Gündem

Dune Üzerine – Evan B. (Çeviri: Ergi Gümüş)

Frank Herbert’in klasik bilimkurgu eserinin ve en son sinema uyarlamasının tarihsel materyalist bir analizi.

Bu yazı Evan B.’nin Partisan’da yayımlanan yazısının Türkçeye çevrilmiş halidir.

Dune’un dişe dokunur bir uyarlamasını izleyebilmek için dört ayrı girişimin gerçekleşmesi gerekti. Denis Villeneuve’ün çektiği versiyonun sadece iyi değil; gerçekten başarılı bir uyarlama olması, vizyona girdiği film sezonunun en büyük sürprizlerinden biri olmuşa benziyor. Frank Herbert’ın altı kitaplık efsanevi bilimkurgu destanının hayranları için bu yalnızca ilk kitabın birinci yarısının mükemmel bir uyarlamasına sahip olunduğu anlamına gelmiyor, en azından bir devam filmi; belki de serinin diğer kitaplarının film adaptasyonları için de planlar mevcut.1 Dune, bilimkurgu hayranları için Yüzüklerin Efendisi’nin fantastik edebiyat hayranları için ifade ettiğinden pek de ayrılmayan bir yere sahip: En sevdiğiniz saga olmasa bile, içerdiği ihtirasa ve ihtişama isteksizce de olsa saygı göstermelisiniz.

Peki Dune neden bu kadar popüler? Adı yalnızca “Dune” olan serinin ilk kitabı, 1965’te yayımlanmasının ardından sadece on yıl içerisinde sinemaya uyarlanmaya çalışıldı. Alejandro Jodorowsky’nin 70lerin ortalarında kitabı filme uyarlamak için gösterdiği girişim hiçbir zaman gerçekleşemedi2; David Lynch’in 1984’te vizyona giren yüksek bütçeli versiyonu meşhur bir şekilde çuvalladı. Sci-Fi Channel 2000’li yılların başında ilk üç Dune kitabını televizyon izleyicisine göre uyarladı ve şu an önümüzde “Arrival” ve “Blade Runner 2049” gibi iki iddialı bilimkurgu filmine imza atmış Denis Villeneuve’ün çektiği ve pandemi sebebiyle bir yıllık gecikmeyle Ekim 2021’de vizyona giren uyarlama duruyor.

Açıkçası ortaya konan bu görsel materyal hem belli başlı film yapımcılarının hem de sinefillerin zevklerine hitap ederken; elde ettiği ticari başarı, serinin ancak vizyona girdikten sonra tam olarak farkına varılan potansiyelini gösteriyor. Yine de Dune’da itici algılanabilen ve hem kitapları hem de uyarlandığı filmlerin içine girmeyi zorlaştıran birçok faktör var. Hikâye, soylu bir ailenin varisi olan Paul Atreides’in galaktik bir imparatorluğun siyasi entrikaları arasında kendi yolunu bulmasını konu alıyor; pek de işçi sınıfı hikayesi sayılmaz. Ancak bu destansı hikayedeki tüm çatışmaların merkezinde, yalnızca Arrakis’te (bir çöl gezegeni olan Dune) bulunan baharat “melanj” yer alıyor. Baharat, uzun mesafeler boyunca uzay yolculuğuna olanak sağlıyor ve Villeneuve’ün de filmin kısa ve öz tanıtımında bahsettiği gibi filmdeki insanlığın bildiği “açık ara en değerli madde”.

Paul’ün hikayesi seyircinin veya okuyucunun ziyadesiyle kafasını karıştırabilir, çünkü Frank Herbert’ın anlatımı sadece galaksinin öbür ucuna değil, aynı zamanda kitaptaki her karakterin zihninin içine de sıçrayarak bize onların tam olarak ne düşündüklerini anlatmaya çalışıyor. Lynch, kitabı filme uyarlarken bu iç monologları aynen aktarmayı seçti; bu tercih, bilinçli veya bilinçaltında oluşan düşüncenin içsel dünyada yarattığı durumlara derinlemesine girmeyi bir rutin haline getiren yönetmen kimliği için uygun görünüyordu. Villeneuve ise, her şeye hâkim tanrısal anlatıcının oluşturduğu filmin dili içerisine bu iç diyalogları dahil etmemeyi tercih ediyor; bu da olay örgüsünü daha akıcı hale getirirken kitabın kendine özgü dokusunun bir kısmının da kaybedilmesine sebep oluyor. Bütün bunların dışında; olay örgüsünü ve Paul’ün olaylara nasıl tepki verdiğini anlayabilmek için üzerinde durulması gereken pek çok bireysel ilişki, siyasi anlaşma ve sosyal yapılar mevcut ve bütün bu karmaşık yapı okuyucu veya izleyicinin Dune evrenine teslim olduğunda alacağı keyfin başlıca kaynağını oluşturuyor.

Dune elbette bir macera hikayesi, aynı zamanda çoğu büyük bilimkurgu klasiği gibi; 8000 yıl sonraki uzak bir geleceğin iyi düşünülmüş spekülatif bir anlatımıdır. “Padişah İmparator” Shaddam IV, Arrakis’in ve dolayısıyla melanjın çıkarılmasının ve dağıtımının kontrolünü şeytani Harkonnen Hanedanı’ndan Atreides Hanedanı’na kaydırmaya karar verdiğinde, bu hikâyenin feodal bir imparatorluk içerisinde geçtiği gerçeği okuyucuyu sarsıyor. Büyük hanedanlar bu süreçleri kontrol altına almak için birbirlerine çelme takarken farklı loncalar, hammaddelerin ve askeri mühimmatın nakliyesi gibi önemli ticari faaliyetleri yönetirler. Tarihsel materyalistler toplumun kapitalizmden feodalizme nasıl gerileyeceğini sorgulamaktan geri durmazken; sıradan bilimkurgu okuyucusunun yapabileceği başlıca çıkarımlardan biri, kapitalizm tek bir güneş sisteminin ötesine geçtiğinde operasyonların boyutunun ve kapsamının sürdürülebilir olmaktan çıkacağının ve gerilemesinin neredeyse kaçınılmaz olduğudur. Kapitalist büyüme galaktik bir aşamaya geldiğinde nasıl gelişeceğine dair yeterince teori olmamasına rağmen J. Posadas’ın3 komünizm için “(maddenin) varlığını yok etmeye gerek kalmadan onu dönüştürmeyi başarabilecek” uzaylı yaşamı ve onu ayakta tutabilecek potansiyeli sağlama konusunda iyimser olduğunu söyleyebiliriz.

Hem Posadas’ın fikirlerinden hem de diğer pek çok farklı bilimkurgu eserinden farklı olarak Dune evreninde dikkate değer olan şey, uzaylılar diye tanımlanabilecek dünya dışı canlılığın olmamasıdır. İnsanlar farklı galaksilerde medeniyetlerini genişletmiş olmasına rağmen uzaylı bir yaşam bulamazlar. Bu konseptin yerine; Dune evrenindeki insanlar galaksiler arası mesafelerde ticareti ve savaşları yönetmelerine olanak sağlayan farklı sosyal sistemler geliştirdikçe, bu düzenlemelerden bazıları insanları birbirinden korkutucu derecede ayıracak kadar farklı hale getirmiştir. Bunun önemli bir örneği, Bene Gesserit adı verilen ve başkalarının iradesinin yanı sıra kendi bedenlerini de kontrol etmelerine olanak sağlayan “Ses” adı altında toplanan teknikler geliştiren gizli bir tarikattır. Villeneuve’ün uyarlamasındaki başarılı ses tasarımında film içinde “Ses” her seferinde kullanıldığında derin, gümbürdeyen bir bas tonu üretiyor. Bu durum izleyiciyi koltuklarında sallamak, istemsizce rahatsız hissettiren bir fiziksel bozulma yaratma hissini vermeye mahirmiş gibi görünüyor. Ne zaman Bene Gesseritler sahnelense veya isimleri geçse Hans Zimmer’in bestelediği gürleyen, yüksek perdeden ilahiler duyuluyor; giydikleri doğal olmayan başlıklarla birleştiğinde Bene Gesseritlerin uzaylı gibi görünen niteliği artıyor.

Bene Gesserit’e benzer olarak Uzay Loncası adı verilen kurum, Villeneuve’ün filminin açılış sekansında turuncu miğferli insanlar olarak kabaca tasvir ediliyor. Nakliye işçilerinden oluşan bu lonca büyük miktarlarda baharat alarak “uzayı katlamalarına”, esasen galaksiler arasında uzay yolculuğuna olanak sağlayan solucan deliklerini bulmalarına olanak sağlıyor. Bu görevleri onlar için baharatın varlığını bir hayat memat meselesi haline getiriyor. Her ne kadar Villeneuve filmde Uzay Loncası’nın navigatörlerini tasvir etmeyi tercih etmese de bizi onlar hakkında fikir sahibi olmamızı sağlayacak Lynch’in uyarlamasından hafızalara kazınan tiksindirici görüntüler var. Villeneuve uyarlaması, Herbert’in tasvir ettiği evrendeki insanlığın her türlü groteskleşmiş başkalaşımlarını ortaya çıkarmakta tereddütlü görünse de hikâyenin ilk yarısını anlatan film sınırlı bile olsa yeteri kadar tuhaflıklarla dolu. Umalım ki ikinci kısım daha az muhafazakâr olsun.

Herbert’in yarattığı evrenin çarpıcı ve ilgi çekici bir yanı da tamamen analog teknolojilerden oluşmasıdır. Binlerce yıl öncesinde yapay zekâ kullanılan bir teknoloji olmakla birlikte, kolektifleşip organik hayata meydan okuyacak kadar yaygındılar. Ancak kitapta adlandırıldığı şekliyle (her ne kadar filmde bahsi geçmese de) insanlık ve yapay zekâ arasında gerçekleşen “cihat”4; insanlığın zaferi ve tüm yapay zekâ teknolojilerinin yasaklanmasıyla sonuçlandı, bu zaferin iktisadi etkileri belki de toplumların feodalizme kadar gerilemesinin başka bir açıklaması olmasına hizmet etti. Dune evreninde yapay zekaların yerine, mentatlar olarak bilinen ve bütün gerekli hesaplamaları kendi zihinlerinde yapmak için hayatlarını sıkı bir eğitime adayan insanlar var. Villeneuve’ün filminde mentatlar Thufir Hawat ve Piter de Vries ile tanışsak da bu karakterler yalnızca birer tuhaflık olarak sunuluyor ve detaylı bir şekilde anlatılmıyor. Yine de Villeneuve’ün filmini başarılı kılan başlıca şeylerden birisi; Dune evrenindeki her tuhaflığı açıklamaya çalışmaması, onları büyüleyici ve incelikli bir dünya inşasının nesneleri olarak bırakmasıdır.

Organik yaşama karşı yapay zekanın cihadından galaktik imparatorluğun ekonomik temeli olan baharata kadar, tarihsel materyalistlerin Dune’u yorumlamasında açık olan şey anlatılan dünyanın son derece maddi olduğudur. Baharatın kontrolü tüm politik ve sosyal ilişkileri yönlendirir çünkü insan hayatının yeniden üretimi için baharat son derece gereklidir. Dune evreninde yaşanan her olayın izi, kitap boyunca yoğun ve özgürce serpiştirilmiş biçimde tarihsel olaylardan kaynaklanan maddi nedenlere dayandırılabilir. Dune din ve mesihçiliği didik didik ederken bile binlerce yıllık tarihi anlatının devrede olduğu açıktır. Dune’un uyarlanmış her versiyonundaki olay örgüsünün önemli bir noktası, Bene Gesserit’in kökenleri binlerce yıla dayanan ve yapay seçilimle oluşturulan bir kan hattıyla “uzay ve zaman arasında köprü kurabilecek” bir varlık olan mesihleri Kwisatz Haderach’ı doğum yoluyla getirme umududur. Bene Gesserit, karmaşık üreme programlarının yanı sıra, gerçekleştirebilecekleri kehanetleri anlatıların içerisine yerleştirerek dinleri ve kültleri manipüle edebiliyorlar. Dine dair bu materyalist bakış açısı izleyiciye alaycı gelebilir ancak aynı zamanda hikâyenin ana kahramanının mesiyanik gelişimini sorgulamaya teşvik ediyor; Paul karakterinin gidişatı beyaz kurtarıcı mitinin5 mayınlı bölgesine doğru gidiyor görünse de Villeneuve’ün uyarlaması seyirciyi bundan sonra olacaklara hazırlayacak doğru miktarda ayrıntıyı sunmakta oldukça başarılı.

Marksistlerin6 Dune’da hoşlandıkları şey, yerli toplumların kutsallığı ve kendi uluslarının kaderini tayin hakkı konusundaki ısrarıdır. Fremen halkı da insanlardan oluşmasına rağmen varoluşlarının binlerce yılını sert çöl koşullarında yaşayarak geçirmiş ve Arrakis’te yaşayan kum solucanlarına tapmak ve onları korumak da dahil olmak üzere, varoluşlarının kıtlığını yansıtan sosyal yapılar geliştirmişlerdir. Fremenlerin siyasal varlıkları eko-terörizmle karakterize edilmekte olup, dini bir mesih anlatısına sahiptirler ve o seçilmiş kişinin gelişini beklemektedirler. Hikâyenin bu kısmı marksistleri tatmin etmeyecek olmasına rağmen, Herbert’ın kinayeleri altüst etmeye olan ilgisi, ikinci kitap “Dune Mesihi”nde metni belirsiz bir sol ideoloji karşıtlığına ya da en azından yukarıdan devrim ve onun etkilerine dair şüpheciliğe dönüştürüyor. Buna rağmen birbirleriyle savaşan ve baskı altındaki gruplar arasındaki siyasi oyun yaşadığımız dünyanın açık bir yansımasıdır. Herbert’ın feodalizm hakkında yazmasındaki birincil etki, kaçınılmaz olarak feodalizme geri dönüleceğine dair bir inanç değil; daha ziyadesiyle zaten feodalizm içerisinde yaşadığımıza dair bir şüphenin bulunduğunu mümkün kılan araçları kullanma çabasıdır. Bütün şehirlere ve hükümetlere sahip olabilecek ve birçok ülkeye hâkim olabilecek kadar kârlılığa sahip; özel paralı asker orduları ve insanlığı dünya dışında da kolonileştirme planlarıyla yükselen teknoloji şirketlerinin ve milyarderlerin varlığı, bugünden yaşadığımız dünyada da Dune benzeri birçok evrenin yaratılması için çok da büyük olmasa da bir atılım olarak görülebilir.

Peki neden kâr odaklı bir büyük film prodüksiyon şirketi ekonomik hakimiyet konusunda bu kadar şüpheci olan ve umuyoruz ki daha sonraki uyarlamalarda kurtarıcı mesih kültünü açıkça kınayan bir film yapmaya istekli olabilir? Mevcut büyük bütçeli film sektörü; süper kahraman hikayeleri gibi dominant kültür ürünü olan, bireysel mesiyanik kapitalist mitleri ve gerçek dünyadan alaycı kopuklukları ile belki de kapitalist dünyanın her köşesinde her gün büyüyen bireysel anlamsızlık krizinin karşısında kolektif bir ağrı kesici olarak kullanılan bir endüstridir. Süper kahraman sinemasının teşvik ettiği tarafsızlık ve kahramanlara tapınma, kapitalizmin zihinsel sağlığımız ve fiziksel refahımız üzerindeki derin yabancılaştırıcı etkileri temize çıkarmak ve özümsetmek için vardır.

Kapitalizm bizi hasta ediyor, bu gerçek. Yalnız bir Süpermen’in ya da benzersiz süper güçleri olan bir bireyin hiçbir çabası bunu tersine çeviremez. Yiyecek ve barınak sahibi olma ayrıcalığını kazanmak için bir takım kötü emelli insanlara kâr sağlamaya zorlanmak zaten yeterince yabancılaştırıcı. Bütün bunlara, cebri kıtlığın ortasında varoluşunu anlamlandırmaya çabalarken insan kalmaya çalışmanın genel yabancılaşmasını da ekleyin. Bununla birlikte bir şekilde kurumsal olarak idare edilen ve son derece kârlı bir süper kahraman sineması sektörünün, üstü açık veya kapalı bir şekilde, yalnız bir insanın tüm bunları tek başına çözebileceğine dair bozuk inancı desteklemeye devam etmesi faktörü de var. Dune’un materyalizmi ve şüpheciliği ise süper kahraman sinemasının tam tersidir: Dune, tarihi değiştiren olayların gerçekleşmesiyle daha da karmaşık hale gelen karmaşık dünyaların hikayelerini anlatıyor. Bu hikayeler sadece günler ya da yıllar değil, dönemler halinde anlatılıyor ve her karakterin motivasyonu tersyüz edilmeyecek şekilde yapılıyor ve bozuluyor.

Dune “markası” kâr sağladığı sürece, kapitalist sinema aygıtının Frank Herbert’ın kitaplarını uyarlamaya devam edeceğini bekleyebiliriz. Serinin sonraki kitapları zamansal olarak, bazen bin yıl dahi ileriye atlıyor ve bu kitaplarda Herbert’in materyalizmi hikâye anlatımındaki bazı temel insani unsurların atlanması pahasına daha eğlenceli ve ilginç bir hale geliyor. Sonraki kitaplarda yazım stilinin daha malumatfuruş bir hale gelmesine ve tasvir edilen karakterler bazı felsefi bakış açılarının uyduruk temsilleri haline gelmesine rağmen hikayedeki her olguyu ekonomi, politika ve sosyoloji aracılığıyla daha kararlı bir duruşla anlatıyor. Bütün bunlara rağmen Herbert’ın niyetinin iddialı kapsamı takdire şayan kalmaya devam ediyor; çünkü karakterlerinin kitap içerisinde ne yapmaya çalıştığını ısrarla tekrarlıyor, yani her kavramı okuyucuya detaylandırmaya ve açıklamaya çalışıyor. Tarihsel materyalizme bağlı olan bizler, sınıf bilincini temel hedefimiz haline getirip kolektif hareket ettiğimiz müddetçe farklı bir dünyanın mümkün olduğunu biliyoruz. En ilginci, Batılı film prodüksiyon endüstrisinin Herbert’in kitapları buruk bir tat vermeye başlayıp her türlü toplumsal değişime dair alaycılığı yansıtmaya çalıştıklarında ne yapacaklarını görmek olacak. Biz marksistler için bu ilk film; her gün yaşadığımız sınıf çatışması, ekonomik egemenlik ve devrimin gerçek hikayelerini anlatmak için popüler bir hayal dünyasını çerçeve olarak kullanabileceği nadir karşılaşılabilecek bir fırsattır.


  1. Bu yazı 3 Mart 2022 yılında, yani Villeneuve’ün ilk Dune filminin vizyona girmesinin ardından yayımlandı. Bizim bu yazıyı çevirdiğimiz Mart 2024’te ilk kitabın ikinci kısmını anlatan serinin devam filmi gösterime girmiş durumda. (ç.n.) ↩︎
  2. Bahsedilen gerçekleşmemiş filmin yapım ve tasarım sürecini anlatan 2013 tarihli “Jodorowsky’s Dune” belgeseli keyifli bir seyirliktir. ↩︎
  3. J. Posadas: Dünya dışı varlıkların diğer gezegenlerdeki canlıları ziyaret edebilecek teknolojilere sahip olmasını, onların ancak “kapitalist toplum belasını” aşmış ve komünizme geçişi sağlamış olabilecekleriyle bağdaştıran; komünist düşünceyi alternatif bir siyasi sistemden ziyade medeni bir ilerleme olarak tanımlayan Arjantinli Troçkist düşünür. Takipçileri “posadistler” olarak anılır. ↩︎
  4. Butleryan Cihadı: Dune evreninde bilgisayarlara, düşünen makinelere ve bilinçli robotlara karşı insanların yürüttüğü dinsel savaş. Savaştan sonra Dune evreninde “insan aklına benzeyen makine” yapmak kesin bir biçimde yasaklanmıştır. Cihattan önce bilgisayarların yaptığı işlevleri melanj baharatını kullanan insanların oluşturduğu zümreler (mentat, lonca vb.) yürütür. ↩︎
  5. Beyaz kurtarıcı miti: Özellikle 18 ve 19. Yüzyıllarda Avrupa kültürünün, kendi dışında kalan toplumlara, kültürel değerlerini ve siyasal düzenini bu toplumları modernleştirme ve uygarlaştırma misyonun bir gereği olarak sunup sömürgecilik politikalarına meşru zemin oluşturma çabası. Rudyard Kipling’in meşhur “The White Man’s Burden” (Beyaz Adamın Yükü) şiiriyle vücut bulur. ↩︎
  6. Metnin orijinalinde “komünistler” olarak geçiyor; ancak metnin Türkçe okuru için kapsayıcılığını artırmak adına editoryal bir kararla “marksistler” olarak değiştirmeyi uygun bulduk. (ç.n.) ↩︎

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu