taktiklerin uzun vadeli stratejik hedefini “proletaryanın bir sınıf oluşturması, burjuva üstünlüğünü yıkması, siyasi iktidarın proletarya tarafından fethi” olarak tanımladılar. Marx ve Engels, “işçi sınıfının devrimdeki ilk adımının”, “proletaryayı yönetici sınıf konumuna yükseltmek, demokrasi savaşını kazanmak” olduğunu savundu.

Yirminci yüzyılın her önemli Marksist siyaset teorisyeni bu stratejik ilkeyi benimsedi. Eduard Bernstein, “demokrasinin sosyalizmin bir koşulu olduğunu” savundu ve çağdaşı Karl Kautsky, “demokrasi olmadan sosyalizm düşünülemez” iddiasında bulundu. Aynı şekilde Rosa Luxemburg, Rus Devrimi sonrası Vladimir Lenin ve Bolşeviklere yönelik eleştirisinde, “genel seçimler olmadan, sınırsız basın ve toplanma özgürlüğü olmadan, özgür bir fikir mücadelesi olmadan, her kamu kurumunda hayat ölür” diyordu.

Daha önce Lenin’in kendisi bile, Rusya Sosyal-Demokrat İşçi Partisi’nin Üçüncü Kongresi tarafından kabul edilen ve şunu ilan eden bir taktik kararı onaylamıştı:

“proletaryanın doğrudan çıkarları ve sosyalizmin nihai amaçları uğruna mücadelesinin çıkarları, mümkün olan en geniş ölçüde siyasi özgürlüğü ve dolayısıyla otokratik hükümet biçiminin demokratik bir cumhuriyetle değiştirilmesini gerektirir.”

Ne yazık ki, bir asır sonra, demokrasi savaşını kazanmış olmaktan çok uzağız. Eğer bir şey varsa, şimdi Batı liberal demokrasileri de dahil olmak üzere tüm dünyada yok olma ihtimaliyle karşı karşıyayız.

Nicos Poulantzas’ın otoriter devletçiliğin yükselişinden endişe duyduğu bir dönemde, demokratik sosyalizmi istediğimizi söylemenin yeterli olmadığına işaret etti. Demokratik sosyalist bir toplumsal özyönetim biçiminin kurumsal bir biçim, yani geçiş dönemindeki demokratik sosyalist bir devlet olarak neyi gerektireceğine ilişkin stratejik talepleri açıkça formüle etmenin gerekli olduğu konusunda ısrar etti.

İki Strateji

Rheinische Zeitung’un editörü olarak ilk yazılarından bazılarında Marx, “burjuva demokrasisini” işçi sınıfı için siyasi bir ilerleme olarak benimsedi. Bunu, proletaryanın bir sınıf olarak daha da gelişmesi için gerekli bir siyasi kabuk olarak görüyordu.

“Demokrasi”nin en temel dayanağı genel oy hakkıydı. Bununla birlikte, Komünist ManifestoAlmanya’daki Komünist Partinin Talepleri (1849) ve Gotha Programının Eleştirisi (1875) gibi yazılarında Marx, büyük ölçüde kademeli gelir vergisi (maliye politikası), güçlü bir merkez bankası (para politikası) ve sanayi, ulaşım, iletişim ve tarımda (sanayi ve istihdam politikası) kamu yatırımına dayanan kapsamlı bir sosyal ve ekonomik demokrasi programını savundu.

Aynı zamanda, çeşitli programlar ve politikalar için çağrıda bulundu. Bunlar arasında herkes için ücretsiz halk eğitimi, ücretsiz hukuk hizmetleri, tüketim vergilerinin kaldırılması, güçlü bir sosyal güvenlik ağı (işsizlik sigortası, emeklilik maaşları, barınma, sağlık hizmetleri vb.) ve kilise ile devletin tamamen ayrılması yer alıyordu.

Marx, Paris Komünü’nün “esasen bir işçi sınıfı hükümeti olduğu, üretici sınıfın mülk edinen sınıfa karşı mücadelesinin ürünü olduğu” sonucuna vardı.

1872’de Marx, Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere ve Hollanda gibi olgun liberal demokrasilerde işçilerin “amaçlarına barışçıl yollarla ulaşmalarının” mümkün olabileceği konusunda iddialarda bulundu. Yüzyılı aşkın bir süredir, bu karmaşık politikalar ve seçim taktikleri, sosyal demokrasi dediğimiz siyasi programı büyük ölçüde tanımlamıştır.

Ancak Marx ve Engels, 1871’deki Paris Komünü’nün bir sonucu olarak siyasi iktidarın fethi hakkındaki düşüncelerini değiştirdiler. Marx, Komün’ün “esasen bir işçi sınıfı hükümeti olduğu, üreticinin mülk edinen sınıfa karşı mücadelesinin ürünü, emeğin ekonomik kurtuluşunu gerçekleştirmek için en sonunda keşfedilen siyasi biçim” olduğu sonucuna vardı. Engels’e göre Paris deneyinde farklı olan şey, işçi sınıfının devlet dışı bir özyönetim biçimi yaratmış olmasıydı, oysa işçi sınıfı 1848’de erkeklere yeni verilen seçme ve seçilme haklarıyla “[kapitalist] devlet içinde bir güç” olmuştu.

Marx’ın 1848’e kıyasla Komün’de gördüğü şey, “modern devlet gücünü kıran” yeni bir siyasi biçimdi. Proletaryanın, devletin “geleneksel çalışma mekanizmasını dönüştürme” ve “onu sınıf egemenliğinin bir aracı olarak yok etme” gereğini vurguladı:

“İşçi sınıfı, hazır devlet mekanizmasını basitçe ele geçiremez ve onu kendi amaçları için kullanamaz. Köleleştirmelerinin siyasi aracı, kurtuluşlarının siyasi aracı olarak hizmet edemez.”

Bu nedenle, 19. yüzyılın sonlarından bu yana, sosyalist strateji üzerine Marksist tartışma, büyük ölçüde, Bernstein’ın Evrimsel Sosyalizm (1899) gibi yapıtlarında dile getirilen parlamenter sosyalizm savunucuları ile Lenin’in broşürü Devlet ve Devrim (1917) ile örneklendirilen devleti parçalama ihtiyacında ısrar eden devrimciler arasındaki bir çekişme olmuştur.

Sosyalizme Giden Demokratik Yollar

Poulantzas’ın yazılarının çoğunda ikinci düşünce ekolü ile uyumlu bir stratejiyi savunduğuna şüphe yok. Örneğin 1975’te şu argümanı ileri sürdü:

“Sosyalizme geçiş, devlet iktidarında basit bir değişiklikle (işçi sınıfı ve müttefiklerinin burjuvazinin yerini almasıyla) gerçekleşemez; bu geçiş, devlet aygıtlarının parçalanmasını gerektirir, yani mesele yalnızca bu aygıtların kafalarının değiştirilmesi değil, gerçek örgütsel yapılarında radikal bir dönüşümdür.”

Bununla birlikte, Poulantzas, State, Power, Socialism’de (1978), devleti parçalama konumunu açıkça terk etti:

“Geleneksel olarak o [devlet] aygıtı parçalamak veya yok etmek olarak adlandırılan şeye artık yer yok… Marx’ın da kullandığı parçalama terimi, sonunda çok kesin bir tarihsel fenomeni belirtir hale geldi: yani, her türlü temsili demokrasinin veya “biçimsel” özgürlüğün tamamen doğrudan demokrasi ve sözde gerçek özgürlükler adına tabandan gelenler lehine ortadan kaldırılması… Sosyalizme giden demokratik yolu ve demokratik sosyalizmin kendisini, diğer şeylerin yanı sıra, siyasi (parti) ve ideolojik çoğulculuğu ve muhalifler de dahil olmak üzere tüm siyasi özgürlüklerin genişletilmesini ve derinleştirilmesini içerecek şekilde anlarsak, o zaman devlet aygıtını parçalamaktan veya yok etmekten bahsetmek sadece sözlü bir laf cambazlığından başka bir şey olamaz…”

Poulantzas aynı zamanda şu uyarıya da yer verdi:

“Devletteki halk sınıflarının varlığından yola çıkarak, Devlette köklü bir dönüşüm olmaksızın iktidarı kalıcı olarak ellerinde tutabilecekleri sonucuna varmak, ciddi siyasi sonuçları olan bir hata olur . . . halk kitlelerinin Devlet içindeki eylemi, devletin dönüşmesi için gerekli bir koşuldur, ancak kendi başına yeterli bir koşul değildir.”

Poulantzas, son kitabında böylece, parlamenter sosyalizmin seçim siyasetini içerecek ve aynı zamanda bunun ötesine geçerek doğrudan demokrasi biçimlerini kucaklayacak bir demokratik sosyalizm stratejisi tanımladı. Poulantzas, devleti parçalamak yerine artık “Devletin radikal dönüşümü” dediği şeyi tasavvur ediyordu.

Bu dönüşüm, işçi mülkiyeti ve özyönetim gibi yenilikleri ve kitle demokrasisi organlarına (Rusya bağlamında “sovyet”in orijinal anlamı) dayalı sınırlı “konsey komünizmi” biçimlerini içeriyor. Ancak Poulantzas, Rus Devrimi sırasında meydana geldiği gibi bir “ikili güç” stratejisiyle ona meydan okumak ve onu yerinden etmek yerine bu yeniliklerin modern demokratik bir cumhuriyetin demokratik bileşenini güçlendirmeye, genişletmeye ve derinleştirmeye hizmet edeceğine inanıyordu.

Rusya örneğini tartışan Poulantzas, 1918’in başında yeni seçilen Kurucu Meclisi feshederek, Bolşeviklerin “tüm iktidar sovyetlere” stratejisi adı altında devlet aygıtını denetimsiz bıraktıklarını savundu. Bu, sosyalist bir otoriter devletçilik biçimine, yani Stalinizm’e zemin hazırladı, çünkü merkezi olmayan sovyetler, ulusal ölçekte karmaşık bir modern toplumun günlük faaliyetlerini yönlendirmek için ne siyasi kapasiteye ne de teknik uzmanlığa sahipti. Sosyalizme geçiş sırasında, temsili demokrasi kurumlarının “gerektiği sürece hoş görülecek talihsiz kalıntılar olarak değil, demokratik sosyalizmin temel bir koşulu olarak” görülmesi gerektiği sonucuna vardı.

Demokratik Sosyalizm

Poulantzas, demokratik sosyalizmin politika yapımı ve siyasetten oluşan iki yönlü bir strateji olduğu sonucuna vardı. Bu bir yandan, “herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre” ilkesine dayanan daha eşitlikçi bir toplumu teşvik etmek için tasarlanmış bir dizi politika ve program gerektiriyordu. Bu strateji temel sosyal demokrat politikalarla başlayabilirdi, ancak Poulantzas’ın “ekonomik aygıt” olarak adlandırdığı merkez bankaları, vergi sistemleri, istihdam ve ücret politikaları, ticaret politikaları, sosyal sigorta gibi şeylerin radikal bir dönüşümünü ve nihayetinde üretim araçlarının kamu ve/veya işçilerin mülkiyetinde olmasını gerektiriyordu.

Bununla birlikte Poulantzas, bu hedeflere ulaşmanın yolunun aynı zamanda dönüştürülmüş bir temsili demokrasi biçimini doğrudan taban demokrasisiyle birleştirecek bir siyasi stratejiyi -Devletin radikal bir dönüşümü- gerektirdiğini savundu:

“Sosyalizme giden demokratik yolun, demokratik sosyalizmin temel sorunu farklı bir şekilde ortaya konmalıdır: Devleti radikal biçimde dönüştürme sürecinin bir parçası olarak siyasi özgürlüklerin ve (aynı zamanda halk kitlelerinin bir fethi olarak) temsili demokrasi kurumlarının genişletilmesi ve derinleştirilmesi ile aynı anda doğrudan demokrasi biçimlerinin ortaya çıkması ve özyönetim organlarının mantar gibi çoğalması nasıl birlikte sağlanabilir?”

Poulantzas için bu, sosyalizme giden demokratik yolun, “kitlelerin devletin stratejik sahasında gerçek güç merkezleri haline gelmesini sağlayacak şekilde, devlet ağları içinde bu kitlelerin sahip oldukları yaygın direniş merkezlerinin yayılmasını, gelişmesini, güçlendirilmesini, koordinasyonunu ve yönlendirilmesini içeren uzun bir süreç olacağı” anlamına geliyordu.

Poulantzas, “tüm iktidar sovyetlere” talebi yerine, solcu bir hükümetin doğrudan demokrasinin popüler biçimlerini ve işçilerin özyönetimini derhal devlete entegre etmeye başlaması gerektiğini savundu. Doğrudan demokrasi ile temsili demokrasi arasındaki çekişmeli ikili iktidar durumu yerine, tek bir işçi devleti iki demokrasi biçimini bir araya getirmeliydi.

Sonuç olarak Poulantzas, “devlet aygıtının kapsamlı bir dönüşümü” anlamına gelecek olan “cepheden, ikili iktidar tipi bir stratejinin aksine, devletle güçlerin ilişkisini değiştirmeye yönelik” bir mücadele çağrısında bulundu. Kapitalist devlet teorisinin en iyi ihtimalle stratejik karar alma için bir yol haritası değil, “bir dizi yol işareti” olabileceğini bir kez daha vurgulayarak, “herhangi bir ‘model’ inşa etmeye” karşı daha önceki uyarısını yineledi.

Poulantzas’ın bu gözlemleri birçok soruyu açıkta bıraktı. Dönüştürülmüş bir demokratik cumhuriyeti işçi mülkiyeti, özyönetim ve diğer doğrudan demokrasi biçimleriyle birleştirmek tam olarak ne anlama gelir? Bununla birlikte, bu gözlemler, yine de siyasi taktikleri salt düzenin işleyişini sekteye uğratacak eylemler ve protestoların ötesinde uzun vadeli hedeflere yönlendirirken, devlet teorisinin içgörülerinden yararlanabilecek bir anayasal reform siyasi stratejisi belirledi.

Demokratik sosyalizm sadece bir ekonomik program veya bir dizi sosyal politika değildir. Devletin işçi sınıflarıyla yapısal ilişkisini yeniden düzenlemeyi amaçlayan bir anayasal reform stratejisidir. Yenilenmiş ve daha kapsamlı bir demokrasi olmadan sosyalizm olamaz.

Orijinal metin linki: https://jacobin.com/2023/01/nicos-poulantzas-revolutionary-reformism-democratic-socialism-state-theory

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu