Demokrasi ve SolEkonomi ve KamuculukGündem

Türkiye İşçi Sınıfının İçsel ve Dışsal Krizi Üzerine Bir Değerlendirme – Ömer Ünal & Baran Çiftçi

Türkiye’de son 40 yıldır uygulanan ekonomi politikaları ve inşa edilen emek rejimi işçi sınıfı üzerinde ağır bir yıkım yaratmaktadır. Bu yıkımın boyutlarının derinleşmesinde gerek ekonomi ve sosyal politikaların olmaması, gerek işçi sınıfının siyasal ve toplumsal alanda yeterince temsil edilmemesi başlıca etkendir. İşçi sınıfının temsilcileri konumdaki sendikaların ise hem işgücü içindeki temsil (yüzde 14,13) oranının düşük olması (ÇSGB, 2021) hem de sendikaların zamanla bürokratik ve hiyerarşik yapılara dönüşmesi, (Birelma, 2021: 1842) işçi sınıfının var olan haklarının geliştirilmesi konusunda sorunlarının çözümüne yönelik baskı yaratmak bir yana, var olan sorunların çözümüne yönelik en temel taleplerin gelişmesi konusunda dahi son derece yetersiz kalmalarına neden olmaktadır. İşgücü piyasasında kronik bir duruma dönüşen işsizlik sorunu da işçi sınıfını içsel ve dışsal faktörlerle baskı altına alınmasını hızlandırmaktadır.

Bu amaçla, yazıda işçi sınıfı hareketinin bunalımı ve önündeki süreçler üzerine bir değerlendirme girişiminde bulunulacaktır. İlk kısımda ana hatlarıyla Türkiye işçi sınıfının birbiriyle ilişkili ve birbirini besleyen en temel dört sorunu üzerinden genel görünüm özetlenmiştir. Yazının ikinci kısmında, Türkiye işçi sınıfının krizlere yönelik tavrını, içinde bulunulan döneme yönelik olası beklentilerini ve toplumun büyük çoğunluğu ile oluşturulacak olası senaryolara değinilmiştir.

Türkiye İşçi Sınıfının Genel Görünümü

Türkiye işçi sınıfı nicel ve nitel olarak her geçen gün büyümektedir. Türkiye’de 1943 yılında 275 bin olan kayıtlı işçi sayısı, 1960 yılında 824 bine, 1980 yılında 2 milyon 204 bine, 1999 yılında 4 milyon 381 bine, 2009 yılında 8 milyon 922 bine ve 2021 yılına (Temmuz ayı) gelindiğinde ise 16 milyona (4a’lı) yükselmiştir [1] (Makal, 2002: 276; Makal, 1999: 307; Millioğlu, 2007: 56; SGK 2021a; SGK, 2021b). Türkiye işçi sınıfı nicel olarak büyümesinin yanında dört temel başlıkla özetlenebilecek sorunlarla yaşamının her anında karşılaşmaktadır. Bunlar kısaca şu şekilde özetlenebilir:

İlki, Türkiye işçi sınıfı her geçen gün yoksullaşmaktadır. Toplumdaki gelir dağılımının, toplumsal sınıflar arasındaki güç ilişkilerine ve bu güç ilişkileri doğrultusunda şekillenen sınıf mücadelesinin sonuçlarına bağlı olarak belirlendiği ve başta grev olmak üzere çeşitli mücadele araçlarının da bu sürece aracılık ettiği bilinmektedir. (Hyman, 1989: 92). Türkiye’de 1980 sonrası uygulanan politikaların işçi sınıfını ekonomik, toplumsal ve siyasal alanda güçsüzleştirme, atomize etme ve sendikasızlaştırma üzerine kurumsallaşması, reel ücretlerin gerilemesinde ve gelir dağılımının bozulmasında başlıca etkeni oluşturmaktadır.

2018 yılından itibaren Türkiye’de yaşanan ekonomik kriz sürecinde enflasyonu oranlarının hızla arttığı, reel ücretlerin ise hızlı bir gerileyiş içerisinde olduğu bilinen bir gerçektir. Nitekim, TÜİK’e göre 2021 yılı Kasım ayı yıllık enflasyon oranı yüzde 21,31 iken; bağımsız bilim insanlarının oluşturduğu Enflasyon Araştırma Grubuna göre aynı dönem için en az yüzde 58,65 seviyesindedir (ENAG, 2021). Bu doğrultuda, kamuda (işçi yüzde 12+5; memur yüzde 5+5) ve özel sektör çalışanlarına yönelik TÜİK’in belirlediği enflasyon oranında veya altında zam yapılmasının yoksulluğu daha da derinleştireceğini söylemek mümkündür. Böylece toplumdaki gelir grupları arasında adaletsizlik daha da artacaktır. Türkiye’de artan gelir adaletsizliğinin TÜİK Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması’nın sonuçlarında da sürmek mümkündür. TÜİK verilerine göre, 2020 yılında “en yüksek gelir” grubunun toplam gelirden aldığı pay yüzde 47,5 düzeyinde olurken, geri kalan (en düşük-düşük-orta-üst) dört grubun payı ise yüzde 52,5’dir (TÜİK, 2021). Bu oranlar 2014 yılında sırasıyla yüzde 44,5 ile yüzde 55,5 düzeyinde tespit edilmişti.

İkinci olarak, Türkiye işçi sınıfı işgücü piyasasında güvencesizliğinin (iş, istihdam, gelir, temsil ve sosyal koruma) tüm biçimlerini derin bir şekilde tecrübe etmektedir. İşçi sınıfının üyelerinin hayatlarını kaybetmelerine neden olan iş cinayetleri her geçen gün artmaktadır. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi tarafından tutulan iş cinayetleri raporuna göre 2018 yılında 1923, 2019 yılında 1736, 2020 yılında 2427 ve sadece 2021 yılı Ekim ayında 165 işçi iş cinayetinde yaşamını yitirmiştir (İSİG, 2021). Son 20 yılda ise en az 28 bin 380 işçinin hayatını kaybettiği tespit edilmiştir (İSİG, 2021a). Özetle, Türkiye’de her gün ortalama 5 ile 7 arasında işçi iş cinayetlerinde hayatını kaybetmektedir. Madenlerde, inşaatlarda, tarımsal işlere gidiş veya dönüş yollarında ve sayamadığımız işyerlerinde iş cinayetlerinin yaşandığı ve bu durumun denetimlerle önlenebilir olduğu bilinmesine karşılık denetimlerin uygulanmadığı bir süreç göz göre göre yaşanmaktadır.

Üçüncü olarak, Türkiye işçi sınıfının tamamına yakını ekonomik olarak borçludur. Bu durum Tekin Bingöl tarafından hazırlanan “Türkiye’nin Borç Karnesi” raporunda da tespit edilmiştir. Rapora göre, Türkiye toplumunun bankalara ve finansman şirketlerine 872 milyar TL borcu bulunmaktadır. Borcun 718,6 milyar lirasını tüketici kredileri (konut, otomobil), 153,5 milyar lirası ise kredi kartlarına olan borçlar oluşmaktadır (Sol, 2021).

Son olarak, Türkiye işçi sınıfı anayasal hakkı olan sendikalaşma ve grev hakkını özgürce kullanamamaktadır. Türkiye’de 2013-2019 yılları arasında 39 bin 487 işçi grev hakkı kullanabilirken (ÇSGB, 2021a) yine aynı yıllar arasında 177 bin işçinin grev hakkı, erteleme adı altında yasaklanarak ortadan kaldırılmıştır. Türkiye’de toplu iş sözleşmesi yapmaya yetkili sendikanın belirlenmesinde uygulanan yetki sisteminin ve genel anlamda toplu pazarlık sürecinin sendikasızlaştırmanın diğer bir aracı olarak kurumsallaştırılması sorunun diğer bir boyutunu oluşturmaktadır. Özellikle, sendikaya üye oldukları için işten atılan işçi sayısının her geçen gün arttığı (hatta sendikaya üye yaptığı için sendika temsilcisinin işsiz kaldığı) 6356 Sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununda yer alan işkolu değişikliği ve yetki itirazı gibi yasal süreçlerin suiistimal edilerek anayasal hak olan sendikalaşmanın engellendiği de bilinmektedir (Özveri, 2013).

Türkiye İşçi Sınıfının Ekonomik Krizlere Yanıtı

Türkiye işçi sınıfı yukarıda ifade edildiği gibi nicel ve nitel olarak her geçen gün genişlemektedir. Özellikle 1980 sonrası dönem Türkiye işçi sınıfı tarihinde en kapsamlı mülksüzleşmenin ve en hızlı işçileşmenin yaşandığı yıllar olarak ifade edebilir (Koç, 2003: 92). Türkiye işçi sınıfının sayısal olarak genişlemesi ortaya çıkan ekonomik krizlere yönelik tavrını da keskinleştirmiş ve süreç mevcut siyasal iktidarları sarsacak şekilde gerçekleşmiştir. Türkiye’de toplumun büyük çoğunluğu oluşturan kitlelerin hızla yoksullaşması mevcut siyasal iktidarların ömrünü azalttı ve zaman içinde diğer aktörlere yönelim göstererek mevcut iktidarları sona erdirdi. Bu durum, Türk lirasının reel kaybının dip yaptığı dönemler grafiğiyle veya Yalçın Küçük’ün “devalüasyon yasası” ile de açıklanabilir. Son kırk yıllık süreçte 1988, 1994 ve 2001 krizleri bunun en açık örnekleridir. İşçi sınıfının yoksullaştırma politikalarına karşı gerçekleştiği tavrın bu dönemde de aynı şekilde ortaya çıkması muhtemeldir.

Türkiye’nin tarihte olduğu gibi bugününde de, yarınında da meydana gelen köklü değişimlerin ilk tuğlası işçi sınıfı tarafından koyulmuştur. İşçi sınıfının 1989’da “Çankaya’nın Şişmanı İşçi Düşmanı!” sloganı ile ANAP’ı, 1999 sonrası “Kurt, Kuş, Arı Kahrolsun IMF İktidarı” sloganları eşliğinde DSP-ANAP-MHP koalisyonu yıkması yakın tarihimizin en önemli örnekleridir. Bu doğrultuda, her buhran, siyasi bir yıkım getirir; her yıkım sonrası inşa edilecek yeni yapılara ihtiyaç duyulduğunu unutmamak gerekiyor. Yıkımın (Otokrasiden Demokrasiye geçişin) ilk hamlesi işçi sınıfından geleceği gibi, son parmak izi de her zaman onlara ait olacaktır. Tarihten farklı olarak bugünün Türkiye’sinde, işçi sınıfının karşısında bütün yetkiyi tek elde toplamış bir rejim ve bu rejimin başında da tanrısal bir gücün sahibi olan ve iktisat alanında eşi benzeri görülmemiş deneyler yapan bir şahıs bulunuyor.

Tek partili dönemde bile bütün güç tek partinin en tepesinde değil, güçler ayrılığı ilkesine göre dağıtılmıştı. Toplum bugün kendisi ile alakalı her alanda her türlü kararın tek bir ağızdan çıktığına o kadar alışmış durumdaki; futbol dünyasından tutun, para politikalarına kadar her türlü alanda en uzman kişiye karşı bir sıkılmışlık ve öfke birikimi söz konusudur. Sıkılmışlık farklı aktivitelerle giderilebilen bir kavram olsa da, “öfke” her zaman için ya öfkeyi taşıyana ya da öfkeye neden olanlara karşı zarar küpü olmaktan kaçınamaz. Toplum içinde biriken bu öfke son on yıldır adeta bir kartopu gibi yuvarlandı, büyüdü, ilerledi ve bir kardan adamın gövdesi için yeterli büyüklüğe ulaştığını söylemek ise mümkündür. Artık bu gövdeye bir kafa, birkaç da aksesuar gereklidir. Kartopunun büyümesinde öncü birlik olan işçi sınıfı, bir kafa tasarımı için muhalefete, muhalefet de toplumsal desteğe ihtiyaç duyar. Toplumsal desteğin had safhada olduğu bir ortamda, kardan adamın gövdesine bir baş yerleştirme işlemi ne kadar aksarsa veya başarısız bir yol izlerse, bu öfke birikimi kardan adamın gövdesi için yuvarladığı kartopunu, fiziksel bir müdahale aracına çevirir. Değişim/yenileme arzularını muhalefetin eline bırakmaz, sokakta kendisi dile getirir. Nitekim 1989 bahar eylemlerinde ve 1998-2001 yılları arasındaki eylemlerde sendikaların, sivil toplum örgütlerinin ve siyasal partilerin etkin konumda olması toplumu yönlendirme ve bilinçlendirme konusunda etkili olmuştu. Ancak 20 yıllık süreçte bu yapıların dağıtılması 2021 yılında şiddetlenen yoksullaşma dalgasında tabandan hangi aktörün çıkacağını ve nasıl bir tepki göstereceği konusunda tahmin etmeyi zorlaştırıyor.

Türkiye’de son on yılda üst gelir grubunun milli gelirden aldığı payın sürekli genişlediği, orta ve alt gelir gruplarının ise sürekli yoksullaştığı bir tabloyla karşı karşıyayız. Özellikle, istihdamda yer alanların yarısından fazlasının asgari ücretle çalışıyor olması (DİSK, 2020: 26) ve ortalama (2020 yılı) net ücretin asgari ücrete çok yakın bir düzeyde (3342 TL) gerçekleşiyor olması (SGK, 2021; İşkur, 2021) asgari ücrete yapılacak artışı her yıl daha da önemli kılıyor. Dolar kurunun 17 seviyelerine yaklaştığı bir dönemde asgari ücretin 2825 TL’den 4250 TL’ye yükseltilmesi ile küçük ve geçici bir iyileştirmeler mevcut öfkeyi anlık bastırsa da, tamamen sona erdirmedi. Alt gelir grubunun toplumun ezici çoğunluğunu oluşturmasına karşı, servetin belirli ellerde toplanması Türkiye gibi tam gelişmemiş toplumlarda bir kırılmaya yol açar.

 Otokratik rejimlerin bu kırılma öncesi en etkili araçlarından ilki “din” kavramıdır. Hemen ardından da “fiziksel müdahale” seçeneği gelir. Mevcut siyasal iktidar son yirmi yıldır bu iki seçeneği o kadar dip seviyelere indirdi ki, artık toplum bu her iki araçsallığa karşı da bir bağışıklık, belki de sıkılmışlık gösterir oldu. Bilgi çağındaki bilinç de, tüm ücretlilere yapılan zamların birkaç ay içerisinde eriyeceğini çoktan öğrenmesine yol açtı. Çünkü hiper-enflasyon dönemiyle tanışan yarı Y ve Z kuşakları, durumun ciddiyetini kavradıkları gibi, ebeveynleri üzerinde de büyük bir etkiye sahipler! Bunlara ek olarak, iktidarın işçi sınıfı üzerinde dinsel ve milliyetçi argümanlarla sağladığı “rıza”  süreci de iflas etti. Türkiye’de son yıllarda ve özellikle üniversitelerin açılmasıyla belirginleşen konut kriziyle başlayan barınamıyoruz eylemleri, DİSK’in “Artık yeter! Geçinmek istiyoruz” sloganıyla düzenlediği 12 Aralık Kartal mitingi, Türk Tabipleri Birliği çağrısı ile 15 Aralık günü doktorların iş bırakması, her gün sokak röportajlarında daha çok öfke ağırlıklı konuşmalar, artık yeni bir stres ve öfke dolu zamana girdiğimizin en somut delilleridir. Bu da bir kartopudur ve iktidarın yönetme şekline göre veya muhalefetin muhalefet yapma şekline göre büyüyüp küçülecektir ama en sonunda istediğini alacaktır!

Ömer Ünal- Öğrenci & Baran Çiftçi– Emekçi

NOT

[1] Sosyal Güvenlik kapsamında 4/a kapsamında aktif sigortalılar, aylık veya gelir alanlar içinde sadece zorunlu sigortalılar kapsam dâhiline alınmıştır. 4a kapsamında çırak, yurt dışı topluluk, tarım (4/a-2925) stajyer ve kursiyerler ve 5510 sayılı Kanun’a göre Ek-5, Ek-6, Ek-9 10 günden az çalışan sigortalılar, CTE Bünyesinde çalıştırılan tutuklu ve hükümlüler, kamu idarelerinde iş akdi askıda olanlar kapsam dışında bırakılmıştır. Bununla birlikte kendi nam ve hesabına çalışanlar (4b) ve kamu personelleri (4c) de kapsam dışında bırakılmıştır.

Fotoğraf: Kazım Kızıl 29 Ekim 2019 Twitter gönderisi:
Erişim: https://twitter.com/kazimkizil/status/1189265461986430976

KAYNAKÇA

Birelma, A. (2021). Türkiye’de Sendikal Hareketin ve Hakların Yukarıdan Görünümü: Niteliksel Bir Araştırma. Çalışma ve Toplum Dergisi, 69 (3). 1839-1870.

Boratav, K. (2016). Türkiye İktisat Tarihi: 1908-2009, Ankara: İmge Kitabevi.

ÇSGB, (2021). https://www.csgb.gov.tr/media/83673/2021_temmuz.pdf (E.T.: 16.12. 2021).

ÇSGB, (2021a). https://www.csgb.gov.tr/media/31747/grev_lokavt.pdf (E.T.: 16.12. 2021).

Diken, (2021). Türk-İş ‘yüz güldürecek’ asgari ücret istedi. https://www.diken.com.tr/turk-is-yuz-guldurecek-asgari-ucret-istedi/ (Erişim Tarihi: 17.12. 2021).

ENAG, (2021). Ekim/2021 Dönemi Ekonomik Analiz Raporu. https://enagrup.org/bulten/202110hb.pdf?v1 (Erişim Tarihi: 17.12. 2021).

Hyman, R. (1989) Strikes (Fourth edition), Macmillan, London.

İSİG, (2021). https://www.isigmeclisi.org/ (Erişim Tarihi: 17.12. 2021).

İSİG, (2021).  http://www.isigmeclisi.org/20698-akp-li-yillarda-en-az-28-bin-380-isci-hayatini-kaybetti (Erişim Tarihi: 15.12. 2021).

İşkur, (2021). https://media.iskur.gov.tr/47799/07_temmuz-2021-bulten.pdf(E.T:16.12. 2021).

Koç, Y. (2003). Türkiye İşçi Sınıfı ve Sendikacılık Hareketi, İstanbul: Kaynak Yayınları

Makal, A. (1999). Türkiye’de Tek Partili Dönemde Çalışma İlişkileri, 1920-1946. Ankara: İmge Kitabevi.

Makal, A. (2002). Türkiye’de Çok Partili Dönemde Çalışma İlişkileri: 1946-1963. Ankara: İmge Kitabevi.

Millioğulları, Ö. (2007). Türkiye’de 1960-1980 ve 1980-2005 Dönemlerinde Grev Hareketlerinin Karşılaştırılması. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Ankara Üniversitesi.

Özveri, M. (2013). Türkiye’de Toplu İş Sözleşmesi Yetki Sistemi ve Sendikasızlaştırma (1963-2009), Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Sosyal Politika Araştırma ve Uygulama Merkezi, Ankara: Legal Yayıncılık.

SGK, (2021). http://www.sgk.gov.tr/wps/portal/sgk/tr/kurumsal/istatistik/aylik_istatistik_bil gileri (Erişim Tarihi: 16. 12. 2021).

SGK, (2021a). http://www.sgk.gov.tr/wps/portal/sgk/tr/kurumsal/istatistik/aylik_istatistik_bil gileri, Temmuz 2009 verileri (Erişim Tarihi: 17.12. 2021).

SGK,(2021b). http://www.sgk.gov.tr/wps/portal/sgk/tr/kurumsal/istatistik/aylik_istatistik_bilg ileri, Temmuz 2021 verileri (Erişim Tarihi: 17.12. 2021).

Sol, (2021). https://haber.sol.org.tr/haber/halkin-borc-tablosu-7186-milyar-lira-tuketici-kredisi-1535-milyar-kredi-karti-borcu-var (Erişim Tarihi: 17.12. 2021).

TÜİK, (2021). Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması, 2020. https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Income-and-Living-Conditions-Survey-2020-37404 (Erişim Tarihi: 16.12. 2021).

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu