Filistin Laboratuvarı: İsrail İşgal Teknolojisini Dünyaya Nasıl İhraç Ediyor – Antony Loewenstein (Çeviri: N. Toygar Ateş)
İdeal etno-milliyetçi model olarak İsrail, bu mesajı ticarileştirebilmeye dayanmaktadır. Her ne kadar bazı ülkeler İsrail silahlarını ya da teknolojisini sadece casusluk yapmak ya da muhalif hareketleri engellemek için kullanıyor ve kendi etnik-dini varlıklarını inşa etmekle ilgilenmiyor olsalar da, diğer pek çok ülke İsrail’in ırksal üstünlüğü hakkındaki efsanelere inanıyor ve kendi ülkelerinde taklit etmek istiyor.
“Güney Afrika’daki apartheid 46 yıl sürdü. İsrail’inki ise 72 yıl ve devam ediyor.”
Nathan ThrallAntony Loewenstein’ın “Filistin Laboratuvarı: İsrail İşgal Teknolojisini Dünyaya Nasıl İhraç Ediyor” adlı eserinin giriş bölümünün çevirisidir.
2000’lerin başında İsrail – Filistin hakkında haber yapmaya başladığımda, internetin ilk günleriydi ve ana akım medya bekçileri İsrail işgaline karşı eleştirel seslerin duyulmasına nadiren izin veriyordu. Avustralya’nın Melbourne kentinde liberal Siyonist bir evde büyüdüm; burada İsrail’e destek zorunluluk değildi ama kesinlikle beklenen bir şeydi. Büyükannem ve büyükbabam 1939 yılında Nazi Almanya’sı ve Avusturya’dan kaçmış, Avustralya’ya mülteci olarak gelmişlerdi. Hevesli Siyonistler olmasalar da, onlar açısından İsrail’i Yahudi halkı için “gelecekte yaşanabilecek çatışmalara karşı güvenli bir sığınak” olarak görmek mantıklıydı.
Dünyanın pek çok yerindeki Yahudi toplumunda yaygın olan bu duyguya rağmen, kısa süre içinde hem Filistinlilere karşı duyulan açık ırkçılıktan hem de İsrail’in tüm eylemlerine körü körüne verilen destekten rahatsız olmaya başladım. Muhalif seslerin kınandığı ve dışlandığı bir tarikat gibiydi. Ergenlik yıllarımdaki Yahudi arkadaşlarımı hatırlıyorum, onlar da ailelerinden ve hahamlarından duyduklarını söylüyorlardı. Çok azı bırakın Filistin’i, İsrail’e bile gitmemişti ama hâkim anlatı korku üzerine kuruluydu; Yahudiler sürekli saldırı altındaydı ve çözüm İsrail’di. Yahudilerin kendilerini güvende hissetmeleri için Filistinlilerin acı çekmesi önemli değildi. Holokost’tan alınan sapkın bir ders gibiydi bu. Ailem İkinci Dünya Savaşı’ndan önce Avrupa’dan kaçtığı için şu anda hem Avustralya hem de Alman vatandaşıyım. Ben ateist bir Yahudi’yim.
2005’te Orta Doğu’yu ilk kez ziyaret ettiğimde, İsrail ve Filistin hakkında hala yanlış kanılara sahiptim. İki devletli çözüme ve İsrail’in bir Yahudi devleti olarak var olma hakkına inanıyordum. Şimdi ikisini de desteklemiyorum. O ilk seyahatten sonraki yıllarda Batı Şeria, Gazze ve Doğu Kudüs’ten haberler yaptım ve İsrail’in Filistin’de giderek artan baskısını belgeledim. 2016-2020 yılları arasında Doğu Kudüs’ün Şeyh Cerrah mahallesinde yaşadım ve düzenli olarak İsrail polisinin Filistinlileri taciz ettiğini ve aşağıladığını gördüm. İşgalin günlük eziyeti Yahudi olmayanlar için epey bunaltıcıydı. Bir Yahudi olarak benim adıma yapılanlardan utanmama sebep oluyordu. Bugün, tüm vatandaşların eşit biçimde yaşayabileceği tek devletli bir çözümü destekliyorum.
Son yirmi yılda geçirdiğim evrim, İsrail’in her zaman ne olduğu ve nereye gittiğine dair artan küresel farkındalığı yansıtıyor. Bu konudaki kamuoyu tartışmaları 2000’li yılların başından bu yana hissedilir şekilde değişti. Sahadaki gerçekler bunu zorunlu kıldı.
İsrail’in önde gelen insan hakları grubu B’Tselem, 2021’in başlarında yayınladığı bir raporda; “Ürdün Nehri’nden Akdeniz’e kadar bir Yahudi üstünlüğü rejimi olduğu” sonucuna vardı, “bu apartheid’dir.” İnsan Hakları İzleme Örgütü ve Uluslararası Af Örgütü de kısa süre sonra aynı sonucu paylaştı. Yarım asırdan fazla süren işgal ve bu önemli raporlar bir değişim yarattı. Filistinliler bunu onlarca yıldır söylüyor olsa da, değişimin Batılı elitlere ve halklara yansıması zaman aldı.
2021’de yapılan bir ankete katılan ABD’li Yahudilerin dörtte biri İsrail’in bir apartheid devleti olduğunu kabul etti. Siyonist de olsa İsrail’in en ilerici gazetesi Haaretz’in yayıncısı bile bunu kabul ediyor. Amos Schocken 2021’de “Siyonizmin ürünü olan İsrail Devleti Yahudi ve demokratik bir devlet değil, aksine açık ve net biçimde bir apartheid devleti haline geldi” diye yazdı; “Bu konuda pek çok şey söylenebilir, ancak İsrail’in Yahudi ve demokratik bir devlet olarak Siyonizmin gereklerini yerine getirdiği söylenemez.”
Gerçekler, İsrail’in Orta Doğu’nun kalbinde gelişen bir demokrasi olduğu iddiasına meydan okuyor. İsrail’deki tüm medya kuruluşları, yayıncılar ve yazarlar, dış ilişkiler ve güvenlikle ilgili hikayeleri yayınlanmadan önce İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF) baş askeri sansürcüsüne sunmak zorundadır. Başka hiçbir Batı ülkesinde böyle bir sistem yok. İsrail’in doğuşundan kısa süre sonra başlayan arkaik bir düzenleme. Sansürcünün haberi tamamen engelleme ya da kısmen sansürleme yetkisi vardır. Ulusal güvenlik kurumunun öncelikleri sağlıklı ve demokratik bir devlet için gerekenlerden çok farklı olacağından, neyi geçerli saydıkları son derece tartışmalıdır. Bu çelişki, İsrail’in baş sansürcüsü Ariella Ben Avraham 2020 yılında görevinden ayrılıp ülkenin önde gelen siber gözetim şirketi NSO Group’ta işe başladığında açıkça görüldü.
On yıllar boyunca Batı medyasında İsrail ve Filistin’i tartışanlar büyük oranda sadece Yahudiler oldu. İşgal altındaki Filistinliler hakkında konuşuldu ama sesleri duyulmadı. Arizona Üniversitesi’nden Maha Nasser tarafından 2020 yılında yapılan bir araştırma, bu sessizliği gözler önüne serdi. Filistinliler 1970 ile 2020 yılları arasında New York Times’taki fikir yazılarının yüzde 2’sinden daha azını kaleme aldı. Bu oran Washington Post’ta yüzde 1’di. Bugün Noura Erekat’tan Yousef Munayyer’e ve Mohammed El-Kurd’a kadar, Filistinlilerin farklı bir bakış açısı sunduğunu duymak ve görmek alışılmadık bir durum değil.
Filistin’den yapılan her türlü haber hala zorluklarla karşı karşıya. Ahmed Shihab-Eldin, Kuveyt asıllı bir Amerikalı ve Emmy ödüllü Filistin kökenli bir gazeteci. Bana 2015 yılında Vice için yaptığı, İsveç doğumlu yerleşimcilerin Doğu Kudüs’ün Silvan mahallesinde Filistinli bir ailenin evini yıkmasını konu alan bir haberden bahsetti. Shihab’ın ekibi, yerleşimcilerin Filistinli genç bir kızın oyuncaklarını evden dışarı atmasını, boruları sökmesini ve mobilyaları tahrip etmesini filme almıştı. Vice sahneyi kesti. Bir Vice editörü Shihab-Eldin’e “Dostum, yerleşim yerleri çok tartışmalı,” dedi; “Bazıları onları yasadışı olarak görüyor. İsrail görmüyor. Dolayısıyla bu çatışmayı gösteremeyiz, çünkü bir tarafın argümanını çok fazla gösterecek ve zaten karmaşık olan bir hikayeyi daha da karmaşık hale getirecektir.”
Filistinlilere yönelik sert muamele ve devlet destekli ırkçı fişleme, onu geleneksel olarak Yahudilerden nefret eden gruplar arasında bile son derece popüler hale getirdi. Sağcı protestocular tarafından basılmadan önce, 6 Ocak 2021’de ABD Kongre Binası önünde düzenlenen mitingde bir İsrail bayrağı görüldü. Bu bayrak Amerika Birleşik Devletleri’nde Konfederasyon bayrağının yanına asıldı. İngiltere, Almanya ve diğer ülkelerdeki aşırı sağcı protestocular mitinglerde İsrail bayrağını dalgalandırıyor.
Aşırı sağcı lider Richard Spencer, 2018’de İsrail’e olan hayranlığını dile getirirken;
“Yahudiler bir kez daha öncü konumdalar, gelecek için siyaseti ve egemenliği yeniden düşünüyorlar, Avrupalılar için ileriye dönük bir yol gösteriyorlar.” dedi. Spencer bu açıklamayı, İsrail’in tüm vatandaşları için herhangi bir demokrasi yanılsaması yerine, Yahudi üstünlüğünü resmileştiren Ulus Devlet Yasası’nın ardından yaptı. Spencer kendisini “beyaz Siyonist” olarak tanımlıyor.
İsrail’in Müslüman ordularına karşı Batı medeniyetini savunmada ön saflarda yer aldığına dair, aşırı sağ unsurlar arasındaki yaygın inanca dokunuyordu. Laiklik başarılı bir vatansever birlikteliği engeller. Dindarlık hedeftir. Yahudi devleti güçlü sınırları gururla savunmakta, BM gibi uluslararası yönetim organlarının işlerine karışma girişimlerini reddetmekte ve kendisini her şeyden önce Yahudi halkının devleti olarak tanıtmaktadır.
Filistinli entelektüel Edward Said, Yahudi devletinin gerçek kökenleri konusunda açık görüşlüydü; “Siyonizm, Avrupa milliyetçiliğinden ve Yahudi karşıtlığından doğmuş bir sera çiçeğiydi.”
İsrail etnik milliyetçi bir devlet olma statüsüne 1948’deki doğuşundan beri sahipti, ancak yirmi birinci yüzyılda turbo-şarja yükseldi. Bu politikayı en başarılı şekilde yürüten İsrailli lider, Filistin topraklarının sonsuz işgaline ateşli biçimde inanan Benyamin Netanyahu’ydu.
Ülke tarihinde en uzun süre görev yapan başbakan olan Netanyahu, on iki yılı aşkın süre hükümeti yönettikten sonra 2021’de görevini kaybetti. Kasım 2022’de ise ülke tarihindeki en sağcı koalisyonla yeniden seçimleri kazandı. Birçok ülkeyi İsrail’i model olarak kullanmaya ikna ettiği için, vizyonunun kendisi kazandı. Netanyahuizm, Netanyahu’dan daha uzun yaşayacak bir ideolojidir.
ABD başkanları George W. Bush ve Donald Trump dönemlerinde, “teröre karşı savaşın” önemli mimarlarından olan yeni muhafazakâr Elliott Abrams, “İsrail’in rolü bir model olarak hizmet etmektir” dedi. Mayıs 2022’de Kudüs’te düzenlenen muhafazakâr bir konferansta konuşan Abrams, dünyayı Yahudi devletini “askeri güçte, inovasyonda, doğumu teşvik etmede örnek” olarak izlemeye çağırdı.
İsrail işgal altındaki Filistinliler üzerinde rahatlıkla test edilen, akabinde “savaşta test edilmiştir” olarak pazarlanan ekipmanlarla dünya standartlarında bir silah endüstrisi geliştirdi. IDF markasından para kazanmak, İsrailli güvenlik şirketlerinin dünyanın en başarılı şirketlerinden olmasını sağladı. Filistin laboratuvarı İsrail’e özgü bir satış noktasıdır.
İsrailli siber firma NSO Group tarafından geliştirilen, meşhur “cep telefonu hackleme yazılımı” Pegasus’u düşünün. Ve Netanyahu döneminde İsrail’in bunu uluslararası alanda diplomatik destek toplamak adına kullanmasıyla nasıl yaygınlaştığını…
Max Fisher ve Amanda Taub 2019’da New York Times’ta; “İsrail’in eski tarz etnik milliyetçiliği ve bir zamanlar uluslararası sorun olan Filistinlilere karşı sert tutumu, bir avantaja dönüştü” diye yazdılar.
Bu avantajın oluşması uzun zaman aldı. Gazeteci Robert Fisk’in Lübnan iç savaşına dair ufuk açıcı eseri Pity the Nation’ı okuduğunuzda, İsrail’in askeri ve retorik oyun kitabının 1980’lerin başında Lübnan’ı felaket biçimde istila ve işgal ettiğinde geliştirildiğini görebilirsiniz. İsrailliler daha sonra hava kuvvetlerinin ölümcül saldırılarını tanımlarken “cerrahi hassasiyet” terimini kullandılar. Bu bir yalandı çünkü sayısız masum Lübnanlı öldürüldü.
Yine de İsrail (bu kitapta gösterdiğim üzere) Lübnan’da askeri açıdan bocalamasına rağmen, savaşı silahları ve taktikleri için bir satış noktası olarak kullandı. Yapılan propaganda, kendi iç sorunlarında Yahudi devletinin onlara yardım edebileceği yanılsamasına kapılan uluslara çekici bir iksir sundu. Bu iddiada doğruluk payı vardı, ancak insani bedeli yüksek oldu.
Netanyahuizm Filistinlilerin isteklerini ezmeyi amaçlıyor. Başkan Barack Obama, ırkçılık ve sömürgeciliğin farklı bir dönemin kalıntıları olması nedeniyle, başka bir halkı süresiz biçimde işgal etmenin “sürdürülemez” olduğunu savunmuştu. Netanyahu buna şiddetle karşı çıkmıştı. Yahudi yazar Peter Beinart’ın belirttiği üzere; Netanyahu “geleceğin Obama’nın tanımladığı şekliyle liberalizme (hoşgörü, eşit haklar ve hukukun üstünlüğü) değil otoriter kapitalizme, yani saldırgan ve çoğu zaman ırkçı milliyetçiliği ekonomik ve teknolojik güçle birleştiren hükümetlere ait olduğunu açıklamıştı. Netanyahu, geleceğin Obama’ya değil ama kendisine benzeyen liderler üreteceğini ima etti.”
Netanyahu ve halefleri tarafından benimsenen mesaj; İsrail’in, Batı Avrupa ve Batı’nın diğer bölgelerinin çok kültürlü varsayımlarını reddeden ideal bir modern ulus-devlet olduğudur. Netanyahu 2017’deki bir toplantıda, Macaristan ve Çek Cumhuriyeti liderleriyle konuşurken mikrofonlara yakalanmıştı; Avrupa Birliği’nin [İsrail’le] teknoloji alanındaki iş birliğinin, Filistinlilerle barış görüşmelerinde ilerleme kaydedilmesi şartına bağlı olduğu yönündeki ısrarına inanmalarını söylüyordu.
Netanyahu haklıydı. AB işgale rağmen İsrailli şirketlerle çalışmayı hiçbir zaman bırakmadı ama Netanyahu’nun yorumları öğreticiydi. “Avrupa yaşamak ve gelişmek mi, yoksa yok olup gitmek mi istediğine karar vermeli” diyordu; “Şok olduğunuzu görüyorum çünkü politik doğruculuk yapmıyorum. (…) Biz Avrupa kültürünün parçasıyız. Avrupa İsrail’de biter. İsrail’in doğusuna Avrupa yoktur.”
Netanyahu yaptığı işten gurur duyuyordu. İsrailli gazeteci Gideon Levy, bana 2016’da gazetesi Haaretz’in yayın kuruluyla beraber dönemin başbakanı ile katıldığı özel bir toplantıdan bahsetti. Netanyahu dört saat boyunca konuşmuştu. Levy, Netanyahu’nun keyfinin yerinde olduğunu ve herhangi bir yiyecek ya da içeceğe ihtiyaç duymadığını, arkasında bir dünya haritasıyla Hindistan, Doğu Avrupa, Afrika, Asya ve ABD ile iyi ilişkiler kurmak dahil olmak üzere dış politika başarılarını sıraladığını, İsrail’in silah, siber ve su teknolojilerinde dünya lideri olduğunu söyledi.
Levy daha sonra Netanyahu’nun “Haritadaki renklere bakılırsa, dünya neredeyse tamamen bizim elimizde,” dediğini bildirdi; “144 devlet adamıyla görüştükten sonra geriye sadece Batı Avrupa’yla ilgili bir sorun kalıyor. Diğer herkes neredeyse bizim tarafımızda (ve bence çok haklı).” Netanyahu Batı Avrupa’nın önemsiz olduğunu kastetmişti. Levy bana Batı Avrupa’nın liberalizmi, kültürü ve demokrasiyi temsil etmesi gerektiğini, ancak Netanyahu’nun onları gürültücü bir güruh olarak algıladığını söyledi. Söylem bir kenara, AB İsrail’in en büyük ticari ortağıdır ve Netanyahu döneminde Filistin’deki işgal daha da sertleşmesine rağmen bağları derinleşmiştir. Netanyahu’nun başbakan olarak halefi Naftali Bennett, 2015 yılında İsrail’in “özgürlük feneri” rolü konusunda daha da açıktı. O dönemde ekonomi bakanı ve aşırı sağcı Yahudi Evi partisinin lideri olan Bennett, Batı Şeria’da bulunurken dosdoğru kameraya konuştu. İsrail’in her taraftan Müslüman teröristlerle çevrili olduğu uyarısında bulunduktan sonra şunları söyledi: “İsrail teröre karşı küresel savaşın ön saflarında yer alıyor. Burası özgür ve medeni dünya ile radikal İslam arasındaki cephe hattıdır. İran ve Irak’tan Avrupa’ya doğru akan radikal İslam dalgasını durduruyoruz. Burada terörle mücadele ettiğimizde Londra, Paris ve Madrid’i de korumuş oluyoruz.”
Batı Şeria’dan vazgeçmenin mümkün olmadığını savunan Bennett, “Eğer bu toprak parçasından vazgeçer ve düşmanlarımıza teslim edersek, Raanana’daki [İsrail’de bir şehir] dört çocuğum zarar görecek. Bir füzenin onları vurması işten bile değil.” Avrupalıları ve dolaylı olarak Batı’da İsrail işgalinin ahlaksız olduğunu söylemeye cüret eden herkesi, demokrasi için küresel bir savaşta İsrail’i mızrağın ucu olarak görmeleri konusunda uyararak sözlerini bitirdi. “Demokrasi için savaşınız burada başlıyor” dedi; “İfade özgürlüğü için savaşınız burada başlıyor. Haysiyet ve özgürlük için savaş burada başlıyor.”
Küresel Sparta olarak İsrail, geçmişte ve günümüzde İsrailli liderler tarafından paylaşılan bir imajdır. Taliban’ın Ağustos 2021’de Afganistan’ı geri almasından sonraki günlerde, Netanyahu Facebook’ta bu deneyimden çıkardığı dersi yazdı; “Doğru doktrin bizi güvende tutmaları için başkalarına güvenmememizdir, her türlü tehdide karşı kendi gücümüzle kendimizi savunmamız gerektiğidir.”
İsrail, kendi ayakları üzerinde duran ve bunu korumak için aşırı güç kullanmaktan utanmayan bir ulus olarak takdir edilmektedir. Andrew Feinstein, yasadışı silah endüstrisi konusunda küresel bir uzmandır. Kendisi eski bir Güney Afrikalı politikacı, gazeteci ve yazar. Bana 2009 yılında dünyanın en büyük havacılık endüstrisi ve hava gösterisi fuarı olan Paris Air Show’a katıldığını anlattı. Lüks bir otelde, İsrail’in en büyük savunma şirketi olan Elbit Systems’in ekipmanlarını küresel alıcılardan oluşan seçkin bir kitleye tanıttığını görmüştü. Elbit şirketi İsrail’in Gazze ve Batı Şeria’ya karşı yürüttüğü savaşlarda kullanılan katil insansız hava araçlarıyla ilgili bir tanıtım videosu gösteriyordu.
Görüntüler birkaç ay önce çekilmişti, işgal altındaki topraklarda Filistinlilere yönelik keşifleri içeriyordu. Bir hedef suikasta uğramıştı. Feinstein şunları söyledi: “Çok çekici genç kadınlardan oluşan bir grup vardı. İçlerinden biri, ön sıradaki en iyi koltukların kendilerine ayrıldığı belli olan kişilerin yanında diz çökmüştü. Bunlar generaller ve satın alma memurlarıydı. Kendime bu generallerden birinin hemen arkasında bir yer bulmayı başardım ve onlara anlatılanları dinledim. Genç kadının her şeyi ona anlatışında bir zevk vardı.”
Aylar sonra Feinstein insansız hava aracı saldırısını araştırdı ve videoda yer alan olayın, aralarında çocukların da bulunduğu çok sayıda masum Filistinlinin ölümüne neden olduğunu keşfetti. Bu çarpıcı gerçek Paris Air Show’da yer almadı. “Bu benim İsrail silah endüstrisi ve kendini pazarlama biçimiyle tanışmam oldu” dedi; “Başka hiçbir silah üreticisi ülke böyle gerçek görüntüler göstermeye cesaret edemez.” Feinstein, küresel savaşlarda parmağı olan diğer iki büyük savunma firması Lockheed Martin ya da BAE Systems’in alıcılara; “Yemen’de masum sivillerin bombalandığı ya da Orta Doğu’nun herhangi bir yerinde insansız hava araçlarıyla yapılan bir saldırının gerçek görüntülerini göstermesinin akıl almaz olduğunu” söyledi; “İsrail, çalışma şekli ve ekonomisini yönlendirme biçimi bakımından ölçüyü çoktan aşmış durumda. Bir de genel kanunsuzluğu ve uluslararası hukuka meydan okuması var. Hiç umurlarında değil.”
Pulitzer ödüllü tarihçi Greg Grandin, 2006 yılında yayınlanan ve büyük beğeni toplayan kitabı “Empire’s Workshop”ta, Washington’un geleneksel olarak Latin Amerika’yı “ABD’nin gerileme dönemlerinde yeniden toparlanabileceği” ve komşularını kontrol etmenin yeni yollarını test edebileceği bir atölye ya da eğitim alanı olarak gördüğünü ileri sürmektedir. Filistin, İsrail’in atölyesidir; yanı başında işgal edilmiş bir ulus, en hassas ve başarılı tahakküm yöntemleri için bir laboratuvar olarak milyonlarca boyun eğdirilmiş insan sunmaktadır.
İdeal etno-milliyetçi model olarak İsrail, bu mesajı ticarileştirebilmeye dayanmaktadır. Her ne kadar bazı ülkeler İsrail silahlarını ya da teknolojisini sadece casusluk yapmak ya da muhalif hareketleri engellemek için kullanıyor ve kendi etnik-dini varlıklarını inşa etmekle ilgilenmiyor olsalar da, diğer pek çok ülke İsrail’in ırksal üstünlüğü hakkındaki efsanelere inanıyor ve kendi ülkelerinde taklit etmek istiyor. İsrail’in savunma sanayisi ahlaksızdır çünkü ahlaksızlıkla büyür. Kuzey Kore, İran ya da Suriye gibi resmi düşmanlar dışında herkese satış yapabilir.
İsrailli askeri analist ve gazeteci Yossi Melman’a göre İsrail yirminci ve yirmi birinci yüzyılı, uluslararası ilişkilerini “casusluk diplomasisi” olarak adlandırdığı yöntemle ilerleterek geçirmiştir. Melman’ın kastettiği, İsrail askeri kurumunun “bu tür müdahaleci ekipmanları şüpheli rejimlere satmanın risklerini çok iyi bilmesine rağmen,” gözetleme ve ölüm araçlarının dünyanın her yerinde yaygın olmasını umursamadığıdır. İsrail “silah tüccarlarını, güvenlik şirketlerini ve teknoloji sihirbazlarını besliyor, onlara tapıyor ve vatanı için dokunulmaz kahramanlara dönüştürüyor.”
Dünya dinliyor. İsrail’in 2021 yılındaki silah satışları, önceki iki yıla kıyasla yüzde 55 artarak 11,3 milyar ABD dolarına ulaşarak kayıtlara geçen en yüksek rakam oldu. Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden önce bile bu silahların en büyük alıcısı Avrupa olurken, onu Asya ve Pasifik izledi. Roketler, hava savunma sistemleri, füzeler, siber silahlar ve radar, Yahudi devletinin sattığı ekipmanlardan sadece bazılarıydı. Sonuç olarak İsrail, Hindistan, Azerbaycan ve Türkiye gibi ülkelere kendi bölgelerindeki çatışmaları daha da kötüleştiren bir dizi ekipman satarak şu anda dünyanın en büyük on silah tüccarından biri haline geldi. İsrailli insan hakları avukatı Eitay Mack tarafından 2022 yılında ortaya çıkarılan detaylara göre, İsrail hükümeti 2007 yılından bu yana kendisine getirilen her savunma anlaşmasını onayladı.
Herhangi bir ulusun kendi çıkarları dışında çıkarları olup olmadığı tartışılabilir, ancak İsrail kendini demokratik olarak tanımlayan ülkeler arasında neredeyse tektir.
Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski Mart 2022’de İsrail Knesset’ine video aracılığıyla bağlanarak, silah dahil olmak üzere daha somut destek talebinde bulunduğunda savaş İsrail’de bazı aşırı rahatsızlıklara yol açtı. Ülkesinin içinde bulunduğu tehlikeli durumu Holokost ile kıyaslayan Zelenski, Ukrayna’nın İkinci Dünya Savaşı sırasında Yahudilerin öldürülmesindeki suç ortaklığını ve bugün Ukrayna ordusu içinde Azov Taburu adlı neo-Nazi askerlerin varlığını görmezden geldi. İsrailli siyasetçi Simcha Rotman, Zelenski’nin yardım talebini reddetti. “Ne de olsa biz ahlaklı bir ulusuz,” dedi. “Uluslar arasında bir ışık.” Rotman, Zelenski’nin İsrail’den Ukraynalılara, Holokost sırasında Yahudilere davrandığı gibi davranmasını istemesine kızdı.
Zelenski Nisan 2022’de Ukraynalı gazetecilere İsrail’in ülkesi için ideal bir model olduğunu söyleyerek vizyonunu açıklamıştı. “Kendi yüzü olan ‘büyük bir İsrail’ olacağız” dedi; “Sinemalarda, süpermarketlerde Silahlı Kuvvetler veya Ulusal Muhafız temsilcilerimiz ve silahlı insanlarımız olursa şaşırmayacağız. Ukrayna kesinlikle başlangıçta olmasını istediğimiz gibi olmayacak. Mümkün değil. Liberal, Avrupalı -kesinlikle böyle olmayacak. Bu [Ukrayna] kesinlikle her evin, her binanın, her insanın gücünden gelecek.” Günler sonra NATO destekli düşünce kuruluşu Atlantik Konseyi, (Obama döneminde ABD’nin İsrail eski büyükelçisi olan) Daniel B. Shapiro’nun Ukrayna’nın nasıl “büyük İsrail” olabileceğine yönelik “yol haritasını” yayınladı. Ukrayna’nın Yahudi cumhurbaşkanı, 2021’in sonlarında Kiev Yahudi Forumu’nda İsrail’i överek bu konuda form tutmuştu. Yahudi devletinin “Ukraynalılar için genellikle bir örnek” olduğunu ve “hem Ukraynalıların hem de Yahudilerin özgürlüğe değer verdiğini” söyledi. Zelenski 2021 yılında Hamas ile İsrail arasında yaşanan çatışma sırasında, Hamas roketlerinin şehirlerine düşmesi nedeniyle İsrail’in “mağdur” olduğunu belirten bir tweet attı.
İsrail 1990’larda Balkanlar’daki kriz sırasında Sırpların işlediği suçları kınamakta isteksiz davranarak, savaş zamanlarında sık sık riskten kaçındı. Sırplar 1994 yılında Saraybosna’daki pazar yerlerini bombalayıp yüzden fazla sivili öldürdüğünde bile, İsrail saldırgan ile kurban arasında ayrım yapmayı reddetti.
İsrail’in 1994’teki Ruanda soykırımı karşısındaki tutumu daha da kötüydü. Hükümet, Ruanda’da hayatta kalanlara yardım etmek üzere çevre koruma bakanı Yossi Sarid liderliğinde tıbbi yardım ekibi gönderdi. Ancak görev göstermelikti, çünkü hükümet 100 gün içinde yaklaşık 800.000 Tutsiyi öldüren acımasız Hutu rejimine silah sevkiyatı yapmıştı. Bu sevkiyatlar arasında hem soykırım öncesinde hem de soykırım sırasında uzi hafif makineli tüfekler ve el bombaları da bulunuyordu. Sarid’e İsrail’in Hutu önderliğindeki katliamları desteklemesi sorulduğunda, “Silahlarımızın nereye gittiği konusunda hiçbir kontrolümüz yok” cevabını verdi.
Dünya hem soykırım öncesinde hem de soykırım sırasında Ruanda’da neler olduğunu biliyordu ama hiçbir şey yapmadı. Batılı güçler failleri silahlandırırken hiçbir modern teknoloji ya da güçlendirilmiş gözetleme aracı bunu durduramayacaktı. İsrail’in en azından Tutsileri uyarmak için geniş gözetleme gücünü kullanarak katliamları kontrol altına alma seçeneği vardı, ama aksine ateşe körükle gitti ve katliama doğrudan dahil oldu.
Dünya, hem soykırım öncesinde hem de soykırım sırasında Ruanda’da neler olduğunu biliyordu ama yine de hiçbir şey yapmadı. Batılı güçler failleri silahlandırırken hiçbir modern teknoloji ya da güçlendirilmiş gözetleme aracı bunu durduramayacaktı. İsrail’in en azından Tutsileri uyarmak için geniş gözetleme gücünü kullanarak katliamları kontrol altına alma seçeneği vardı ama bunun yerine ateşin üzerine büyük miktarda körükle gitti ve böylece katliama doğrudan dahil oldu.
İngiliz yazar ve sanatçı James Bridle, kitlesel casusluğun tehlikeleri konusunda uyarıda bulunan 2019 tarihli kitabı Yeni Karanlık Çağ’da, gözetlemenin “kendisini tamamen geriye dönük bir girişim olarak ortaya koyduğunu, şimdiki zamanda hareket etmekten aciz olduğunu, tümüyle iktidarın yerleşik ve uzlaşılmış çıkarlarına boyun eğdiğini” açıkladı. “Ruanda ve Srebrenitsa’da eksik olan şey vahşetin kanıtı değil, bunun için harekete geçme isteğiydi.”
İsrail’in 2022’de Rusya’ya karşı temkinli davranması şaşırtıcı değildi çünkü İsrailli gözetim firması Cellebrite, Vladimir Putin’e yıllarca muhalifler ve siyasi rakipleri üzerinde kullandığı telefon dinleme teknolojisini satmıştı. İsrail NSO Group’un güçlü telefon dinleme aracı Pegasus’u, 2019’dan beri talep etmesine rağmen Ukrayna’ya satmadı: Moskova’yı kızdırmak istemedi. İsrail böylece Rusya’nın otokrasiye doğru sürüklenmesine de suç ortaklığı yapmış oldu.
Rusya’nın Ukrayna’ya saldırmasından birkaç gün sonra, İsrail’in en büyüğü olan ve hisseleri önceki yıla göre %70 artan Elbit Systems dahil olmak üzere, savunma müteahhitlerinin küresel hisse fiyatları yükseldi. İsrail’in en çok rağbet gören silahlarından biri füze önleme sistemidir. Citi’den ABD’li finans analistleri silah üreticilerine yatırım yapmanın etik bir davranış olduğunu, çünkü “liberal demokrasilerin değerlerini savunmanın ve caydırıcı bir güç yaratmanın, barışı ve küresel istikrarı koruduğunu” savundu.
İsrailli siber firmalara büyük talep vardı. İsrail İçişleri Bakanı Ayelet Shaked, Avrupa ülkelerinin İsrail silahlarını istemesi nedeniyle, İsrail’in finansal olarak kazançlı çıkacağını yüksek sesle söyledi. Bir kriz anında fırsat görmekten utanmadı. Haaretz’e konuşan İsrailli bir savunma sanayi kaynağı; “Eşi benzeri görülmemiş fırsatlarımız var ve potansiyel çılgınca” diyordu.
İşgal uzmanlığını ihraç eden sadece İsrail değil. Bazı Amerikalılar da kendi ülkelerine götürmeden önce, Yahudi devletinde bizzat yerinde öğrenmeye hevesli. Kendini sivil haklar örgütü olarak tanımlayan ABD merkezli İsrail yanlısı Anti-Defamation League (ADL), 2004 yılında ABD polis heyetlerini İsrail’e göndermeye başladı. Bu sayede 11 Eylül 2001 saldırılarının ardından İsrail’in terörle mücadeleyi nasıl ele aldığı konusunda bu polislere paha biçilmez deneyimler kazandırmayı umuyordu. O zamandan beri binden fazla polis ADL programı ve diğer İsrail yanlısı gruplarla birlikte İsrail’i ziyaret etti. İsrail’in kendilerine intihar bombacıları, istihbarat toplama ve terörizm hakkında neler aktarabileceğini öğrendiler.
ADL, kendisini insan hakları diliyle maskeleyen İsrail yanlısı şiddetli bir lobi grubu olarak uzun bir geçmişe sahiptir. Ancak Filistinlilerin eşitliği için hiçbir zaman vakitleri olmamıştır. 1990’larda Roy Bullock adlı bir ADL çalışanı, İsrail’in düşmanı olarak algılanan kişiler hakkında bilgi toplamak için solcu ve Afro-Amerikan gruplar içinde gizlice çalışmıştır. Aynı kişi Güney Afrika’daki apartheid rejimine de bilgi aktarmıştır. Operasyon bugüne kadar süren tanıdık bir modele uyuyordu. ADL’nin temel amaçlarından biri her zaman Yahudi devletini eleştirenleri hedef almak olmuştur.
Aksi yöndeki söylentilere rağmen, Mayıs 2020’de siyahi Amerikalı George Floyd’u öldüren polis memuru Derek Chauvin’in, ölümcül diz-boyun tekniğini İsrail’de aldığı eğitimden öğrendiğine dair herhangi bir delil yoktur. Ancak IDF bu boğma hareketini Filistinliler üzerinde rutin olarak kullanıyor. ADL’nin ulusal kolluk kuvvetleri girişimleri direktörü David C. Friedman’a göre, polis programının amacı “iki demokrasinin kolluk kuvvetleri arasında” bağlantı kurmaktı. Giden ABD polisi “geri döndüğünde Siyonistti. İsrail’i ve güvenlik ihtiyaçlarını pek çok kesimin anlayamadığı şekilde anlıyorlar.”
ABD güvenlik güçlerinin İsrailleşmesi 11 Eylül’den hemen sonra hızlandı, ancak ABD kolluk kuvvetlerinin şiddet yanlısı ya da ırkçı olması için İsrail’in eğitimine ihtiyacı yoktu. Amerikan kolluk kuvvetlerinin Afrikalı Amerikalıları ve diğer azınlıkları taciz etme, istismar etme, tutuklama ve gerekçesiz öldürme konusunda uzun bir mazisi vardır. Kökleri ABD sınırları içinde köleliği ve beyaz üstünlüğünü sürdürüp savunmaya dayanıyor, ayrıca İsrail’in Filistinlilere yönelik muamelesini yansıtıyor. Karşılıklı ziyaretler sırasında birbirlerinden öğrendikleri kesin. Eylül 2022’de İsrail Sınır Polisi Şefi Tümgeneral Amir Cohen, Amerikalı mevkidaşı ABD Sınır Devriyesi Başkanı Raul Ortiz tarafından ağırlandı. Ortiz, İsraillilerin protestoları dağıtmak ve bastırmak için kullandığı “ölümcül olmayan” yöntemleri öğrenmek istediğini söyledi. Cohen protestoculara göz yaşartıcı gaz atan bir İsrail insansız hava aracını gösterdi.
Soğuk Savaş sırasında ABD, elliden fazla ülkede polis güçlerini muhalefeti bastırmak üzere eğitmiştir. Bugün pek çok Siyah Amerikalı; kitlesel gözetleme, insansız hava araçları ve yüz tanıma teknolojisi hayatın günlük gerçekleri haline geldikçe, polisin şehirleri işgal ettiğini düşünüyor. İsrailli gözetim şirketi Cellebrite, telefon dinleme araçlarını ABD’deki sayısız polis departmanına satmıştır. ABD Başkent Polis Şefi Terrence W. Gainer’ın 2005 yılında belirttiği üzere; “İsrail terörle mücadelenin Harvard’ıdır.”
Black Lives Matter hareketi Filistin’in sömürgeleştirilmesi ile ABD kolluk kuvvetlerinin azınlıklara muamelesi arasında açıkça bağlantı kurdu. Afro-Amerikan bir kongre üyesi olan Cori Bush, 2021 yılında şöyle bir tweet attı: “Siyahların ve Filistinlilerin kurtuluş mücadeleleri birbiriyle bağlantılıdır ve hepimiz özgür olana dek pes etmeyeceğiz.”
ABD’den İsrail’e giden polis heyetlerine karşı en başarılı kampanya ABD’li aktivist grup Jewish Voice for Peace tarafından yürütüldü. Grup 2017 yılında, “ABD ve İsrail’deki devlet şiddetinin birleştiği” programları hedef alan Ölümcül Değişim kampanyasını başlattı.
George Floyd’un polis tarafından öldürülmesinin ardından, ADL üst yönetimi gizli bir iç yazışma taslağında delegasyonlara son verilmesini tavsiye etti. “ABD’de militarize polis güçlerinin elindeki çok gerçek polis vahşeti ışığında,” diye yazdılar; “kendimize soruna katkıda bulunup bulunmadığımıza yönelik zor sorular sormalıyız. Amerikan yasalarını uygulayan Amerikan polisinin, İsrail ordusu mensuplarıyla görüşmesinin neden gerekli olduğunu kendimize sormalıyız. Eğittiğimiz kişilerin evlerine döndüklerinde güç kullanma ihtimallerinin daha yüksek olup olmadığını kendimize sormalıyız.” Sonunda ADL programları devam ettirmeye karar verdi.
Ölümcül Değişim programının arkasındaki kişilerden olan ve işgali sert biçimde eleştiren eski bir IDF askeri Efraim Efrati, konuyla ilgili yaptığı araştırmanın, bunu duymak ve ülkesine döndüğünde uygulamak isteyenler açısından İsrail işgalinin nasıl güçlü bir ilham kaynağı yarattığına dair çarpıcı bir örnek sunduğunu söyledi. “Birçok ABD polisinin İsrail’in eğitimine şüpheyle yaklaştığını duydum” dedi; “Pratik tavsiyelerden ziyade, bunu terfi almanın ve daha agresif ruh hallerini öğrenmenin bir yolu olarak görüyorlardı.”
Filistin’in nüfusları kontrol etme ve ayrıştırma yöntemleri için bir laboratuvar olma potansiyeli, bu kitaptaki temel odak noktamdır. İsrail’in işgali nasıl ihraç ettiği ve neden bu kadar çekici bir model teşkil ettiği, Yahudi devletini gezegendeki en etkili uluslardan biri olarak gösteren yöntemlerle birlikte incelendi. Takip eden bölümler, sadece İsrail araçlarının ve denetiminin demokratik olasılıkları azalttığı çok sayıda ülkeyi detaylandırmakla kalmıyor, aynı zamanda benzer düşünen etnik milliyetçi oluşumları artırmak ve etkilemek için bir kampanya yürüttüğünü ortaya koyuyor.
İsrailli şirketlerin işgalden para kazanması tartışılacak bir konu olmamalı. Kitabım İsrailli şirketlerin Filistin’de neler yaptıklarını ve bu modelin başka senaryolarda nasıl uygulanabileceğini gösteren örneklerle doludur. (…) Bu kitap işgalin nasıl ideal bir pazarlama aracı olduğu konusunda ayrıntılara girmektedir.
Filistin Laboratuvarı, despotizmin kompakt teknolojiyle hiç bu kadar kolay paylaşılabilir olmadığı konusunda bir uyarıdır. Arkasındaki etnik milliyetçi fikirler milyonlarca insana cazip geliyor çünkü demokratik liderler başarısız oldu. Pew Araştırma Merkezi’nin 2020 yılında otuz dört ülkede yaptığı bir ankete katılanların sadece yüzde 44’ü demokrasiden memnunken, yüzde 52’si memnun değildi.
Etno-milliyetçi ideoloji, hesap verebilir demokrasi zayıfladığında büyür. İsrail nihai model ve hedeftir.