Filistin Askısı, Vicdan Falakası – Anıl Kemal Aktaş
Gazze meselesinde bütün dünyanın yaşanan acılara gözünü kapattığını, dünyevi zevklerinden vazgeçemeyecek kadar düşkünlük, pespayelik içinde olduğunu iddia ediyorlar. Ama Gazze’deki acılar, onların gözünde, kendi vicdanlarının ne kadar üstün olduğunu dünyaya göstermekten ibaret. Acıyı paylaşmak değil, acı üzerinden hükmetmek asıl gayeleri.
Gazze’de yaşananlar çağımızın en korkunç katliamlarından biri. İkiyüzlülüğün, çifte standardın, insanlığın kazanımlarını anlamsız bıraktığı; dünyaya inancımızı temelinden sarsan bir yüzleşme. Tahayyül edilemeyecek acıların yurdu Gazze. Ve Gazze, psikolojik şiddet için bir araç haline getirilen yeni bir silah.
1 Ocak sabahı yeni bir yıla uyanıyorum. Telefonumdan neler var, neler yok diye bakınıyorum.
“Dünya sarhoş uyurken İstanbul insanlığa vicdanı hatırlatıyor… Gurur dolu bir görüntü..”
Dört yüz bin küsür takipçili bir AKP trolü, 1 Ocak 2025 günü Filistin ve Gazze için yapılan yürüyüş için bu tweeti atmış. Benzeri birçok tweet aslında etkinliğin ilanından beri atıldı. Bu etkinlik hiç azımsanamayacak çoklukta birileri için yılbaşı kutlayanlarla hesaplaşma fırsatı. Rahatsızım bu durumdan. Bir süredir devam eden bir rahatsızlık bu. Büyük bir dava taşıyıcısı olduğunu iddia eden bir hareketin, neredeyse her işinde kendini büyük bir azametle anlattığını görüyorum. Bütün dünya yanlış, kendileri sorgulanamayacak kadar doğru. Yanlışa dair söyledikleri her şey, kendilerine dokunmayan bir aynadan ibaret; o aynayı kıracak cesaretleri ise hiç yok. İyiliğin ve adaletin tek kaynağı kendi yaptıkları işler. Çelişki içinde olduklarını anlatan maddi gerçekleri önlerine koysanız bile umurlarında değil. Öylesine büyük bir gurur. Gerçekler onları ilgilendirmiyor; çünkü kendi dünyalarında gerçek, yalnızca işlerine geldiği gibi var oluyor. Her şey onlarla alakalı, onlarla alakalı olduğu kadar önemli ve değerli. İşin ilginci bütün dünyaya örnek olduğuna inandıkları iyiliklerini anlatırken kendileri gibi olmayan herkesi falakaya çekiyorlar. Adeta ellerinde bir sopa, kendi erdemli duruşlarını, seküler kitlelere defalarca hatırlatıyorlar.
Gazze meselesinde bütün dünyanın yaşanan acılara gözünü kapattığını, dünyevi zevklerinden vazgeçemeyecek kadar düşkünlük, pespayelik içinde olduğunu iddia ediyorlar. Ama Gazze’deki acılar, onların gözünde, kendi vicdanlarının ne kadar üstün olduğunu dünyaya göstermekten ibaret. Acıyı paylaşmak değil, acı üzerinden hükmetmek asıl gayeleri. Ve nedense bu büyük eylemi tam da yılbaşı gününe denk getirirken kucaklayıcı bir dil ile davet etmeyi tercih bile etmiyorlar. Aksine bu etkinlik; onlar için ülkedeki rezil, yaşanan acılara dönüp bakmayacak kadar merhametsiz herkesin ifşasının ilanı. Tercih edilen tarihle de aşağı, şeytani, umursamaz gördükleri ötekilere yani kafalarında yarattıkları hayali “haysiyetsiz modernlere” bir haysiyet ve adalet yargılamasının kararını tebliğ ediyorlar.
Suriye meselesi ile coşa gelmiş iktidar çevreleri ve İslamcılar herkesi falakaya çekiyor. Ne kadar haklı olduklarını, ince ve çok iyi tasarlanmış bir planın yürütücüsü olduklarını kendilerinden geçercesine anlatıyorlar. Sanki kendi çelişkileri hiç yokmuş gibi… Suriye’de 14 yılda yaşananlar hiç olmamış ve sanki her şey 2011’de, gösterilerin bastırıldığı tarihte sabitlenmiş, öncesinde Sednaya diye bir hapishane yokmuş gibi… Aynı Gazze örneğinde, İsrail ile ticaretin Filistin’de canlara mal olduğunu haykırmanın tutuklanma sebebi olduğu bir ülkede değilmişiz gibi bir tutarsızlık.
Evet, bir çelişkiler yumağı içinde falakaya çekilmek isteniyoruz. Ahlaksızlık ve vicdansızlığın falakası bu. Suriye’de Esad döneminin en şaşalı stadyumunun açılışını Türkiye’nin en büyük futbol takımlarından birisi ile yapan Erdoğan’a, tek bir kelime bile edemeyen büyük haysiyet temsilcileri yakamıza yapışmış halde. “Sizin yüzünüzden” diyorlar. “Her şey sizin yüzünüzden…” Koca bir coğrafyada 14 yıl içinde oluşan suç ekonomilerinin, katliam şebekelerinin tek sorumlusu kendileri dışında kalan herkes. 2011 ile 2024 arasında Suriye’de yaşananların üzeri örtülüyor; hiçbir şey olmamış gibi davranılırken, şimdi büyük bir rövanş duygusunun sevinciyle hareket ediliyor.
Adını koyalım. Bütün bu hallerin araçsallaştığı bir duygu var: böbürlenme. Bu öyle bir kendini beğenme hali ki, muhteşemliklerini başkalarının rezillikleri! üzerinden hatırlatmadıkları her an kendi çelişkilerini fark edecekleri bir kırılganlığa sahip. Böbürlenme diyorum, çünkü kendi eksik erdemlerini başkalarının hatalarıyla kanıtlamaktan başka yolları yok gibi görünüyor. Bu böbürlenme öyle derin ki, başkalarının insanlığını sorgulamaktan kendi çelişkilerine bakmaya fırsat bile bırakmıyor. Belki de kendi çelişkilerine bakmamak için bu kadar bu duyguya yöneliyorlardır zaten. Ve tabii ki her narsist büyüklenmenin altında bir o kadar derinlerde onun tam zıttı bir duygu yatar…
İlk kez karşılaştığımız bir ikilik yaratma stratejisi değil bu elbette. Daha önce de yılbaşı gününe ite kaka denk getirilen Fetih Gecesi etkinlikleri ile parmaklar toplumun bir başka kesimine yöneltilirdi. Vicdanen bir muhasebe içinde olmaya zorlamak için büyük bir çelişki varmış hissi yaratılmak istenirdi. Toplumun bir kesimini utandırmak için kullanılan bu günler, aslında kimsenin kalbinde gerçek bir hesaplaşma yaratmıyor tabii. Yalnızca duvarları daha da yükseltiyor. Zaten amaç da o. Toplumsal kutuplaşma sürmeden kendi siyasal hakimiyetleri için malzeme bulmaları mümkün değil, kitleleri gaza getirmeleri ve bir arada tutabilmeleri mümkün değil.
Bugün, Gazze için kendi belirledikleri ölçü ve şekilde yas tutmayanların ya da büyük bir uyanış sergilemeyenlerin, yılbaşı sabahına utanılacak bir halde uyandığını iddia etmek, bu yaklaşımın bir başka örneği. Yas tutmanın ve haksızlığa karşı duyarlı olmanın gerekliliğini, yalnızca başkalarından en kusursuz, pürüzsüz ve hatasız şekilde talep etme hakkını kendilerinde görmek… Günahları, iç huzursuzlukları, çözülememiş komplekslerine başkalarına aktararak yaşanan bir arınma etkinliği, bir katarsis anı.
Bu, iktidar ve kalabalık olmanın getirdiği bir şımarıklıktır ve hatta yüzsüzlüktür. Tebaası ya da ahalisi olarak gördüklerinden, kendilerinin başaramadığı ölçüde “insanca” davranışlar beklemek, aslında derinlerde kökleşmiş bir efendi-kul ilişkisinin yansımasıdır. Kendilerinin çizdiği ahlaki sınırlar içinde hareket etmeyen herkese bir şekilde “kul” muamelesi yapıyorlar. Ancak esas mesele şu: İktidar ve kalabalığın sarhoş edici gücüne kapılanlar, ahlaki üstünlüklerini korumanın ancak başkalarını suçlamaktan geçtiğine inanıyor. Ve bu suçlama, esasen kendi vicdanlarını susturmanın bir yolu oluyor. Başkaları üzerinde kurdukları baskı ve tahakküm pratikleriyle aslında kendi içlerindeki tüm çelişkileri ve belki de vicdan kırıntılarını bastırıyorlar, kendi insani yanları üzerinde tahakküm kurarak bu tiyatroyu her gün sürdürebilecek psikolojik sağlamlığı elde ediyorlar. Tabii bu “sağlamlık” patolojik kaynaklara dayandığı için, her sürdüğü gün başka bir yerden başka karanlık şekillerde fışkırıyor, topluma cerahatini akıtıyor.
Sonuç olarak, Gazze gibi derin acıların ve insanlık suçlarının, vicdanı uyandırmak yerine, böbürlenmenin ve ayrımcılığın aracı haline getirilmesi, büyük bir ahlaki çelişkiyi gözler önüne seriyor. İktidarın sarhoş edici gücüyle hareket edenler, kendi çelişkilerini gizlemek adına sürekli olarak başkalarını yargılama yoluna gidiyor. Ancak bu yaklaşım, ne Gazze’deki trajediyi hafifletiyor, ne de toplumsal vicdanı gerçekten uyandırıyor. Sadece birileri kendi zihinlerinde büyük bir ahlaki mücadelenin tiyatrosu ile kendi kendilerini avutuyorlar. Ve tüm bu olanların bu şekilde yaşanması da, aslında Gazze’nin pek de umursanmadığının en büyük teyidi oluyor. Ne kadar ironik değil mi? On binler Gazze’yi ne kadar umursadıklarını haykırmak için çıktıkları meydanlarda sergiledikleri performansın şekliyle Gazze’yi umursamadıklarını ifşa ediyorlar. Gazze bir vicdan meselesi olmaktan çıkıp, bir kişisel tatmin ve aslında komşusuna, sıra arkadaşına, iş yerindeki dostuna tahakküm kurma meselesine dönüşmüşse, artık orada insanlık bitmiştir. İnsanlığın yerini alan ise yalnızca bir vicdan performansıdır. Hakikat ötesi çağın, hakikatle bağı olmayan duygu siyaseti simülasyonu.
Sahi, tam Gezi’nin üstüne Rabia ve Demokrasi Mitingleri olmuştu… Hatırlayan var mı? Çünkü geçtiğimiz hafta Cumhurbaşkanı Erdoğan, Sisi ile görüştü “Ortak projeler geliştireceğimize inanıyorum” dedi.