Demokrasi ve SolDünyaEkonomi ve Kamuculuk

Milton Friedman Gibi Neoliberal Ekonomistler Augusto Pinochet’nin Diktatörlüğünü Sevinçle Karşıladı – Jessica Whyte

Jacobin’de yayınlanan makalenin Türkçe çevirisidir.

Friedrich von Hayek ve Milton Friedman neoliberal ekonominin kurucu babalarıdır. Augusto Pinochet, Şili’nin seçilmiş hükümetini devirdiğinde onun ekonomik ajandasını tasarlamasına yardımcı oldular ve bu politikaların uygulanmasını sağlamak için vahşi baskıyı onayladılar.

1977’lerin sonunda askeri cunta, 1973 darbesinden beri devam eden olağanüstü hal durumunun uzatılmasına karar verdiğinde ve bütün siyasal partileri dağıttığında Friedrich Hayek, Alman gazetesi Frankfurter Allgemeine Zeitung’a General Augusto Pinochet hükümetine olan haksız olarak tarif ettiği eleştirileri protesto etmek amacıyla bir mektup yazdı. Makalesi reddedildiğinde editöre, popüler olan anti-Pinochet duygularına karşı gelememesinin “sivil cesaret” eksikliğinin yokluğundan hayal kırıklığına uğradığını ifade ettiği bir mektup yazdı.

Hayek, bir insan hakları kurumu olan Uluslararası Af Örgütü’nün “iftirayı uluslararası siyasette bir silaha dönüştürdüğünü” vurgulayarak eleştirdi. Şili’de bir konferans daveti aldığında “tanımadığım iyi niyetli insanların yanı sıra Af Örgütü gibi kurumların” onu telefonlar, çağrılar, mektuplar yağmuruna tuttuğundan ve ziyaretini iptal etmesi çağrısı yapıldığından yakındı. Hayek’in meslektaşı ve Mont Pèlerin Topluluğu üyesi, Chicago Okulu ekonomisti Milton Friedman daha sonra, Şili’nin ekonomik ve siyasal bir “mucize” olduğu değerlendirmelerini yaptı.

Ne Hayek ne de Friedman bu “mucizenin” uzaktan izleyen gözlemcileriydi. Her ikisi de Pinochet’ye danışmanlık yapmışlardı ve her ikisinin de bu otoriter hükümette destekçileri vardı- Friedman Chicago’da eğitim almış técnicos (ya da Chicago Boys) olarak bilinen “şok” programının formülasyonunu yapanlardandı, Hayek ise ekonomiyi siyasal değişikliklerden korumak için anayasal hükme bağlayan muhafazakâr Katolik gremialistas’lar arasındaydı.

Neoliberalizm ve İnsan Hakları

Hayek’in Af Örgütü’ne karşı memnuniyetsiz tutumunun aksine neoliberaller insan hakları dilini konuşmaktan sakınmadılar; aksine özgürlüğün, insan onurunun ve insan haklarının korunmasının onların önerilerini uygulamaları için elzem olduğunu öne sürdüler. Hükümet, Hayek’in düşmanlarını hedef alan -solcuları, sosyal demokratları, sendikacıları- vahşi işkenceler, suikastlar ve yasadışı infazlara girişirken Hayek, “çok fazla iftiraya uğrayan bugünkü Şili’de bile kişisel özgürlüklerin [Salvador] Allende döneminden daha geri olduğunu söyleyen tek bir kişiye bile rastlamadım” diyecekti.

Bu iddiayı basitçe bir kenara atmadan önce neoliberal özgürlük fikrine ve beraberindeki haklar ile hukukun ne anlama geldiğine yakından bakmalıyız. Bu, ekonomik programlarını dayatırken ihtiyaç olan baskı politikalarına gözlerini kapayan neoliberallerin teknik ekonomik alana odaklanan hikayesinin dışına çıkmak anlamına geliyor.

Aksine Chicago ekonomistlerinin en teknik olanları bile basitçe ekonomik bir yaklaşımla kendilerini meşrulaştırmaya çalışmıyordu. Bunun yerine, cuntanın Şili’yi totaliter bir rejimden kurtardığını öne sürerek, planlama geçmişini ve devlet müdahalesini tersine çevirerek bireysel özgürlüklerin ve insan haklarını mümkün kıldığını ortaya atıyorlardı.

Şili’deki neoliberaller siyaseti vahşi, zorlayıcı ve çatışmacı olarak piyasa ilişkilerini ise barışçıl, gönüllülük esaslı ve karşılıklı faydaya dayanan keskin bir ikilem olarak tanımlıyordu. Neoliberal insan hakları söyleminin kristalize olduğu yer Şili’ydi. İnsan haklarının bu neoliberal versiyonu, yalnızca rekabetçi bir piyasanın güvence altına alabileceği bireysel özgürlüğü korumak için anayasal kısıtlamaları ve hukuku meşrulaştırdı. Neoliberallerin sürekli iddia ettiği gibi insan hakları bir işleyen bir piyasa ürünüyse, piyasa eşitlikçi siyasal hareketlerden korunmalıydı. Bireyleri devlet baskısından korumak yerine, neoliberal insan hakları öncelikle toplumu siyasetsizleştirerek piyasayı koruma ve tek mümkün olan özgürlüğün sınırını piyasaya boyun eğmek olarak çerçeveleyerek piyasa düzenini korumaya çalıştı.

Chicago Boys

1986 yılında, Friedman ve Chicago Okulu’ndan meslektaşı Arnold Harberger, Kanada’nın piyasa yanlısı düşünce kuruluşu Fraser Enstitüsü tarafından düzenlenen ekonomik, siyasi ve sivil özgürlükler arasındaki ilişkileri ele alan bir sempozyuma katıldılar. Sempozyumun temel önermesi, ekonomik özgürlüğün ve sivil özgürlüklerin, siyasi özgürlüğün olmadığı koşullarda gelişebileceği yönündeydi, çünkü çoğunlukçu yönetimin “azınlıkların haklarını istismar etmeye yöneldiğinde hiçbir erdeme sahip olmayacağı” düşünülüyordu.

Latin Amerika’da öğrencilerin ekonomi eğitimini denetleyemeye yıllarını harcamış olan Harberger için siyasal ve ekonomik özgürlük arasındaki ilişki bir “ikilemdi.” Sempozyumda Latin Amerikalıların “romantizm eğilimi” ve “demagojiye karşı muazzam, inanılmaz bir kırılganlık” ile kuşatıldığını ve “kendine-acıma” yönünde kollektif bir eğilimi olduğunu söyledi. “Askeri yönetimlerin bu düşünce yapısından çıkmak için en iyi yöntem olduğunu ancak “biz özgürlük sevdalısı bireyler için bir ikilem” olduğunu iddia etti. Harberger, “eğer romantizm, ekonomik özgürlükler için bir engelse onu yıkmak için siyasal baskının meşru olup olmadığını” sorguladı.

Harberger, denetlediği Şili Katolik Üniversitesi ve Chicago Üniversitesi ortaklığındaki projeden onlarca kritik bakanlık, merkez bankası başkanları ve bütçe yöneticileri ortaya çıktığını düşünüyordu. Şili Projesi’nin kökleri, Latin Amerika’da temel kavramları “müdahalecilik, paternalizm, milliyetçilik ve sosyalizm” olan 1950’li yıllardaki ithal-ikameci döneme kadar geri gidiyordu.

Chicago Boys’un ekonominin siyasallaştırılmasına olan muhalefeti Allende’nin zaferinden onlarca yıl önce başlamıştı, ama onun sosyalist hükümetinin ekonomik planlamacı yönü, Keynesçi talep teşviki ve refahın yeniden paylaşımı onların ideal düşmanları olmasını sağladı ve bu Chicago Boys’u Şili’nin iş insanlarının çekim alanına soktu. Chicago Okulu ilhamlı técnicos’lara göre Allande’nin önerileri ekonomik kuralların cahilce ihlali ve özgür toplumun yıkımı anlamına geliyordu.

Tuğla

Şili neoliberalizmin örneklem laboratuvarı haline dönüşmesini büyük oranda Harberger’in Chicago Boys’una borçlu. Darbenin ertesi sabahı 12 Eylül 1973’te yeni hükümeti önemli isimleri her birinin masasında El Ladrillo (Tuğla) isimli 189 sayfalık bir ekonomik program vardı.

Ticaretin özgürleşmesi, gümrük tarifelerinin azaltılması; sosyal güvenliği de kapsayan geniş çaplı özelleştirme ve azalan oranlı katma değer vergisine bir çağrıda bulunuldu. 1993’te Harberger bu vizyonun Şili’nin bütün büyük partileri tarafından ezici çoğunlukla kabul edilmesine ilişkin memnuniyetini ifade etti, bu arada Chicago programı Şili sağı için bile “fazla piyasa eksenli fazla açık ekonomi yanlısı ve fazla teknokratikti”.

1975’te Friedman, Pinochet ile buluştu ve onu Şili ekonomisinin öncelikle kamu harcamalarının ciddi biçimde azalmasını içeren “şok tedavisine” ihtiyacı olduğuna ikna etti. Friedman, generalin “şok tedavisi fikrine sempatiyle yaklaştığını ancak onun muhtemel geçici işsizliğe yol açabileceği konusunda tedirgin olduğunu” ifade etti. Ziyaretin ertesinde Friedman, Pinochet’ye bu çözüme yönelik kararlılığını arttırmak için bir mektup yazdı: “İşsizlik dahil zorlukların olmayacağı geçici bir geçiş döneminin yaşanmayacağı bir şekilde enflasyonu bitirmenin yolu yoktur.”

Şili örneğinde, en çarpıcı olan ekonomistler ile cuntanın baskıcılığı arasındaki ilişkide baskıyı gözardı etmeleri değil, benimsemeye ne kadar istekli olduklarıdır. Friedman, Pinochet’ye Allende hükümetinin sosyalizm yöneliminin “korkunç zirvesi’ni temsil ettiğine dair güvence veren bir mektup yazdı ve generalin “bu eğilimi tersine çevirmek için alınmış olan birçok önlemi benimseme konusunda son derece zekice davrandığını” söyledi. 1977’de insan sermayesi kuramcısı olan Gary Becker, Şilili öğrencileri için duyduğu gururu “acımasız bir diktatör için çalışma iradeleri ve yeni bir ekonomik yaklaşım başlatmalarının Şili’nin başına gelen en iyi şey” olduğunu yazmıştı.

Harberger daha sonra cunta baskısını protesto edenleri bir kenara atarak şöyle söyledi: “eğer insan hakları ihlallerine ve siyasal istismarlara bakarsanız, o dönem bu ihlalleri herhangi bir Asya ülkesinde, Şili’de yaşanan her neyse misliyle bulabilirsiniz.” Hayek sağ-kanat Şili gazetesi El Mercurio’ya kalıcı diktatörlüğü desteklemediğini, Pinochet’yi bir “geçiş diktatörlüğü”  ve “demokrasi ve özgürlükleri istikrarlı hale getirme, kirlilikten arındırma yolu” olarak gördüğünü söyledi.

Mucize İşçiler

1982’de Friedman, Pinochet Şili’sinin bir “mucize” olduğunu öne sürdü. Evvelsi yıl, Hayek, Şili’nin ekonomik iyileşmesini “zamanımızın mucizelerinden biri” olarak isimlendirdi. Friedman’a göre Şili basit bir ekonomik mucize değildi – o “bundan bile daha muhteşem bir siyasal mucizeydi”. Zenginlere büyük bir sermaye transferini kolaylaştırmasına rağmen Friedman, piyasa mekanizmalarını, devlet kontrolü yerine ikame ederek diktatörlüğün yerini “yukarıdan kontrol yerine aşağıdan kontrolün” aldığını iddia etti.

Şili’nin siyasal mucizesine övgüler dizerken Friedman serbest piyasanın, askeri yapının aksine dağınık bir otoriteye sahip olduğunu iddia etti – “emre boyun eğmek yerine pazarlık etmek anahtar kelimeydi”. Ancak itaat, onun piyasa anlayışında merkezi bir konumda kaldı. Ekonomik sancı (fiziksel işkence gibi) “kadere” direnen insanların piyasanın yavaşça dağıttığı siyasal öznelliğini kırmak için tasarlanmıştı.

Ekonomi Bakanı Pablo Barona ülkedeki herkesin “zayıflıkta eğitimli” olduğuna dikkat çekti: “Onlara güçlü olmakta eğitim vermek için geçici işsizliğin ve iflasların bedeli ödenmeli” diyordu. Yüksek iflas oranları sorulduğunda cunta üyesi Amiral José Toribio Merino da aynı fikirdeydi: “Düşmesi gerekenler düşmeli. Tıpkı ekonomik hayatın vahşi doğası gibi. Vahşi hayvanlarla dolu bir ormanda, yanındakini öldürebilen kişi onu öldürür. Bu gerçekliktir.”

Bu tür ifadeler ticaretin tatlılığı efsanesinden hayli uzak, ancak neoliberal pazarın ilkelerinden çok da ayrıksı değil. Michael Foucault’nun altını çizdiği gibi temel ilke karşılıklı değiş tokuş değil rekabettir, sistematik olarak kazananlar ve kaybedenler yaratmasıdır. Dayanışmayı zayıflatmak ve rekabetçi özneler yaratmak Pinochet cuntasının nihai olarak belirlediği hedeftir: “Şili’yi proleterler ülkesi değil, girişimciler ülkesi yapmak”.

Başarı ve Başarısızlık

Friedman, cuntanın “şok” yaklaşımının “ciddi zorluklar” yaratacağını öngördü – ancak Şili’nin tüm kesimleri için değil. Onun da ifade ettiği gibi Şili’nin GSYİH’ nın %13 düşmesinin en hızlı etkisi “ciddi durgunluktu”.

Andre Gunder Frank, Friedman ve Harberger’e açık mektubunda Şili’deki “ekonomik soykırım’ı” kınadı. Frank fiyat kontrollerinin kaldırılması, sendika birliklerinin gücünün kırılmasıyla birleştiğinde reel ücretleri inanılmaz biçimde düşürdüğüne, Aralık 1975’te bir saatlik asgari ücretle çalışmanın 160 gram ekmek satın almasına yol açtığına dikkat çekti.

1975’ten itibaren harcamalardaki büyük kesintiler ve iki bin kadar emtia fiyatının “serbest bırakılması” satın alma gücünün 1970’lerdeki seviyesinin %40’ına düşmesine neden oldu. En yoksul olanların reel gelirleri düşerken ulusal gelirden %5’in aldığı payın %25’ten %50’ye çıkmasına sebep oldu.

Friedman’ın “geçici geçiş dönemi” olarak adlandırdığı ve Gunder Frank’in “hesaplanmış bir politika olarak ekonomik soykırım” olarak adlandırdığı şey, Şililileri piyasa dışı toplumsal yeniden üretimden mahrum etmeye ve onları piyasanın kararına boyun eğmeye zorlamaya yönelik kasıtlı bir girişimdi. Friedman’ın “az gelişmiş” ülkelerin buna ihtiyaç duyduğunu söylerken kastettiği buydu: Başarı ve başarısızlığın nesnel testlerinin yapıldığı bir ortamda bireylere deney yapmaları için maksimum fırsatların olduğu ve onları bunu yapmaya teşvik eden bir özgürlük atmosferi, kısacası güçlü, özgür, kapitalist bir piyasa.

Kısıtlı Demokrasi

Hayek, cunta yönetimine yaptığı iki ziyaretin birincisinde Pinotchet ile “sınırsız demokrasinin” tehlikelerinden bahsetti. Hayek’in hatırladığı haliyle, general onu dikkatli dinledi ve bu sorun üzerine yazdığı makalelerini göndermesini istedi.

Avusturyalı iktisatçının yazılarının büyük bir kısmını göndermesi muhtemel olsa da, sekreteri onun yalnızca “The Model Constitution” bölümünün üç bölümlük Law, Legislation and Liberty’den göndermesini istediğini hatırlıyor. Burada, Hayek’in “sınırsız demokrasi” kavramı “şu anda Batı dünyasında hüküm süren özel bir temsili hükümet biçimini” işaret ediyor.

Hayek 1981’de Şili gazetesi El Mercurio’ya verdiği röportajda bu başlıkların içini açtı. Schmitt’i tekrarlayarak bir otorite “parçalanma durumunda” olduğunda “bir başkasının mutlak yetkilere sahip olmasının kaçınılmaz olduğunu” savundu. Özgürlüğün korunması için piyasa gerekli olduğundan, piyasa tehdit edildiğinde toplum geçici olarak örgüte dönüştürülebilir ve hükümet kararnamelerle yönetebilirdi. Gazeteye, “liberal bir diktatörü”, “liberalizmden yoksun demokratik bir hükümete” tercih edeceğini söyledi.

Hayek ilk defa liberal diktatörlere olan sempatisini ilan etmiş değildi. 1978’de Pinochet ve Portekiz diktatörü António de Oliveira Salazar’ı “kişisel özgürlüğün birçok demokrasiye göre daha güvenli olduğu otoriter hükümetlerin” liderleri olarak tanımladı. 1962’de Salazar’a The Constitution of Liberty’nin bir kopyasını diktatörün “demokrasinin suiistimallerine karşı bir kanıt olan anayasanın” hazırlanmasına yardımcı olacağını umduğunu ifade eden bir not ile gönderdi.

Beş yıl sonra Hayek, yine CIA destekli anti-komünist bir darbeyle iktidara getirilen Endonezya’daki Suharto hükümetini benzer ifadelerle övdü. Her durumda, demokrasilerin piyasanın “kendiliğinden düzenine” müdahale edeceği tehdidi, onu, mevcut eşitsizlikleri korumak için gerekli tüm önlemleri almaya hazır olan, vahşice şiddete başvuran diktatörlükleri desteklemeye yöneltti.

Planlı Kendiliğindenlik

Hayek, Şili’de cuntayı “popüler vaatler veya herhangi bir siyasi beklentiye takılıp kalmadan” ülkeyi yönetme istekliliğinden dolayı övdü. Ona göre zorlama ve baskı, “kendi kendini üreten düzenlerin oluşabileceği etkili bir dış çerçeve sağlamak” için meşruydu. Piyasanın kırılgan “kendiliğinden düzeni”, onu siyasi müdahalelerden koruyacak güçlü bir devleti gerektiriyordu.

James Buchanan, darbenin planlandığı Şili’nin bir sahil kasabası olan Viña del Mar’daki bölgesel Mont Pèlerin Topluluğu toplantısında sunduğu “Limited or Unlimited Democracy” başlıklı makalesinde benzer bir vurguyu yaptı. Virginia Okulu neoliberalleri, “sınırsız demokrasinin totaliter eğilimini” eleştirdi ve herhangi bir hükümetin (ister demokrasi ister “cunta”) “bireysel özgürlükleri güvence altına almak ve korumak” adına katı bir şekilde sınırlandırılması gerektiğini vurguladı.

Demokrasiye dönüşü tasarlayan Baraona, Pinochet yönetimi sırasında iki kez ekonomiden sorumlu bakan olarak, Şili’nin “yeni demokrasisi. . . Sistemin istikrarı için gerekli kuralların siyasi süreçlere tabi tutulamaması anlamında otoriter olmak zorunda kalacak” şeklinde görüşlerini ifade etti. Ona göre devletin tek proaktif rolü “toplum üzerinde piyasa disiplinini uygulamaktı”. Şili’de insan hakları da dahil olmak üzere anayasal olarak koruma altına alınan haklar, bu türden piyasa disiplinini güçlendirmenin araçları haline geldi.

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu