Dünya

Arjantin’in Kritik Seçimi, Bize Aşırı Sağ’ı Asla Küçümsemememiz Gerektiğini Hatırlatıyor – Martín Mosquera (Çeviri: Kübra Nil Yılmazer)

Arjantin bugün merkeziyetçi adayı Sergio Massa ve aşırı sağ liberteryen Javier Milei arasında karar vermek için sandık başına gidiyor. Bahisler daha yüksek olamazdı.

Martín Mosquera’nın Jacobin’deki yazısının Türkçe çevirisidir.

Arjantin, merkezci aday Sergio Massa ile aşırı sağcı özgürlükçü Javier Milei arasında karar vermek için bugün sandık başına gidiyor. Bahisler daha yüksek olamazdı.

Arjantinliler ve dünya, aşırı sağcı liberteryen Javier Milei’nin 13 Ağustos ön seçimlerini kazanması ve 22 Ekim Pazar günü yapılacak genel seçimlerde zaferi garanti etmesi karşısında şok oldu. Ancak ilginç bir gelişme ile, iktidardaki Peronist koalisyonun adayı Sergio Massa, Milei karşısında küçük de olsa bir zafer elde ederek, 19 Kasım Pazar günü heyecan verici bir ikinci tur seçime zemin hazırladı.

Massa’nın genel seçimlerdeki zaferi, Arjantin’de aşırı sağın iktidara geleceği yönündeki daha kötümser tahminlerden bazılarını yumuşatmış olabilir; ancak gerçek şu ki, serbest piyasa paleolibertaryenlerinin çoğu ankette hâlâ sınırlı paya sahip bir favori olarak yer ediyor. Başka bir deyişle, uzun süredir bu tür gerici eğilimlere karşı bağışıklık kazanmış olarak kabul edilen bir toplumda aşırı sağın yükselişi konusunda daha dürüst bir yansıma olamazdı.

Tarihsel olarak, Arjantin’deki aşırı sağ, iktidarın koridorlarından dışlanmıştı. Birkaç ay öncesine kadar Milei’nin Avanza Libertad (Freedom Advances) partisi neredeyse var olmayan bir siyasi güçtü; parti yapılanması, eyalet adayları, senatörler veya valileri yoktu. Özellikle, Arjantin’in seçim sistemi, tam da bu tür dış güçlerin girişini engellemek amacıyla tasarlanmıştı.

Bu nedenle, Arjantin’in siyasi sınıfı toplumda meydana gelen tektonik değişimleri hafife aldı ve bunların siyasi yansımalarını takip etmekte başarısız oldu. Arjantin’deki sosyal demokrat fikir birliğinin ortasında güçlü bir aşırı sağın ortaya çıkışını anlamak, yüzeyin altına inmeyi gerektirmektedir.

Daha derinlemesine incelendiğinde, Milei’nin yükselişinin bu siyasi dönemecin asıl önemli olayıyla açıkça bağlantılı olduğu görülüyor: Peronizm’in, 1945’ten beri Arjantin’in politik sistemini çevreleyen büyük çatı, popülist formasyonunun hayatta bir kez yaşanabilecek krizi.

Bazıları Massa’nın zaferiyle Peronizmin yeniden canlandığını iddia edecek; diğerleri ise yalnızca Milei gibi tuhaf bir adayın – kendisinin akıl sağlığı son haftalarda sorgulanmaya başlanmıştır- hiç de popüler olmayan ekonomi bakanına savaşma şansı verebileceğini ve böylece aşırı sağ tehdit fikrini zayıflatabileceğini iddia edecek. Ancak gerçek şu ki, her iki olgu da (Peronistlerin çöküşü ve aşırı sağın yükselişi) son derece gerçektir ve birbirleriyle derinlemesine ilişkilidir.

Peronism’i Sarsan Bir Deprem

Peronistler diğer siyasi partilerden farklıdır. Peronizmin toplumsal yaşamın tüm alanlarındaki ve düzeylerindeki varlığı, devlet yapılarına yakınlığı, parti militanları ve patronaj ağları aracılığıyla sahadaki etkisi, işçi hareketleri ve toplumsal hareketlerle yakın bağlantısı onu, günümüzde pek az karşılaşılabilecek bir politik güç haline getiriyor.

1946 ile 1983 yılları arasında Peronizm rekabete dayalı hiçbir seçimi kaybetmedi (ancak uzun yıllar boyunca yasaklandı). Başkanlık seçimlerinde seçmen tabanı her zaman oyların yüzde 40’ı civarındaydı. Peronizm’in en kötü sonucu yüzde 38 ile 2015’te gerçekleşti ve bu, karşısında rekabet eden bir Peronist adayın oyların yüzde 14’ünü kazanmasından kaynaklandı.

Buna karşılık, Peronizm 13 Ağustos’ta tamamen birleşmiş halde sandık başına gitti ve oy oranının yüzde 27’ye düştüğünü gördü. Şimdi, Peronizm ilk kez Senato’daki çoğunluğunu kaybetmenin eşiğinde ve tarihsel olarak Peronistlerin kalesi olarak kabul edilen eyaletlerdeki valiliklerin kontrolünü bırakıyor (Santa Cruz, San Juan ve Chaco dikkate değer örneklerdir).

Demokratik yönetimin yeniden tesis edilmesinden bu yana, Arjantin’in birkaç büyük kapitalist krizle sarsıldığı bilinmektedir (1989, 2001 ve 2019’da). Her seferinde Peronizm, devletin çökmesini önleyecek ve yönetilebilirliği yeniden tesis edecek toplumsal dengeyi sağlayabilecek tek güç olan “düzen partisi” olarak ortaya çıktı. Aynı anlamda, Peronizmin mevcut krizi, büyük ölçüde Arjantin devletinin kendi krizidir.

Ancak mevcut siyasi depremin sarsıntıları Peronist kampın ötesinde de hissedildi. Görevdeki Peronist hükümete karşı duyulan büyük hoşnutsuzluk ortamında, geleneksel sağ yakın zamana kadar kendisini Casa Rosada’nın doğal mirasçısı olarak görüyordu. Şimdi, Milei’nin ortaya çıkışıyla birlikte, muhafazakâr koalisyon Juntos for el Cambio (Değişim İçin Birlikte), kendi çöküş olasılığı ile karşı karşıya.

Patricia Bullrich, Juntos’un ön seçimlerinde galip geldi. Milei ortaya çıkmasaydı, Juntos’un en açıkça gerici adayı olan Bullrich tüm dikkatleri üzerine çekecekti: Arjantin’in demokratik restorasyonundan bu yana ilk kez ana akım bir parti genel seçimde açıkça aşırı sağcı bir adayı öne sürüyordu.

Yine de, Juntos por el Cambio, eski başkan ve Juntos lideri Mauricio Macri’nin ikinci bir dönemi açıkça reddedildiği 2019’dan daha kötü bir seçim gerilemesi yaşadı. Bir zamanlar iktidara döneceğinden emin olan geleneksel Arjantin sağ kanadı, genel seçimleri Milei’ye karşı önemli bir farkla kaybettikten sonra artık yok olmaya daha yakın.

Ekonomi ve Hoşnutsuzlukları

Arjantin’in ekonomik durgunluğunu sürerken ve enflasyon yüzde 140 civarında seyrederken aşırı sağın yükselişi, toplumsal muhalefetin uzak tuttuğu türden neoliberal şok terapisi olasılığını gündeme getiriyor. Milei’nin figüründe söz konusu olan şey, Arjantin’i önceki onyılların kemer sıkma politikalarına geri dönmekten alıkoyan direnişi kırma girişimidir; başka bir deyişle Arjantin, Antonio Gramsci’nin “organik bir kriz” olarak adlandırdığı, siyasi ve sosyal bir çıkmazın ekonomik ve ekstra-ekonomik güçle aşılmasına denk düşen bir devlet kriziyle karşı karşıyadır.

Arjantin durumunun en öne çıkan açıklamalarından biri, 2011’de başlayan Arjantin kapitalizminin uzun süreli durgunluğudur ki bu durum 2018’de bir resesyonun açık bir krize dönüştüğü bir noktaya kadar ilerlemiştir. Arjantin’deki ücretlerin satın alma gücü, 2017 Aralık ile 2023 arasında %25’lik bir azalma yaşamıştır — bu azalma, kayıt dışı çalışanlar için daha da dramatik olmuştur. En kritik düşüş 2018’de, Macri hükümeti döneminde kaydedilmiş olmasına rağmen, düşüş eğilimi Peronizm döneminde devam etmiş ve resmi ve gayriresmi çalışanlar arasındaki farkı daha da genişletmiştir (bu fark, pandemi ile birlikte daha da belirgin hale gelmiştir).

Bu dönemde Arjantin, kayıtlı özel istihdamın kaybını ve kayıt dışı istihdamın artışını gördü. Başka bir deyişle, kayıt dışı çalışanlar satın alma güçlerinin azalmasını yaşarken, aynı zamanda genel iş gücü içinde daha büyük bir paya sahipti. Bu yeni işgücü manzarası özellikle Peronizm için yıkıcı oldu; çünkü bu süre zarfında büyüyen bir krizi denetlerken, ardışık kemer sıkma önlemleriyle kendi sosyal tabanına da zarar verdi. Ülkenin iki ana politik koalisyonu altında işçi sınıfının sürekli kötüleşmesi artan toplumsal huzursuzluğun temellerini attı ve bu huzursuzluk, sonunda Milei biçiminde genel bir meşruiyet krizine dönüştü.

Yıkıcı olsa da, mevcut ekonomik kriz hiç de beklenmedik bir durum değil. Aslında bu, tekrarlanan döngülerden oluşan bir tarihin parçasıdır. Arjantin’in sürekli siyasi ve ekonomik istikrarsızlığı, diğer şeylerin yanı sıra, işçi sınıfının göreceli gücünden kaynaklanmaktadır. Arjantin’in mevcut örgütlü emeğin gücü, ücretleri baskılayacak ve ülkenin makroekonomik dengesizliklerini çözecek geniş kapsamlı kapitalist yeniden yapılanmaya karşı bir dalgakıran görevi görmüştü.

Arjantin’deki ekonomik çalkantı aynı zamanda son yıllarda küresel üretimde yaşanan dönüşümlerle de bağlantılıdır. Ülkenin ekonomik ve sosyal gerileme eğilimi neredeyse yarım yüzyıl önce Peronist refah devletinin kriziyle başladı. Bu kriz, üretimin uluslararasılaşması ve savaş sonrası ulusal kalkınma modellerinin krizinin arka planında gerçekleşti.

O zamandan beri Arjantin toplumu yoksulluk ve eşitsizlik endekslerinde tarihi sıçramalar yaşadı. Ülke, 1970’lerdeki yüzde 4’lük yoksulluk oranından son yıllarda yüzde 40’a çıktı; bu, dünyada çok az paraleli bulunan, neredeyse kesintisiz bir sosyal gerileme eğilimi gösteriyor. Her ne kadar hızlı düşüşler ve ardından kısmi iyileşmeler yaşansa da, kritik anlarda yaşam standartlarındaki düşüşe büyük toplumsal ayaklanmalar yanıt verdi.

Adını Néstor ve Cristina Fernández de Kirchner’den alan Peronist bağlantılı Kirchnerizm hareketi, 2003 yılında ekonomik krize ve bunu takip eden 2001 toplumsal ayaklanmasına karşı siyasi bir yanıt olarak ortaya çıktı. Şu anki durumun belirleyici özelliklerinden biri, son yirmi yılın ardışık krizlerini yönetmek üzere ortaya çıkan oluşumunun sökülmesidir. Politik krizin en çok Kirchnerizm’i etkilediği kritik bir dönem olmasına rağmen, etkileri daha geniş Peronizm çatısı altına yayılmaktadır ve bu etkiler henüz tam olarak görülmeye başlamıştır.

Peronizm, tarihinde ilk kez, kritik bir şekilde, ülkenin kriziyle iktidar konumunda ilgilenmekle görevlendiriliyor. Bu görünüşte küçük detay, ölçülemez bir öneme sahiptir: aşırı sağ, popüler sınıflar ile geleneksel siyasi temsil arasında bir kopma gerçekleşmedikçe başarılı olamaz. Güçsüz ve çalışan sınıfın büyük bir kısmının sadakatini elinde tutan Peronizm, tarih boyunca ülkenin tekrarlayan kriz eğilimini hafifletmede stabil bir rol oynamıştır. Ancak şu anda Peronizm içinde ve dışında, popülist oluşumun güçte olmasına rağmen tabanından uzaklaştığı siyasi kriz, daha büyük bir çapta bir politik krize yol açma kapısını aralıyor.

Popüler Sağ İdeoloji

Milei’nin seçim başarısına ilişkin ilk yorumlar, “protesto oyu” fikrine odaklanıyordu: seçmenler, enflasyonu dizginleme ve durgunluğu geri döndürme konusundaki kronik yetersizlikleri nedeniyle düzenin iki partisini reddediyorlardı. Bu aslında “Milei fenomeni”nin bir kısmını açıklıyor; Önemli bir seçmen kitlesi “akışkan” bir huzursuzluk ifade etti ve hoşnutsuzluğunu duyurmanın en etkili yolunu Milei’de buldu.

Ancak protesto oyu “Milei fenomeni”ni açıklamak için yeterli değildir. İlk olarak, toplumsal huzursuzluğun kendini ifade ettiği belirli biçimler hiçbir zaman tamamen zararsız değildir. Milei’nin dalgalanan ve heterojen seçmen tabanı, popüler sağcı ideolojinin pekişmesini engellememelidir; bu ideoloji, Milei’nin normalde geleneksel sağın ulaşamayacağı sosyal sektörleri (bazıları genellikle Kirchnerist merkez solun seçmenleri) bünyesine katarak güçlendirdiği bir ideolojidir.

Üstelik Milei seçmenlerinin “sıvı durumu”, oldukça hareketli bir siyasi süreç tarafından şekilleniyor çünkü yükselişi tabanı üzerinde geriye dönük etkiler yaratıyor. Ernesto Laclau’nun söylediği gibi, temsil edilen üzerinde “temsilci aktif bir işlevi yerine getirir”: Siyasi liderler sadece kamuoyunun ve toplumsal ilişkilerin sonucu değildir, aynı zamanda onları şekillendirir ve etkiler.

Peki Milei neyi temsil ediyor? Milei’nin yükselişi küresel popülist gerici hareketle bazı ilginç paralellikler sunarken aynı zamanda Arjantin’deki bazı önemli farklılıkları da ortaya koyuyor. Temel olarak, onun saldırdığı şeyler, Avrupa ve diğer yerlerdeki reaksiyoner milliyetçilerden farklıdır.

Bir yandan, mevcut Peronist hükümetinin önceki Macri hükümetinin ortodoks kemer sıkma önlemlerini sürdürdüğü doğrudur, ancak diğer yandan Başkan Alberto Fernández’in kürtajın yasallaştırılması, kapsayıcı dilin teşviki, trans bireyler için iş kotalarının uygulanması gibi konularda sosyal olarak ilerici bir yaklaşım benimsediği de bir gerçektir. Başka bir deyişle, hükümet koalisyonunun görünürdeki “neoliberal ilerici” yaklaşımı, Avrupa’da yerleşmiş olan aynı türden milliyetçi öfkenin hedefi olmasına neden olabilirdi.

Peronizmin Avrupa sosyal demokrasisinden temel farkı ideolojiktir: çelişkili olarak Peronizm, kemer sıkmaya karşı mücadele adına kemer sıkma politikasını benimsemiştir. Arjantinli sosyolog Pablo Semán, Peronizm’in “devlet taklidi” derken kastettiği şey budur: mevcut hükümet kendisini güçlü bir müdahaleci devlet olarak tanımlamış olsa da, bu sadece zayıf “gelir yeniden dağıtımı” önlemleri ve etkisiz “sosyal adalet” kampanyaları ile örtülen devlet yardımlarının ilerlemesini ideolojik bir örtü olarak kullanmaktadır.

Dolayısıyla Arjantin’deki mevcut sağ tepki, Donald Trump, Marine Le Pen ve Giogia Meloni gibi isimlerde bulunmayan keskin bir devlet karşıtı ton aldı. Bunlar en azından sözlü olarak neoliberal küreselleşmenin eleştirmeni olurken, Javier Milei, devletin tamamen ortadan kaldırılmasını hayal eden gösterişli bir anarşokapitalisttir. Kendini ilerici ve yeniden dağıtımcı olarak pazarlayan bir hükümetin yönetimi altında yaşam koşullarının kötüleşmesi, özellikle de devlet sübvansiyonlarına önemli ölçüde bağımlı olanlar arasında devlet karşıtı siyasetin yeni bir taban bulması için bir alan yaratmıştır.

Yeniden dağıtım retoriğini sert kemer sıkma önlemleriyle birleştirmek, Arjantin’in işçi sınıfı arasında kafa karışıklığı yarattı. Bir yandan, onları Macri dönemindeki finansal otoritenin kaynağını unutmaya yönlendirdi. Diğer yandan, Arjantin sosyal devletiyle genellikle ilişkilendirilen, ilerici gelir yeniden dağıtımı, devletin endüstrideki etkin rolü, insan hakları ve toplumsal mobilizasyon gibi değerlere karşı bir umutsuzluğun artmasına neden oldu; ve şimdi bu değerler boş veya yoz olarak görülüyor.

Milei tüm sosyal sınıflardan ve yaş gruplarından destek topladı. Araştırmalar, seçmenlerinin yaklaşık üçte birinin açıkça aşırı sağ olduğunu gösteriyor; üçte biri klasik serbest piyasa odaklı seçmenlerden oluşuyor, geri kalan üçte biri ise popüler kesimden geliyor. Başka bir deyişle, aşırı sağ için bir seçmen tabanının varlığının inkar edilemez olduğu gibi, bu tabanın akışkan ve istikrarsız kaldığı da bir o kadar doğrudur.

Bu değişken ve çoğunlukla popüler seçmen kitlesi, bazı yanlış yönlendirilmiş iyimserliklerin kaynağı olmuştur. Kendilerini nihai Milei hükümetine teslim eden birçok kişi, Milei’nin ekonomik istikrarı sağlayamadığı için seçmen tabanını kanamaya başlamasının an meselesi olduğunu savunuyor. Ancak pek çok şey (bir istikrar planı, daha kavgacı halk kesimlerinin moralinin bozulması ve işçi sınıfının siyasi hoşnutsuzluğu) Brezilya’da Jair Bolsonaro’nun yaşadığına daha yakın, tam tersi bir duruma yol açabilir. Eski kaptan, 2022 seçimlerini çok yakın bir ikinci turda kaybetti, ancak kendi tabanını Brezilya’nın geleneksel partileri karşısında sağlamlaştırmayı başardı.

Daha da kötüsü, Milei hükümetinin siyasi destekten yoksun kalacağını ve halk seferberliğinin baskısı altında çökeceğini savunan bu zihniyet, geçmişte solun bazı kesimlerinin “çizik” veya “voto en blanco” (boş oy) kullanmaya yönlendirdi. Mevcut şartlarda protesto oyu vermek büyük bir hata olacaktır.

Tuhaf Sağ Ciddiye Alınmalıdır

Milei’nin daha tuhaf tekliflerinden bazıları bir inançsızlık, şüphe ve hatta inkar duygusu yaratıyor: insan organlarının satışına izin verilmesi, küçüklerin alım satımı için bir pazar yaratılması, ülkenin tüm sokaklarının özelleştirilmesi vb. çağrıları. Doğal olarak, bu önlemlerin uygulanabileceği düşünen kimse yoktur. Hatta Arjantin pezosu yerine ABD dolarının kullanılması gibi daha gerçekçi önerileri bile pek uygulanabilir değildir.

Ancak abartılı teklifler, son derece gerçek olan başka bir önlem paketinin üzerini örtüyor. Bunlar, Bolsonaro hükümetindeki ultraliberal maliye bakanı Paulo Guedes’in politikalarına daha çok benziyor: kamu şirketlerinin özelleştirilmesi veya kapatılması tarafından öncülük edilen mali kemer sıkma, devlet çalışanlarının işten çıkarılması ve büyük ölçekli bir saldırı da dahil olmak üzere kamusal eğitim ve sağlık üzerinde, diğerlerinin yanı sıra bir dizi önlem. Ayrıca, aşırı sağ, açıkça cinsiyet eşitliği ve LGTBQ haklarına karşı saldırıya geçmek isteyecek (kürtajı suçlu kılma, cinsel eğitimi ortadan kaldırma, trans kontenjanı uygulama vb.) Bolsonaro’nun iktidarındaki gibi.

Böyle bir şok politikası, devlet yapılarının otoriter bir şekilde sertleştirilmesini gerektirecektir: sosyal liderlere yönelik yargısal zulüm, polis şiddetinin onaylanması, silahlara denetimsiz erişim ve silah taşıma, kötülenen silahlı kuvvetlerin yeniden canlandırılması, sendikaların işyerinde etkisini zayıflatma girişimi ve en önemlisi, Arjantin’in daha fakir mahallelerindeki sosyal hareketlerin gücünü zayıflatma mücadelesi. Kısacası bu önlemlerin başarıyla uygulanması işçi sınıfı açısından stratejik bir yenilgi anlamına gelecektir.

Aynı zamanda, yine solun bazı kesimlerinin sorguladığı, dayanıklı bir toplumsal tabana da ihtiyaç duyulacak Ancak burada, Milei’nin yükselişinin diğer ülkelerdeki aşırı sağın iktidara gelme durumlarıyla kıyaslanamayacak bir ekonomik kriz ortamında gerçekleştiğini anlamak kritiktir. Felaket yaratan bir ekonomik kriz, tarihin de gösterdiği gibi, radikal önlemlere mazeret sağlayabilir: Arjantin’in 1989-1991 arasındaki yüksek enflasyon sarmalı, Carlos Menem’in, her ne şekilde olursa olsun düzeni sağlamak için açık çekle göreve gelmesine olanak sağladı. Bunu, ülkenin tüm devlet varlıklarının zararına satışı takip etti  ve tarihteki en vahşi neoliberal yeniden yapılanmalardan biri yaşandı. Perry Anderson’ın bir zamanlar Latin Amerika’daki bu tür istikrar planları hakkında söylediği gibi, “Askeri diktatörlüğün travmasına fonksiyonel bir denklik vardır; bir halkı demokratik ve zorlamasız araçlarla, en radikal neoliberal politikaları kabul etmeye zorlama: hiperenflasyon.”

Arjantin’in ekonomik durumunun aşırı kırılganlığı, Milei’nin yükselişini küresel aşırı sağ hükümet dalgasından farklı bir kategoriye koyuyor. Daha uygun bir paralellik 1980’lerdeki Peru’dur. Orada, benzer bir on yıllık durgunluğun ardından, 1980’lerin sonunda hiperenflasyonda bir zirve yaşandı. İşte bu bağlamda Alberto Fujimori, marjinal bir siyasi güçle ve büyük bir sosyal veya ticari destek olmadan göreve geldi. Ekonomik felaket ona şok terapisini uygulama meşruiyetini sağladı: bir istikrar planı, kamu şirketlerinin özelleştirilmesi ve ekonominin liberalleştirilmesi, Kongre’nin kapatılması ile doruğa çıktı. Fujimori diktatörlüğü altında Peru toplumunun neoliberal yeniden yapılanması ve insan haklarının kitlesel ihlali, hala toparlanmamış olan Peru işçi sınıfı için tarihi bir dönemeç oluşturdu.

Enflasyon ve otoriter hükümetin birbirine geçmiş dinamikleri, özellikle aylık enflasyon oranlarının çift haneli olduğu ve merkez bankasının net rezervlerinin negatif olduğu bir ülkede yeterince dikkate alınmamıştır. Ayrıca, özellikle Milei’nin radikal “pazar dostu” önerileri açıklayarak kısa vadeli katastrofik etkilere neden olma potansiyelinin farkında gibi göründüğü bir yerde, büyük çaplı bir bankacılık krizi göz ardı edilemez (örneğin ülkenin döviz kontrolleri sistemine ani bir son, ihracat vergilerinin kaldırılması, dolarla ödeme, vb.).

Milei’nin zaferleri zaten “piyasalarda” paniğe yol açtı: tahvil fiyatlarında düşüş, “ülke riski” statüsünde artış ve hisse senetlerinde durgunluk. Ancak bu kısa vadeli önlemlerin yıkıcı etkileri aslında uzun vadeli yeniden yapılanmanın önünü açma girişiminin parçası olabilir.

Peki, Arjantin Sol’u?

Yıllar boyunca, Kirchnerizm, Sağı uzak tutan bir set olarak hizmet etti ve yoksulları birleşik bir anti-neoliberal blok içinde tuttu. Ancak Peronizm altında yıllar süren ortodoks kemer sıkma politikaları manzarayı değiştirdi ve siyasi olarak karmaşıklaştırdı. Bir bakıma, şu anda Arjantin’in halk sınıfları, Peronizmin kemer sıkma politikalarına karşı tepki gösteriyor – ancak belirgin bir şekilde karmaşık bir biçimde.

Sol, Milei’nin iktidara gelmesini engellemek için elinden geleni yapmalı, ancak aynı zamanda “herkes sağa karşı” sloganının geleneksel siyasi güçler tarafından izlenen orijinal politikaları haklı çıkaran bir disiplin taktiği haline gelmesini önlemelidir. Başka bir deyişle, Arjantin solu, “aşırı merkez”in, aşırı sağda mükemmel bir antagonisti bulmasını engellemeli ve radikal muhalefeti etkisizleştirmesine izin vermemelidir, ancak iktidarı elinde tutmalıdır.

Arjantin, seçimden önceki haftalarda aşırı sağa karşı büyük bir sosyal hareketin bir araya gelmesine tanık oldu. Bu, yarışın sonucunu değiştirmede temel bir rol oynayabilir. Gerçekten de demokratik bir kitle hareketi ile aşırı sağ arasındaki kutuplaşma, seçim sonucunu değiştirmenin kilit bir unsuru olarak önemlidir, özellikle de hükümetin kendisinin “faşizme karşı” alarm çalmak konusunda yetkisiz olduğu bir ortamda. Ve hatta aşırı sağ iktidara gelirse, geniş demokratik mobilizasyonun arka planında gerçekleşmesi esastır, bu da gelecekteki sosyal ve siyasi mücadelelerin dayanağı olacaktır.

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu