Gündem

İVME Hareketi: Deprem, Barınma ve Yaşam Röportaj Serisi – Dr. Tayfun Kahraman

“Hedefimiz kamu kaynaklarını verimli kullanarak kentlerimizi yeniden hayata bağlamak, zaten her şeyini, sevdiklerini, sağlıklarını, mülklerini kaybeden insanlarımıza bir de konut faturası çıkarmadan onlara yaşam alanlarını yeniden vermek olacaktır.”

6 Şubat Depremleri sonrasında başlatmak istediğimiz röportaj serisi kapsamında Türkiye’nin karşı karşıya olduğu çoklu kriz risklerini konu üzerine yeni bağlamlar getirebilecek uzmanlarla birlikte ele aldık. Özellikle; ekonomik kriz, eşitsizlikler, düzenlemelerin hak temeli ve ekolojik yaşamın bütünlüğü karşısındaki pozisyonu başlıkları üzerinden barınma politikalarının nasıl oluşturulması gerektiğini konuştuğumuz bu serimize katkı sağlayan herkese teşekkür ederiz.

İVME Hareketi: Türkiye’de barınma ve yaşam ilişkisine baktığımızda, başta deprem olmak üzere hemen her afet türünün insanı ve bütün canlı yaşamını adeta kurban ettiği bir resim çıkıyor karşımıza. Bütün tarihi süreçte en temelde gördüğünüz çarpıklıkları konuşarak başlayabiliriz isterseniz.        

Tayfun Kahraman: Ülkemizde barınma sorunu en temel problemlerden biri olarak önümüzde dururken, sağlıklı ve güvenli yaşam hakkını da gündeme getiriyor. Bu sorun bugün yıkımını yaşadığımız Maraş Depremlerinin ortaya çıkardığı bir sorun da değildir. Uzun bir zamandır, özellikle hızlı kentleşmenin başladığı 20. yüzyılının ikinci yarısından bu yana giderek daha da can yakıcı bir şekilde yaşadığımız bir sorun.

Buradaki en temel mesele hızlı kentleşme karşısında ortaya çıkan konut ihtiyacına devletin cevap verememesi, yeterli sosyal konut üretilememesi ve çözümün yurttaşlar ile piyasa mekanizmasına bırakılması ile başlıyor. Bunu kente gelen yeni kentlilerin barınma amacıyla gecekondular inşa etmesi ve imar afları takip ediyor. Tabi ilk dönemki imar afları ile bugünkü imar aflarını karıştırmamak gerek ama bu süreç sonunda devasa bir çarpık kentleşme sorunu ile karşı karşıya kalıyoruz.

Bugün afetler karşısında kırılgan bir yapı stoku ile çaresiz kalmamıza neden olan işte bu plansız gelişme ve kamu denetiminin yetersizliği. Kamu kaynakları da bu süreçte barınma sorununu çözmek, sosyal konutlar inşa etmek yerine sermayenin yeniden üretimine ayrıldığı için karşımıza giderek büyüyen bir dayanıklı ve yaşanabilir konut ihtiyacı ile sağlıksız kentsel mekânlar çıkıyor.

İVME Hareketi: Son yaşadığımız depremler ve felaketle sonuçlanan kayıplarımızın ardından iktidarın hızlı ve çok riskli olabilecek kararlar alarak yeniden yapılaşmaya giriştiğini gördük. İmar aflarından kararnameler ile bilimsellikten uzak plansız yapılaşma aşamasına geçilen bu birikim ve inşa modelinin son kararlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
           
Tayfun Kahraman: Konunun uzmanı yer bilimcilerin de sürekli söyledikleri gibi ana depremi takip eden yer hareketleri, yani artçı depremler sona ermeden yeni yapıların inşasına başlamak yüksek risk taşıyor.

İnşaat sürecinde yaşanan depremler yapıların imalat kalitelerini ve deprem dayanımlarını olumsuz etkiliyor. Fakat iktidar oy kaygısı ile her zaman olduğu gibi yine bilime kulak tıkayarak seçmenlere bakın hemen inşaatlara başladık diyebilmek için OHAL kapsamındaki kararname ile pek çok kanunu hiçe sayarak, yaşadığımız iklim ve gıda krizi bakımından kritik önemde olan orman ve mera alanlarında sembolik temeller atmaya girişti.

Şehircilik ilkelerinin gereği olan analiz ve sentez çalışmalarının hiçbiri yapılmadan, yeterli zemin etüt çalışmaları olmaksızın hazırlanan imar planları vakit kaybetmemek adına askıya bile çıkartılmadan, vatandaşların planlamaya katılım süreçleri gözetilmeden bir inşaat süreci başlatıldı. Bu şekilde hızla oya tahvil edilmek üzere bilime ve tekniğe kulak vermeden başlanan bu popülist konut üretme süreci de yaraya merhem olmayacak, yaşanan kentsel sorunları büyütecektir.

Unutmamak gerekir ki, bugün yaşadığımız acılara neden olan bu popülist politikalardı. Bu yanlışlardan vazgeçip bilimin ve tekniğin sesine kulak vermeden yapacağımız her müdahalenin yeni acılara neden olma potansiyeli vardır.


İVME Hareketi: Türkiye’nin önünde çoklu riskler olduğunu kabul edebiliriz diye düşünüyoruz. Bunlar ekolojik riskler, deprem riski ve henüz derinliğini tam ölçemediğimiz ekonomik riskler. Bütün bunları ele aldığımızda; kısıtlı kaynakları da dikkate alarak ve yapılması gerekenleri önceliklendirerek, fiziksel ve sosyoekonomik dayanımı yüksek, kırılganlığı düşük, adaptif ve sürdürülebilir bir yaşam ve barınma-inşa kurgusunu nasıl oluşturabiliriz?

Tayfun Kahraman: Ülkemizi çoklu risklere karşı dayanıklı kılmak, güvenli ve erişilebilir konutlar ile sağlıklı, yaşanabilir kentler inşa etmek elbette mümkün. Fakat bunu başarmak için ilk olarak önceliklerimizi değiştirmemiz gerekiyor.

Kentlerde rant üretimini değil her sınıftan kentlinin erişebileceği sağlıklı ve güvenli konutların üretimini öncelememiz gerekiyor. Bu işe de tüm ülkede bulunan yaklaşık 10 milyon yapıyı hızla tarayarak deprem ve diğer afetlere karşı dayanıklılık düzeyine göre sınıflandırarak başlamalıyız. Böylece kısıtlı zaman ve kaynakları en verimli şekilde kullanmak üzere, öncelikle en riskli yapıları ele alıp, sonra etap etap en az riskli olana doğru tüm riskli yapılara müdahale ederek onları güçlendirmeli ya da yeniden yapmalıyız. Bu bize hem zaman hem de kaynak bakımından en verimli çözümü sağlayacaktır.

Aynı zamanda kentsel sorunların çözümü ve altyapının güçlendirilmesi için de bize olanak yaratacaktır. Tabii tüm bu çalışmalar için öncelikle tüm yapıların bilgisine ulaşmaya, yani bir bina envanteri oluşturmaya sonrasında ise hem sağlıklı bir planlama sürecine hem de bir müdahale programına ihtiyacımız olacaktır. Bu süreç sağlıklı bir şekilde yürütülürse kamu kaynaklarını kullanarak öncelikle dayanıklı konuta erişim olanakları kısıtlı olan alt gelir grubu ve kiracılar için erişilebilir konut çözümleri sunabiliriz.

İVME Hareketi: Yine son depremlerden sonra gördük ki Türkiye Büyükşehir Belediye Kanunu (bütünşehir uygulamaları) ve birçok başka yasal değişiklikle yerelleşmenin güçleneceği bir aşamaya geçeceği iddia edilirken tam tersini yaşadı. Hantallığı bırakın tek bir ağızdan çıkacak söze bakan buyruk ile tıkanmış bir merkeziliğe mahkum edildik. Siz bunun tam tersine konulabilecek toplumcu, demokratik ve sosyalist bir yerelleşme modelini tahayyül edebiliyor musunuz?

Tayfun Kahraman: Sadece yerel yönetimlerde değil tüm ülke tek adam yönetimi ile büyük bir yönetim zafiyeti yaşıyor. Aslında bütün şehir yasası ile yapılmak istenen de merkezde yaşanan bu durumu büyükşehirlere taşıma isteğiydi. Fakat yaşanan felaket gösterdi ki hem merkezi hem yerel yönetimlerde tek başlı sistem çalışmıyor.

Hızlı karar almak üzere kurgulanan sistem ve hantal yapısı nedeniyle tam tersine hiç karar alamıyor ve çok değerli zaman heba oluyor. Bu yüzden öncelikle köklü bir merkezi yönetim değişikliğine ihtiyacımız var. Bu beceriksiz ve hantal tek adam sistemi yerine bilimsel ve demokratik bir yönetim sistemi inşa etmeli, bu yaklaşımı en küçük yönetim yapılarına kadar genişleterek karar alma sürecine yurttaşları katan bir düzen kurgulamalıyız. Bu sorun sadece yerelleşmeyi yadsımak ile ortaya çıkmıyor. Bu başlı başına bir yönetememe krizi ve tüm sistemi baştan kurmamız gerekiyor.

           
İVME Hareketi: Kent kimliği, dokusu, yaşamın sürekliliği ve felaket kapitalizmi gibi odaklar oluşacak önümüzdeki süreçte. Türkiye gibi kaynak ve projelendirme gibi olguların çoğu süreci gölgelediği bir ülkede felaket kapitalizminin; kentlerin kimliklerini, insanların ve doğanın haklarını ihlal edeceğini ön görebiliriz. Bunun karşısında kentleri ve kırsalı nasıl kendi kimlikleri içinde koruyabilir ve adil şekilde inşa edebiliriz?

Tayfun Kahraman: Deprem felaketi ile büyük yıkıma uğrayan kentleri ve kırsal yerleşimleri yeniden canlandırmak ve yeniden yaşatmak istiyorsak tarihsel kimlik ve dokularını tanımamız şart. Yıkılan yerleşimlerin hafızasını korumak ve yaşayanların geri dönüşleri için bu olmazsa olmaz.

Merkezi ve yerel kuruluşların, uzmanlar ve yurttaşların katılımı ile kaybolan tüm kültürel varlıklar ve kent dokular tespit edilerek yeniden inşa faaliyetleri buna göre aynı yaşamı daha güvenli olacak şekilde inşa etmek üzere kurgulanmalı. Bu yaklaşım bize eski kent dokusundaki sorunların çözümü için de olanak sağlayacaktır. Kent hafızasında yer etmiş mekânların ve fonksiyonların canlandırılması büyük yıkıma uğrayan kentlerde hayatın normalleşmesini kolaylaştıracaktır.

Bu faaliyetleri yürütürken hedefimiz kamu kaynaklarını verimli kullanarak kentlerimizi yeniden hayata bağlamak, zaten her şeyini, sevdiklerini, sağlıklarını, mülklerini kaybeden insanlarımıza bir de konut faturası çıkarmadan onlara yaşam alanlarını yeniden vermek olacaktır.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu