Hayat bir sahne değil ki ilk perdede duvarda asılı silah varsa oyunun sonunda patlasın. Gerçi hayatın bir sahne olduğunu iddia edenler de var, ve bizim siyaset bir oyunsa bunu Çehov kadar mahir biri yazmışa da benzemiyor.
Şu düzlemi bir süre eğmesek mi? Eğik düzlemde yıllarımız geçti. Yok, ne fizikten ne YKS ya da benim kuşağın anımsayacağı tabirle ÖSS’den bahsediyorum. Sath-ı mail, eğik düzlem, seçim dışında unutulmuş, seçim bağlamında da aslında anlamı unutulup sadece seçime yakın zamanlar anlamına geldiği düşünülerek ve genelde imlâsına da çok dikkat edilmeyerek kullanılan o bildik ifadeden bahsediyorum, seçim sathımaili. Bakın ben de dikkat etmedim kesreyi ayırıyor muyuz, ayırmıyor muyuz! Bilmiyorum açıkçası. Ama özetle, tüm bu dikkat dağınıklığının arkasında ısrarla bir şey demeye çalışıyorum. Seçim de insana yorgunluk yapıyor. Seçmene, seçilene, kazanana ve bilhassa da kaybedene.
Erken seçim bahsi geçiyor. Hayat bir sahne değil ki ilk perdede duvarda asılı silah varsa oyunun sonunda patlasın. Gerçi hayatın bir sahne olduğunu iddia edenler de var, ve bizim siyaset bir oyunsa bunu Çehov kadar mahir biri yazmışa da benzemiyor. Ama hakkını vermek lazım erken seçim de konusu geçtiği zaman hayata gelen bir olay. Bahsedildiği için canlanıyor, bahsedildikçe güç buluyor. Peki bahsetmeli mi? Hadi bahsetmek faydalı olacak diyelim, anlamlı mı? Yoksa tekrarlana tekrarlana anlamsızlaşacak bir yola düşme tehlikesi içinde giderek hayata sahne, kendisine oyunun sonunda önemli olacak dekor olma vasfını yitirtecek bir boş gösterenliğe mi savruluyor?
Ne yalan söyleyeyim, şimdi yine konudan sapacağım. Başlığı Çehovyan diye atınca içimden esrik yitişlerde eprimiş bir sarkaçtı kösnüllüğüm diye devam etmek geliyor. Türkiye siyasetinin hak ettiği ciddiyet seviyesinin de Aziz Kedi ve Feyyaz Yiğit’in bu muhteşem mısrasından fazlası olduğundan ziyadesiyle şüpheliyim. Yine de ciddiyetimi muhafaza etmesem de rasyonelliğimi koruyarak bu erken seçim üzerine düşünmeye çalışacağım. Üstelik ben bu ciddi olmama meselesinde de görece yeniyim.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin erken seçim kararı alması için 360 milletvekilinin bu yönde oy vermesi gerekiyor. Bu ciddiyetten veya başarısız mizah denemesinden bağımsız soğuk ve somut bir gerçek. Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP seçmeninin oylarıyla Gelecek aktarmalı iktidara hediye ettiği son istifalardan önceki dağılımda Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 264, geri kalan bütün partilerin ise toplamda 336 milletvekili vardı. Ama ben bunu kontrol ettiğimde sanırım meclisin sitesindeki veri yenilenmemişti. İki istifanın eli kulağında, biliyoruz, devamı da gelebilir. Ama üç aşağı beş yukarı fark etmiyor. AKP dışındaki tüm partiler erken seçim istese, AKP istemedikçe erken seçim kararını almaya yetmiyor. Erdoğan’ın istediği zaman erken seçim kararını alabildiği gerçeğini de düşünürsek, diğer tüm partileri toplasak, Erdoğan’ın bir kararnameyle yazacağı iradesi kadar etmiyor. Gerçi anayasamızda demokrasi hatırasını ayakta tutan nadir unsurlardan biri olarak ikinci döneminde böyle bir karar almak Erdoğan’ın kendi kendisini emekliye sevki olacağından zaten ihtimal dışı. Eğer erken seçim olacaksa, meclis kararıyla olacak.
Cumhuriyet Halk Partisi’nin hâlihazırda 127 milletvekili var. Kendi başına zaten hiçbir şeye yetmiyor. Diğer bütün partileri toplasa yine erken seçim kararı almak için gerekenin aşağısında kaldığını yukarıda yazdım. Peki bunlar bir tarafa, CHP erken seçim istiyor mu? Ne zaman istiyor; ne zamana kadar istiyor? CHP bu soruların cevabını kendi biliyor mu? CHP’nin ne kendi başına ne de AKP dışı tüm partilerle bir arada erken seçim kararını alacak güce sahip olduğu temeli burada partinin aslında nasıl bir tutum belirlemesi gerektiğine de ışık tutuyor. CHP seçimin ne zaman olacağını belirleyemez. Ama yeterince güçlü bir siyasi kurguyu becerebilirse, ne zaman olmayacağını belki etkileyebilir. O yüzden CHP’nin erken seçimi ne zaman istediği değil ne zaman istemediği sorusu en önemli sorudur. Üstelik CHP’de verilmesi gereken çok önemli bir de karar var. Şimdi oturup tüm Three Body Problem’ı tekrar mı izleyelim? CHP sanki bu kararı öyle hemen vermemeyi tercih de edecek gibi. Kısa vadede erken seçim çağrısını ciddiyetle yapacakları kanısında olmayışım o yüzden. CHP’den beklentim erken seçim çağrısı değil. Belirli bir noktadan sonra tek çağrının zamanında seçim olacağı ilanı. O ilanı yapıp bir şekilde sözünü geçirebilirse, o gerçekten bir siyasi zafer olur.
Erken seçim söylentilerinde, tevatürlerinde, twitterlarında yaygın bir beklenti de MHP’nin bir noktada iktidarla birlikteliğini sonlandırıp erken seçim çağrısı yapacağı şeklinde. Gerek 2002 yazında yaptığı, şimdi bunları yazıp çizen çok az insanın hatırladığı ama herkesin bir şekilde okuyup öğrendiği çağrı; gerek 7 Haziran 2015 gecesi daha geceyarısı olmadan yaptığı… Oysa tüm bu süreçlerde, ama kısa ama uzun vadede MHP için, Bahçeli için elde edilebilecek şeyler vardı. Bugün Özel Harekat Daire Başkanı’na el öptüren bir genel başkan neden erken seçim istesin? Bu sorunun cevabını göremiyorum. Elbette Erdoğan’la aralarındaki bu sarsılmaz ilişkinin bir noktada belki sarsılacağı ve o noktanın uzak olmadığı düşüncesi kendisinde belirirse belki böyle bir hamleyi beklemek daha gerçekçi olabilir. Ama ikisinin arasındaki bu kimin kime bağlı olduğunun tam anlaşılmadığı ve kimsenin ötekine saygıda kusur etmediği, ve elbette devlet geleneğinin de protokolünün de asla çiğnenmediği ve makama hürmetten asla taviz verilmeyen bu ilişkide bir bozulma olmazsa, MHP’nin erken seçim çağrısı yapmak için hiçbir sebebi yok, ta ki Erdoğan’dan bu talep gelene kadar. Elbette ki Erdoğan’la Bahçeli’nin arasının güllük gülistanlık olmadığı ihtimalini tümüyle yadsımıyorum, ama araları iyi olmasa dahi ikisinin de çıkarına olan, ikisinin de gücünü artıran bu birlikteliği bitirecek şeyin ne olabileceğini şimdilik öngöremiyorum.
Erdoğan erken seçim ister mi? Eğer cumhurbaşkanlığına devam etmek istiyorsa evet, bir noktada. Ama sorulması gereken soru şu: Hangi noktada? Mehmet Şimşek’in ilgili bakanlığa atanmasından beri sürdürülen ve “halk ağır vergiler altında eziliyordu” ifadesini tarih yahut masal kitaplarından çıkarıp güncel bir anlama bürüyen ekonomik program, murat edilen olumlu etkiyi yaratmayacaksa zaten hiçbir zaman onun için elverişli olmayacaktır. Ama eğer beklenen olumlu etki gelecekse de muhtemelen 1-2 yıllık bir süreçten sonra gelecek. Bugün ise o programın olumsuz etkilerinin doruğa çıktığı dönemdeyiz. (Gerçi bu açıdan 2001 sonrası programın ortalarında ilan edilen seçimi hatırlamamak da mümkün değil) Erdoğan erken seçimi belirsiz bir gelecekte, tercihen olabilecek en geç tarihte ister. 2024’te değil, 25’te de değil. Belki 26 sonlarını konuşabilir, ona kalsa 2027 sonbaharından önce olmaz.
Peki ya diğer partiler, onlar ne düşünür, ne ister? Bir kısmı, Kemal Kılıçdaroğlu’nun hediye ettiği adaylık sıraları sayesinde meclise girmiş ve gelecekte hiçbir seçimde ne böyle bir hediye imkânına ne de kendi başlarına seçilme ihtimaline sahip olduklarının bilincinde olacaktır. Onlar için erken seçimin hiç olmaması ideal, ne kadar süre mecliste kalırlarsa o kadar iyi. İlla olacaksa olabildiğince geç olmalı. Ve elbette asla meclis iki seneyi doldurmadan olmamalı, yazık değil mi 40 kişinin önemli bir kısmının emekli milletvekilliği hayallerine? Dolayısıyla meclisteki grupların bir kısmının 2025 ortasından önce zaten erken seçim istemesi eşyanın tabiatına aykırı. Çünkü milletvekili ya da genel anlamıyla siyasetçi dediğimiz insan, istisnai bazıları bir tarafa, kişisel çıkarlarını geri kalan her şeyin ötesinde tutabilen ve ahlak ve etikle ilişkisi sadece toplumun görebildiği alanda göstermek istediği imajla alakasından ibaret bir canlı türüdür. Matah da bir canlı türü değildir nazarımda, ne yalan söyleyeyim.
Nihayetinde, erken seçim bir kere telaffuz edildi(edildi mi?), ve bu lafzı dekor gibi sahneye koyduk. Bir noktada patlamasını bekliyoruz, patlar mı? Kaçıncı perde, kaçıncı sahne? Bana kalırsa siyasetin doğası içinde erken seçimin çok da Çehovyan bir belirme yaşaması mümkün değil. Olsa olsa 2027’de devam etmek isteyen Erdoğan’ın mutlak iradesiyle olur. Dolayısıyla esas sorulması gereken soru erken seçimi isteyip istemediğimizdir. Son perdeye kadar patlamayan dekoratif silahı illa son sahnede oyunda görmek istiyor muyuz? O kadar Çehovyan mıyız? Sıkıcı bir şekilde bitse oyun, oyuncular selama çıksalar, alkışlanıp evlerine dönseler, sanki daha iyi değil mi?