GündemToplumsal Cinsiyet

Sağ Siyasetin Kazanç Kapısı: Erkeklik Krizi –Yusuf Can

Aile kurumu, değerlerimiz, geleneklerimiz ve erkekliğimiz krizde! 

Dünyanın son dönemde üzerinde tepindiği bu tartışma, Türkiye’ye de hiç yabancı değil ve ülkemizde hem sosyal medyada hem de aktüel siyasette hararetle yapılıyor.  Şiddete başvurmaktan imtina etmeyen, nezaketi zayıflık olarak gören, etrafına para saçamayan erkekliğin krizde olduğu anlatısı üzerine kurguladıkları siyasi platformu hem politik hem de ekonomik kazanca dönüştürmek için elinden geleni yapan uluslararası bir ağ ile karşı karşıyayız. Amerika’dan Avrupa’ya, Türkiye’den Brezilya’ya, sağ siyaset gerçek sorunlardan arındırılmış ve sunileştirilmiş erkeklik krizini ağzına sakız etmiş durumda. Trump’tan Bolsonaro’ya, Putin’den Johnson’a, sağ siysasetin bilimum liderine göre dünya toplumlarının karşılaştığı tehditlerden bir tanesi “taş fırın” erkekliğin ölüyor oluşu. 

Gündüz kuşağı programlarında erkeklerin yeterince erkek olmadığına dair yapılan tartışmalar, dizilerde “ideal erkek” olarak sunulan toksik figürler ve lüks arabalara binen ve onlarca kadınla fotoğraf çektirmeyi marifet gören Instagram fenomenlerinin çizdiği karikatürvari erkeklik imajları, başta genç erkekler olmak üzere toplumda bir erkeklik kriz olduğu düşüncesini iyice yaygınlaştırdı. Kıymeti kendinden menkul sosyal medya uzmanlarına göre günümüz erkekleri yeterince çalışmıyorlar; video oyunlarıyla ve pornoyla hipnotize olmuş durumdalar; mızmızlanıyorlar; ve en önemlisi, bu yabancılaştıkları ve ekonomik zorlukların olduğu dünyada artık nasıl erkek olacaklarını bilmiyorlar. Bu anlatının üstüne aile kurumunun tehdit altında olduğu ve LGBTİ+’ların da bu tehdidin başlıca müsebbiplerinden birisi olduğu eklenince, sağ siyaset kendisine geniş bir manevra ve propaganda alanı bulabiliyor. Bunun sonucunda ise bu sözde “erkeklik” tartışması, gerçek bir toplumsal fayda gözettiği iddiasında olan sağ siyasetin manipülasyonlarına oldukça açık hale gelmiş oluyor.

Gerçek şu ki, evet, bir erkeklik krizi var. Ama bu kriz, sağ siyasetin iddia ettiği gibi erkekliğin yitirilmesi değil. Kriz, ekonomik gücü eriyen ve gerçekçi olmayan toplumsal beklentileri ve cinsiyet rollerini karşılayamayan erkeklerin kaygısının sağlıklı ve çözüm odaklı bir şekilde ele alınamaması. Bu tartışmayı sağ siyasetin tekelinden kurtarmak ve tüm sosyoekonomik boyutuyla ele almak, toplumsal ilerleme gözeten her akımın kaygısı olmalı.

Peki karşımızdaki krizin aslı nedir?

Dünyanın birçok bölgesinde erkeklerin birçok gerçek sorunla karşılaştığını inkâr etmek yanlış olur. Çalıştıkları ağır işlerin getirdiği bedensel ve psikolojik yükün politika üretimi düzeyinde yeterince dikkat çekmiyor ve fıtrat olarak kabul ediliyor. ABD’de erkeklerin eğitim başarısının düşüşü ya da Türkiye’de intihar edenlerin büyük oranda erkekler olması, üstüne şantiyelerde ve madenlerde ölenler ve yaralananların ağırlıkla erkek olması bunlara örnek verilebilir. 

Peki erkekliğin yok edildiğini iddia eden sağ siyaset veya bu siyasetin kahramanlaştırdığı fenomenler bu gerçek ve sistematik sorunlara ne gibi çözümler öneriyorlar? Dünyanın Andrew Tate’leri ve yerli ve milli Andrew Tate’lerimiz bırakın evi, arabayı, bilezik alamadığı için evlenemeyen erkeklere ne öneriyorlar? Lüks arabalar, agresiflik, ultra-bencillik dışında ne gibi fikirleri var? Ailenizin yaşadığı geçim sıkıntılarına dair samimi bir endişe mi duyuyorlar, yoksa sizi daha da mutsuz ederek, şiddete ve çözümsüzlüğe yöneltmek üzerine kurdukları bir dolandırıcılık şebekesinin başında günlerini gün mü ediyorlar? Dijital saadet zincirleri, yalnızlaşan erkeklere kadın düşmanlığı sattığı kişisel gelişim videoları ve kripto para ticaretiyle adeta kumar oynayarak elde ettiği kazancı, mutlu bir yaşamın sırrı olarak lanse eden bir kişinin sizin gerçek sorunlarınıza çözüm sunabileceği düşüncesi bir ilüzyondan ibaret.

Sağ siyasetin etkisindeki ana akım medyadan tutun, sosyal medya fenomenlerine kadar birçok güç odağı, erkeklerin yaşadığı ekonomik ve sosyal kaygıları bir kazanç kapısı haline getirmiş durumdalar. “Bu veya şu ürünü kullanırsanız kadınlar size saygı duyar ve daha çok talep edilen bir erkek olabilirsiniz” temalı reklamlar hepimizin karşısına çıkabiliyor. Bu ürün bir araba, parfüm, kıyafet, çeşitli lüks tüketim ürünleri, hatta bir davranış biçimi dahi olabiliyor. “Piyasada sunulan bu ürünler olmadan, tam anlamıyla gerçek erkek de olunamaması” propagandasıyla hem kaygılarınız hem de maaşınız sömürülüyor. Bu kaygı, toplum içinde cinsiyetler arası ilişkilerdeki hızlı ve radikal dönüşümler tarafından tetikleniyor gibi gözükse de aslında onlarca hatta yüzyıllardır var olan ve sosyoekonomik temellere dayanan bir problem. Özetle, bu kaygı, erkeklik olarak algıladığımız kavramın tam da içine bizzat bizler tarafından, kolektif olarak, bilinçli ve biliçsizce yerleştirilmiş bir hisler bütünü. Artık toplumlarımızda erkeklerin kendilerini kanıtlamak için aslan avlaması gerekmese bile erkekliğin kazanılması, kazanıldıktan sonra da korunması ve düzenli olarak kanıtlanması gerekiyor. Nasıl kız çocukları özellikle ergenlikten itibaren belli cinsiyet rollerine ve kalıplarına sıkıştırılıyorsa, bir erkeğin erkeklik yolculuğu da ergenlikteki fiziksel değişimle sınırlı kalmıyor. Erkeğin fiziksel cesaretini göstermesi, duygularını içine atması veya acıya dayanma becerisi gibi davranışların öğrenilmesi ve belli ritüellerin tamamlanmasıyla kazanılması gerekiyor. 

İster istemez, kazanılması gerektiğine inandığımız bu erkeklik statüsü kaybedilebilir de oluyor. Bu anlayışa göre erkeklik, kamusal bir performans gerektiriyor ve tekrar tekrar sergilenme ihtiyacı doğuyor; çünkü erkek birey kırılganlığını kendisini sürekli kanıtlayarak gizleme ihtiyacı hissediyor, çünkü kırılganlığın kendisi bile statüyü kaybetmek için yeterli oluyor. Ama nasıl kırılgan olunmasın ki? Erkekliğiniz birçok şekilde elinizden alınabiliyor: 20’li yaşlarınıza gelip kimse ile seks yapmadığınız ortaya çıkarsa; aşık olduğunuz kadın sizden ayrılmaya karar verirse veya bir başkasına aşık olursa; fiziksel veya sözlü bir çatışmada size üstün gelen başka bir erkek olursa; hayatınız ekonomik bir başarsızlık ile sarsılırsa; işinizi kaybederseniz; sağlığınız bozulursa… Birçok örnek verilebilir.

Erkekliği kanıtlamak ve şiddet

Çalışmalar, sadece insanların erkekliği kolayca kaybedilebilir olarak algıladığını değil, erkeklik kaybedildiğinde, diğer insanların da artık o bireyi “erkek” olarak görmediğini gösteriyor. Kısaca, erkeklik algısının ne kadar toplumsal olduğunu unutmamak gerekiyor. Erkeğin erkekliğini kanıtlama serüveni kişisel bir deneyim olmaktan çıkıyor ve tüm çevresine sürekli kanıtlaması gereken, kimi zaman da gerçek dışı beklentilerden oluşan yorucu, yıpratıcı ve yıkıcı bir performansa dönüşüyor. İşin ironik yanı da burada beliriyor. Her ne kadar sağ siyaset erkekliğin meşruiyetini toplumsal cinsiyet propagandasının sarstığını iddia etse de, günlük yaşantımız bir başka gerçeğe işaret ediyor. İdealize edilen erkeklik ve birçoğumuz için aslında ulaşılamaz beklentilerden oluşan bu tasavvuru halen popüler kültürün her köşesinde tüm kudreti ile yer almaya devam ediyor. TV ve sinema ekranları halen sorunları şiddet yoluyla çözdüğünü iddia eden kaslı, ultra-zengin, çevresini umursamayan başrol erkeklerle dolu. Haliyle ben de merak ediyorum: Erkeklik kaygısını yaratan kadın hareketi ve LGBTİ+’lar mı? Yoksa erkekleri erişilmesi güç ve gerçekçi olmayan beklentiler içerisine sokan, zengin, güçlü, etrafında onlarca kadın olan, kaslı makbul erkek mi? 

Bu tutarsızlığa dair herhangi bir eleştiriyi sağ siyasetin anlatısında bulamazsınız. Zaten amaçları da sizin gerçek kaygılarınız değil gerçekçi olmayan beklentilere dayanan suni şekilde üretilmiş kaygılarınızı suistimal ederek politik ve ekonomik güç kazanmak. Böylelikle yarattıkları “düşmanlarla” derinleşen erkeklik krizinin gerçek failleri de bu şekilde saklanabiliyor. Güvencesiz çalışma koşullarının ve piyasanın dayattıklarına bakmaksızın, toplumsal rolünün temel yapıtaşlarını düşün(e)meyen erkeklerin krizi, popüler kültür ile de sürekli güncel kalan ve dayatılan suni bir gerçeklik haline getirilerek sağ siyasetin uzun zamandır varolan erkeklik kodlarını yaşatabilmesini mümkün kılıyor. Instagram’da veya Twitter’da gökkuşağı bayrağı kullanan bir gey yada lezbiyeni tehdit olarak algılayıp bu insanlara karşı örgütlenme, sokağa çıkıp tekbir getirme, hatta şiddet kullanma ihtiyacı hissetmenin neresi  “erkekçe”, emin değilim. 

Fiziksel saldırının ve bunu bir gösteriye dönüştürmenin ve tehdit altında olan ya da kaybedilen erkeklik statüsünü geri kazanmanın erkeklerin kültürel kodlarının bir parçası olduğunu biliyoruz. Erkekliklerinin sorgulandığı, hatta sorgulanabileceği ihtimali bile bazı erkekleri o kadar tehdit ediyor ki, halen erkek olduklarını herkese, özellikle de en yakınlarına göstermek zorunda hissediyorlar. Bunu da genellikle savunmasız gördükleri kişilere şiddet kullanarak yapıyorlar. Kimisi fiziksel şiddet, kimisi psikolojik şiddet, kimisi de ekonomik şiddet uyguluyor. Bu şiddet dürtüsü elbette yeni değil. Ancak bugünün politik evreninde siyasetin sağ tarafı erkeklerin yaşadığı gerçek sosyal ve ekonomik kaygıların üstünü örtmek adına kulağı sağır edecek şekilde bas bas bağırmaya devam ediyor ve erkeklerin ve toplumun genelinin gerçek ve çözüm odaklı mücadelelere odaklansına izin vermiyor. İçinden çıkamadığınız bir korku sarmalına bizi hapsediyor ve bu korkudan hiçbir zaman vazgeçmememizi bize tembihliyor. 

Yabancılaşan erkekler ve dipsiz kuyu

Elbette, ben dahil birçoğumuz, belki hepimiz, hayatımızın bir ya da birçok döneminde herkesin yaşadığı yabancılaşma hissini deneyimliyoruz. Çevremize, sevdiklerimize, ailemize, arkadaşlarımıza, toplumumuza, sevgilimize veya eşimize yabancılaşabiliyoruz. Bu yabancılaşmanın da karmaşık ve çetrefilli birçok sebebi olabiliyor. Bu yabancılaşmanın ne denli ağır ve üstesinden gelmesi zor bir darbe olabileceğini kimse yadsıyamaz. Ama yabancılaşan kimse, aslında bu deneyiminde yalnız değil. Süresi, sebebi ve sonucu farklılıklar gösterse de yabancılaşma her insanın, her erkeğin hayatının bir döneminde karşılaşabileceği bir zorluk. İnsanlar da imkanları ve dünya görüşleri dahilinde buna karşı bir mücadele veriyorlar ya da vermeye çabalıyorlar. Ancak bu mücadeleyi “makbul erkekliğe” yapıldığı iddia edilen sözde saldırılara karşı vermek bir hata. Hayalet “düşmanlarla” savaşmak size en başta sevdiklerinizi, en sonunda da mutlu bir yaşam sürme ihtimalinizi kaybettirebiliyor. Kimi zaman kişisel kimi zaman da toplumsal sebeplerle karşılaştığımız sorunların sağ siyasetin kurguladığı ultra-bireyci erkeklik krizinden kaynaklandığına inanmak ve sizin bu hassas sürecinizi suistimal etmek isteyecek akbabalara kulak vermek, çoğu zaman yaşadığınız sıkıntıları daha da kötüleştirmekten ve sizi psikolojik olarak dipsiz bir kuyuya düşürmekten öteye gitmiyor. 

Peki erkekler kendilerini sağ siyasetin dayatmak istediği kaygılardan nasıl kurtarabilirler? Bu sorunun basit bir cevabı yok. Kimisi erkekliğin getirdiğini düşündüğünüz gereklilikleri doğru bir şekilde yansıtıp yansıtmadığınızı veya diğer erkeklerin sizi nasıl gördüğünü düşünmeyin diyebilir. Bir başkası ise erkeklik kaygısına karşı yapabileceğiniz en “erkekçe” şeyin, erkeklik konusunu umursamaktan vazgeçmek olduğu önerisiyle karşınıza çıkabilir. Şahsen en çok karşılaştığım ve iyi niyetli de olsa eksik bulduğum bir tavsiye, erkekliğinizi kaybetme olasılığı konusunda sürekli korku içinde olmanızı isteyen insanları dinlemememiz gerektiği ve bundan daha az erkekçe bir şey olmadığı önerisi oluyor. Deniyor ki: Bir erkek olmak istiyorsanız, erkek olduğunuzdan emin olma konusunda endişelenmeyin. Ancak gerçek şu ki bu cümleler, en iyi ihtimalle söylemesi kolay, uygulaması zor öneriler.

Kaygılarımızın çözümlerinin bu sloganvari çözüm önerilerinde olmadığını düşünüyorum. Sırtımıza bindirilen ekonomik yükün, sömürülen emeğimizin, gerçekçilikten son derece uzak toplumsal beklentilerin merhemi “sağ siyaseti dinlemeyin” olmaktan öteye gitmediği zaman tutunacak bir dal kalmayabiliyor. Kendi adıma konuşmam gerekirse, bu anlarda yaşanan kaygının sadece bana ait olmadığını düşünebilmek için ekstra bir çaba sarf etmem gerekiyor. Oysa bu çabayı, benzer kaygılar yaşayan başka insanlarla bir araya gelmek, daha kapsamlı çözüm arayışlarına girmek ve nihayetinde de gerçekçi olmayan ekonomik ve sosyal beklentileri adım adım yıkmak için harcamayı yeğlerim. Adına isterseniz sol deyin, isterseniz kamucu, isterseniz toplumcu. Sağ siyasetin tekeline aldığı mevzubahis kriz, sağ siyasetin tekeline ve çarpıtmasına bırakılamayacak kadar gerçek.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu