Demokrasi ve Sol

Marksizm “Woke”luk Demek Değildir, Zulme Karşıysanız Marksist Olmalısınız. – Nick French (Çeviri: Kübra Nil Yılmazer)

“Kirk’ün versiyonunda, siyah ve LGBTQ bireyler için eşit hakların savunusu, Marksizm için bir Truva atıdır. Modern eğilim ise,akıllı solcuların radikal gündemlerini kısaltmaların arkasına gizleyerek komplocu entrikalarını bir adım daha ileri götürmeleridir.”

Nick French’in Jacobin’de yayımlanan yazısının Türkçe çevirisidir.

Sağ ideoloji, LGBTQ haklarından kurumsal çeşitlilik tedbirlerine kadar her şeyi tanımlamak için “Marksizm”i kullanıyor. Bu son derece karışık bir tanımdır. Fakat bir konuda yanılmamaktadır: Marksistler gerçekten de her formdaki baskıyı ortadan kaldırmak istiyor.

Amerikan sağının uzun ve saygın bir geçmişinin bir parçası olan “red-baiting” geleneği, ılımlı liberal çeşitlilikten gerçekten radikal olanlara kadar her türlü ilerici toplumsal değişim çabalarını sosyalist veya komünist olarak etiketlemeyi içermekte. Bu fikrin en komplocu formlarından biri -kökleri Nazilerin “Yahudi-Bolşevizm” antisemitik teorisine dayanan-“kültürel marksizm” adı altında ortaya çıkmakta. Bu teoriye göre, Frankfurt Okulu teorisyenleri de dahil olmak üzere Nazi Almanyası’ndan kaçan solcu Yahudiler, Amerikalılara kademeli olarak Marksist ideolojiyi sinsice aşılamak ve onları Marksizme yönlendirmek için planlar yapmış; kasıtlı ve el altından yürütülen kadın hareketleri ile siyahların kurtuluşugibi daha az göz korkutan örneklerle “kültürel” biçimiyle Markist ideolojide yeniden yapılanma gerçekleştirilmiştir.

Diğer bir ifadeyle radikal Yahudi göçmen profesörler, aslında daha büyük sivil haklar ve sosyal eşitlik hareketlerinin arkasındadır ve bunlar gerçekte Amerika Birleşik Devletleri’nde Sovyet tarzı komünizmin gizli bir aracıdır. Bu komplo teorisini destekleyecek hiçbir kanıt yoktur ancak bu durum, onun sürekliliğini engellememiştir. Kültürel marksist teorisi sağ kesim tarafından oldukça ilgi çekicidir çünkü birçok korku unsurunu güzel bir hikayede birleştirir. Bu teori, QAnon evreninin canlı efsanelerine sahip olmayabilir. Ancak sağcı ideologlar için kullanışlılığı, neredeyse yüzyıldır varlığını sürdürmektedir.

Son zamanlarda, Turning Point USA’nın kurucusu Charlie Kirk, kültürel marksizm teorisine yeni bir açı getirdi. Kirk şöyle der:

“Solcular, bilinçsiz kişilerden sahtekarlıklarını gizlemek için kısaltmalar kullanır:

  • CRT – Okullarda Marksizm
  • DEI – İşe Alımda Marksizm
  • ESG – Finansta Marksizm
  • LGBT – Kimlikte Marksizm
  • BLM – Irkta Marksizm
  • Ve yeni olanı; CEI – Kurumsal Eşitlik Endeksi – Soros tarafından finansal yönetimdeki Marksizm”

Kirk’ün versiyonunda, siyah ve LGBTQ bireyler için eşit hakların savunusu, Marksizm için bir Truva atıdır. Modern eğilim ise, akıllı solcuların radikal gündemlerini kısaltmaların arkasına gizleyerek komplocu entrikalarını bir adım daha ileri götürmeleridir.

Kısaltmalara atfedilen gizemlileştirici rolden daha da tuhafı. Kirk’ün Marksizmi, onu çok az bağlantısı olan kavramlarla ilişkilendirmesidir. DEI, çeşitlilik, eşitlik ve kapsayıcılık anlamına gelir – temel olarak, tarihsel olarak ezilmiş grupların eşit muamele ve katılımını teşvik etmek için organizasyonlar (çoğunlukla özel şirketler) tarafından kullanılan bir dizi çerçevedir. “Çevresel, sosyal ve yönetişim” kavramlarının kısaltması olan ESG, hissedarlara finansal faydaların ötesinde sosyal etkileri de dikkate alması gereken bir yatırım yaklaşımıdır. CEI veya Kurumsal Eşitlik Endeksi ise, İnsan Hakları Kampanyası tarafından şirketlerin LGBTQ çalışanlarının dahil edilmesinde nasıl performans gösterdiğini izlemek için tasarlanmış bir ölçüttür.

Bu kavramları Marksist olarak adlandırmak oldukça esnek bir yorumdur. Çünkü bunlar oldukça açık biçimde iş dünyasından gelmektedirler ve şirketlerin gücüyle ilgili olup şirketlerin gücüne meydan okumaya çalışan insanların dünyalarıyla ilgisi yoktur. Kirk’ün bakış açısı, Sağ’ın Marksizmi, savaş sonrası orijinal komplo teorisine kadar uzanan bir gelenek olan toplumsal ilerlemecilikle kabaca birleştirmeye devam ettiğini ortaya koymaktadır.

Aslına bakarsanız Marksistler genellikle bu tür girişimlere eleştirel yaklaşırlar. En iyi şekliyle, DEI ve CEI belirli çalışan grupları için şirketleri biraz daha adil hale getirmeyi amaçlar, ESG ise (tekrarlayalım, en iyi haliyle) finansal kurumların genellikle sınırlı ve sert bir şekilde maddi çıkarlara odaklandığından biraz daha ileri gitmeyi amaçlar. Bunların hiçbiri, sermayedarların zenginlik ve güçleriyle mücadele etmek için gerçek bir meydan okumayı temsil etmez, hele ki ekonominin insanlık yararına demokratik bir şekilde yönetildiği sosyalist bir toplumun Marksist tahayyülünü hiç temsiletmez. En kötü durumlarda, boş sosyal adalet gösterileri aslında şirketlere sosyal adalet özgeçmişlerini sunma imkanı sağlar ve aynı zamanda çalışanlarını acımasızca sömürmeye, gezegeni tahrip etmeye devam etmelerini sağlar. Ayrıca, kimi DEI programlarının ırksal öfkeyi kötüleştirdiği gerçeği gibi, bu fikirlerin belirli uygulamalarındaki diğer sorunları görmezden gelmeyi gerektirir.

Aşırı sağ aynı zamanda DEI’ı ve ESG’yi “woke kapitalizm” örnekleri olarak tanımlar, bu da onları “Marksist” olarak adlandırmanın ne kadar tuhaf olduğuna dair bir ipucu verir. Marksistler woke kapitalizmi istemezler –biz kapitalizmi tümüyle ortadan kaldırmak istiyoruz. Zengin ve çeşitli bir entelektüel geleneğe sahip olsa da, Marksizmin temelinde, kapitalist toplumun sahiplerin emekçilerin emeğinden elde ettikleri kâr ve güçle organize olduğu görüşü yer alır. Bu nedenle; işçilerin, toplumun üretim kaynaklarının sahipliğini ele geçirmek için kapitalistlere karşı örgütlenmekte güçlü bir çıkarı vardır. Aynı şekilde işçiler, yüksek sayıları ve üretim noktasındaki kaldıraçları kullanarak toplumu temelden dönüştürmek için yapabilecekleri kapasiteye sahiptirler.

Bu söylentilerin Sağ mahalle tarafından yayıldığı söylenebilir. Marksizmi gerçek anlamda desteklemeyen Marksistler, derin ve temel bir toplumsal hiyerarşi şekli olan kapitalist egemenliği sistemli bir şekilde tehdit eder, bu açıkça bellidir. Buradaki karışıklık, Marksizmin haksız hiyerarşilere karşı olan muhalefetini, ESG ve DEI gibi en ılımlı versiyonları içeren sol ve liberal düşüncenin birçok akımıyla paylaşmasıdır. Woke kapitalizm savunucuları bile, kendi haline bırakılan kapitalistlerin doğru şeyi yapmayabileceğini öne sürmektedirler. Hatta belki de onları biraz daha iyi davranmaya zorlamak için bazı düzenlemelere veya denetimlere ihtiyacımız vardır. Sağ’ın, şirketleri biraz daha etik davranışlara sürükleme girişimlerini, özel mülkiyeti ortadan kaldırma yönündeki devrimci hırsla birleştirmesi, ılımlı sosyal liberalizmi daha radikal, daha az tanıdık ve otoriter hükümetlerle ilişkilerle lekelenmiş fikirlerle ilişkilendirerek itibarsızlaştırmaya yönelik retorik bir girişimdir.

Sosyalistler olarak vizyonumuzun boş kurumsal liberalizmden nasıl farklı olduğunu net bir şekilde ortaya koymalıyız. Ancak, Sağ’ın abartılı propagandasında bir gerçeklik çekirdeği olduğunu da kabul etmeliyiz: Eğer baskıya meydan okumayı ciddiye alıyorsanız, Marksist olmalısınız. 

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu