Emek, Dijitalleşme ve GelecekToplum ve Siyaset

Vampir Avcılığı 101: Dijital Manipülasyon, Jeopolitik ve Batı Şovenizmi

“Sen ezelden beri kanımızdan beslenen bir illetsin. Ama ebedi değilsin. Ve şunu unutma; hâlâ bir parazitten ibaretsin. Bir gün seni temizleyeceğiz. Bunu yapan ben olmayacağım ve bu hemen olmayacak. Ama er ya da geç bu olacak. Ve sen ölürken, başka bir yüzde, başka gözlerde, bir anlığına beni göreceksin.” – Abraham Setrakian 

Ben, Yepis Van Helsing, hayatımı Strigoi adındaki bu karanlık yaratığın izini sürmeye adadım. Şimdi yaşlı ve fazla vakti kalmamış bir vampir avcısı olarak elinizdeki bu el yazmalarını kaleme alıyorum.

Vampir, Strigoi, Nosferatu, Impundulu, adına ne derseniz deyin. Ancak onu salt hikayelerde ve söylencelerde yaşayan, hayali bir varlık sanmayın. Strigoi, tarih boyunca farklı maskeler ve yüzlerle insanlığın karşısına çıktı. O, korkunun gölgesi, manipülasyonun efendisidir. Her dönemde, her toplumda var olmuştur. Zihnimizde yaşar ve gerçektir. Bu el yazmaları, onun maskesini indirmenin ve gölgesini tanımanın bir rehberi olacak. Ama en baştan başlamamız gerek.

1- Kutsuz Doğum: Strigoi’nin Kökeni

Asur İmparatorluğu: Korkunun İmparatorluğu

Nasıl ki HPV (Herpes) virüsü vücuda yerleşip bağışıklığın düştüğü anlarda saldırıyorsa, strigoi de toplumların uçuk virüsü gibi bir patojendir. Enfeksiyonun ilk izlerine Asur İmparatorluğu’nun kanlı saraylarında rastladım. Bu krallık Strigoi’nin artık kendi avcumun içinden iyi tanıdığım etkisi altındaydı. 

Kitlesel katliamlar, düşman şehirlerin yerle bir edilmesi ve saray duvarlarını işkence resimleri ile kaplamaya varan, propagandaya dayalı korku stratejileri, Strigoi’nin dehümanizasyon mekanizmalarının ilkel ama etkili örnekleriydi. Bu tasvirlerde, işkence gören düşmanların sahneleri yer alıyordu; bu sahneler yalnızca dış tehditlere değil, içerideki halkın gözlerine de hitap ediyordu: “Kork, boyun eğ ve itaat et.” Asur’un karanlık saraylarında, Strigoi’nin ilk gerçek şekline büründüğünü gördüm.

İlgilenenler İçin:

Postgate, J. N. (2003). The First Empires: Power and Propaganda in the Assyrian Empire. (Asur İmparatorluğu’nda güç ve propagandanın rolü)

Roma İmparatorluğu: Ekmek, Eğlence ve Kan

Roma, Strigoi’nin ölümü geniş, avam kitlelere satmaya başladığı yer oldu. Gladyatör dövüşleri ve arenalar, yalnızca bir eğlence değil, halkı uyutmanın etkili bir yoluydu. “Panem et circenses” – ekmek ve eğlence – politikasıyla, halkın dikkati başka yöne çevrildi. Plebler, kan ve ölüm karşısında coşkuyla bağırıyor, onların bu coşkuya sarılmış uysallığı için arenanın kumları kızıla boyanıyordu. 

İlgilenenler İçin:

Wiedemann, T. (1992). Emperors and Gladiators. (Roma’da gladyatör oyunlarının politik ve toplumsal etkileri)

Paris Komünü (1871): Strigoi’nin Modern Propagandayı İnşa Etmesi

Kapitalist sınıfın kontrolündeki medya, Paris Komünü‘nü bir yönetim deneyimi olarak değil, “barbarlığın” somut örneği olarak sundu. Le Figaro, Komün liderlerini “anarşist haydutlar” olarak betimlerken, Komün’ün kendisini “uygar dünyaya” karşı bir tehdit olarak damgaladı. Strigoi burada 20.000 kişinin kanını içti ve modern propaganda sisteminin temellerini attı; bugün hâlâ Terör Dönemi kadar anılmaz.

İlgilenenler İçin:

Gullickson, G. L. (1996). Unruly Women of Paris: Images of the Commune. (Paris Komünü ve medya manipülasyonu üzerine)

Lebensraum: Korkunun İdeolojik Araçsallaştırılması

Nazi Almanyası’nın Lebensraum politikalarında bu kan emicinin gaddar sırıtışı endüstriyel ölçekte karşımıza çıktığından beri, bizi soğuk parmakları ile sıkıca kavradı. Bu politikanın arkasındaki asıl zihniyet, yalnızca coğrafi genişleme hedeflerini değil, aynı zamanda milyonlarca insanın dehümanize edilmesini ve yok edilmesini içeren korku odaklı bir stratejinin fitilini yakmıştır.

Holokost’un öne çıkarıldığı Batı tarih yazımında, Lebensraum’un kurbanları olan 27 milyon Sovyet vatandaşı sistematik olarak unutulmuş veya görmezden gelinmiştir. Batı, bu seçici hafıza politikası ile kendi barbarlığını gölgede bırakmayı başarmış, aynı zamanda korkunun bir hegemonya aracı olarak kullanımını devam ettirmiştir. Strigoi, yalnızca geçmişte değil, bugünün dünyasında da korkuyu manipüle ederek bu politikaları (vampirin hipnozu olmasa çok namuslu olacak) bürokratlara ilham etmekte ve  bir gölge varlık olarak varlığını sürdürmektedir. Lebensraum’un hem tarihsel hem de güncel tezahürleri, Strigoi’nin korku politikasının temel dayanaklarından biridir.

İlgilenenler İçin:

Snyder, T. (2010). Bloodlands: Europe Between Hitler and Stalin. (Hitler ve Stalin arasındaki Avrupa’nın trajik tarihi üzerine)

Evans, R. J. (2008). The Third Reich at War. (Nazi Almanyası’nın savaş dönemi politikaları ve uygulamaları)

2- Kültürel Enfeksiyon: Medya ve Popüler Kültür

Bu kurnaz avcının iştahı zamanın başından beri değişmez ve sonsuzdur. Ancak kendisi statik değildir. Toplumsal değişimlere toplumların kendisinden bile daha iyi adapte olmuştur. Bugün Asurlulardan öğrendiği dehümanizasyonu, Romalılardan öğrendiği gibi kitlelere satarak ve bunu Nazilerden öğrendiği ölçeklere taşıyarak, bir vampir için görülmedik gürbüzlük seviyelerine ulaşmıştır. 

Medya: Görünmez Bir Silah

Strigoi’nin en güçlü silahlarından biri medya. Modern dünyada artık gölgelerde saklanmasına gerek yok; o şimdi ekranlarda, manşetlerde ve popüler kültürün her köşesinde. Medya, Strigoi’nin korkuyu ve manipülasyonu kitlesel hale getirdiği bir alan. Bu alan, sadece korku yaratmakla kalmıyor, aynı zamanda bir yanılsama inşa ediyor. Kahramanlar ve düşmanlar yaratarak, toplumları bölüyor.

McCarthy Dönemi ve Kültürel Baskı: Strigoi’nin Amerikan Toplumunu Zehirlemesi

1950’lerde Amerika’da Joseph McCarthy’nin öncülük ettiği cadı avı, Strigoi’nin korku ve paranoyayı nasıl araçsallaştırdığının bir diğer örneğiydi. Komünist sempatizanları hedef alan bu süreçte, birçok sanatçı, yazar ve akademisyen kara listeye alındı. Hollywood’da stüdyo yöneticileri, komünistlerle ilişkilendirilen yüzlerce oyuncu ve senaristin kariyerini bitirdi. Strigoi, burada özgür düşünceyi ve ifade özgürlüğünü boğarak, toplumu korku ve güvensizlik içinde yaşamaya mahkûm etti.

İlgilenenler İçin:

Schrecker, E. (1998). *Many Are the Crimes: McCarthyism in America*. (McCarthy dönemi ve toplumsal etkileri üzerine)

Rambo ve Kahraman İmgesi

Rambo: First Blood Part II filmi, bu manipülasyonun en bariz örneklerinden biridir. Filmde Afgan mücahitler, Sovyet işgaline karşı özgürlük için savaşan kahramanlar olarak gösterilir. Halk kahramanı Rambo, bu anlatının merkezinde yer alır. Ancak aynı Afgan coğrafyası, yıllar sonra Call of Duty gibi video oyunlarında veya Homeland gibi dizilerde terör yuvası olarak temsil edilecektir. Strigoi burada maskesini değiştirir: Bir gün kahraman ilan ettiği kişileri, ertesi gün şeytanlaştırır. “Her şey zahiri ve her yol mübah”tır.

İlgilenenler İçin:

Said, E. (1978). Orientalism. (Batı’nın “Doğu”yu nasıl kurguladığı ve ötekileştirdiği üzerine)

Call of Duty: Modern Warfare ve Dijital Propaganda

Call of Duty: Modern Warfare 3 ise Körfez Savaşı ve Irak işgaline dayalı temalarıyla bu propagandanın dijital uzantısını oluşturur. Oyuncu, özgürlük savaşçısı kılığına girmiş bir Amerikan askeri olarak, Ortadoğu’daki düşmanları yok etmekle görevlidir. Bu oyunlarda düşman genellikle Ortadoğu kökenlidir; kültürleri bir tehdit, yüzleri bir hedef olarak sunulur. Oyunun tasarımında kullanılan mekanikler, Körfez Savaşı ve Irak’taki askeri müdahaleleri haklı çıkarmak için kurgulanmış gibidir. 

Bu oyunlar yalnızca eğlence değildir; “Nico 100 farklı şekilde Arap öldürüyor” başlıklı Call of Duty videoları, nihayetinde çoluk çocuk tarafından yapılır. Ancak Kuzey Kore denince “uuu totaliterlik” tepkisi veren bizler, bunu normal görürüz. Vampirin şatosunun derinlerine çekildikçe, daha da kayboluruz.

İlgilenenler İçin:

Leonard, D. (2004). “Unsettling the Military Entertainment Complex: Video Games and a Pedagogy of Peace.” (Video oyunlarının militarizm ve vatandaşlık algısı üzerindeki etkileri)

Dijital Labirent: Orwell’in Gözü, Huxley’in Ağı

Orwell ve Huxley’in hayal ettiği distopyalar, dijital dünyanın Strigoi tarafından inşa edilen labirentinde bir araya gelir. Huxley, bireylerin konfor ve bağımlılık aracılığıyla manipüle edildiği bir dünya tasvir ederken; Orwell, korku ve gözetimle bireylerin baskılandığı bir düzen öngörür. Ancak Strigoi’nin ayırt edici özelliği, herhangi bir ahlaki ya da ideolojik tercihle hareket etmemesidir. Salt pragmatizmi ve sınırsız iştahı, her iki yaklaşımı bir araya getirir. Ortaya çıkan bu hibrit yapı, Frankenstein’ın bir canavarı gibi heterojen, dengesiz ve kontrolsüz bir biçimde büyür.

Bu sistem, bireylerin kendisine gönüllü katıldıkları yanılsamasını yaratmak üzere tasarlanmıştır. Ancak bu katılım, seçeneklerin yokluğundan kaynaklanır. Google Haritalar gibi bir uygulama, yalnızca en kısa rotayı belirlemekle kalmaz; aynı zamanda kullanıcıların günlük hareketlerini kaydederek onları birer tahmin edilebilir veri kaynağı haline getirir. Dijital gözetim, bireylerin mahremiyet sınırlarını sürekli daraltan ve onları fark ettirmeden şekillendiren görünmez bir ağdır.

Huxley’in Görünmez Kafesleri: Modern Dünya ve Dikkat Ekonomisi

Huxley’in Cesur Yeni Dünyasında Soma, bireylerin mutsuzluk ve rahatsızlık hislerini bastıran bir uyuşturucudur. Bu kimyasal, bireylerin gerçeklikle yüzleşmesini engeller ve onları sistemin gönüllü köleleri haline getirir. Modern dünyada ise Soma’nın karşılığı, bireylerin dikkatini çekip onları tüketiciye dönüştüren dikkat ekonomisidir.

Bu sistem, bireylerin zamanını ve enerjisini sömürmekle kalmaz; onların kararlarını ve tercihlerini de manipüle eder. Dijital dünyada algoritmalar, bireyleri içerikte tutmak için tasarlanmıştır. YouTube Premium gibi platformlar, reklamsız izleme deneyimi ve sınırsız içerik vaadiyle bireyleri kendine bağlar. Ancak bu kolaylık, fiziksel dünyadaki erişilmez alternatiflerle birleştiğinde bir zorunluluk halini alır.

Kayak yapmak gibi bir etkinlik, çoğu insan için ekipman maliyeti, ulaşım zorluğu ve zaman gereksinimi nedeniyle erişilemezdir. Buna karşılık, birkaç tıklamayla erişilen dijital içerikler, bu boşluğu doldurur. Ancak bu durum, bireylerin gerçek dünyadaki deneyimlerden koparılıp manipülatif bir düzenin parçası haline gelmesine yol açar. Dikkat ekonomisi, bireyleri birer tüketiciye indirgerken, algılarını ve yaşam alışkanlıklarını da sistemin ihtiyaçlarına göre şekillendirir.

Bu düzen, yalnızca bireylerin dikkatini sömürmekle kalmaz; onları manipüle ederek daha uç noktalara da iter. Örneğin, Alt-Right Pipeline fenomeni, bu manipülasyonun çarpıcı bir örneğidir. Algoritmalar, bireylerin uygulamada geçirdiği zamanı maksimize etmek için onların mevcut önyargılarını besler ve bu önyargıları gittikçe radikalleştirir. Başlangıçta basit bir eleştirel içerikle karşılaşan kullanıcılar, zamanla daha aşırı ve radikal ideolojilere yönlendirilir. Bu süreç, bireylerin yalnızca ideolojik açıdan dönüşüm geçirmesine değil, aynı zamanda toplumsal kutuplaşmanın derinleşmesine yol açar. Kapitalist sistemin yapısal dinamikleri, dikkat ekonomisini yalnızca bir sömürü mekanizması olarak değil; aynı zamanda ideolojik şekillendirme aracı olarak işlevselleştirir.

İlgilenenler İçin:

O’Neil, C. (2016). Weapons of Math Destruction: How Big Data Increases Inequality and Threatens Democracy. (Algoritmaların toplumsal eşitsizlik üzerindeki etkileri üzerine).

Pariser, E. (2011). The Filter Bubble: How the New Personalized Web Is Changing What We Read and How We Think. (Algoritmaların kişisel tercihleri manipüle etme yolları üzerine).

Lewis, R. (2018). Alternative Influence: Broadcasting the Reactionary Right on YouTube. (Alt-Right Pipeline fenomeni ve dijital radikalleşme üzerine).

Geleneksel Medyadan Dikkat Ekonomisine: Yüksek Duvarlar ve Dar Kapılar

Dehşetli vampir Kissinger’ı kazıktan geçiren Chomsky namlı avcı, kitlesel medyanın yapısal olarak reklam odaklı tasarımı nedeniyle derin analizlere ve karmaşık fikirlere yer bırakmadığını vurgulamıştır. Chomsky’ye göre, medya kuruluşları büyük ölçüde reklam gelirleriyle ayakta kalmaktadır ve bu durum, medyanın içerik seçimlerini ve sunum biçimlerini etkilemektedir. Reklam verenler, medyanın bir anlamda ruhsat verenleri konumundadır; çünkü medya, reklam gelirleriyle büyük oranda ayakta kalmaktadır.  Bu yapı, medyanın karmaşık ve eleştirel analizlere yer vermesini zorlaştırmakta, daha yüzeysel ve duygusal tepkiler uyandıran içeriklerin öne çıkmasına neden olmaktadır.

Geleneksel medyada bir fikri ifade etmek, iki reklam arasında birkaç dakikaya sıkışır. Sol fikirler gibi zaten önyargı ile karşılanma olasılığı yüksek argümanlar için bu alan son derece sınırlıdır. Sağcı propaganda ise bu yapısal avantaja dayanarak önyargılarla desteklenen basit ve duygusal mesajlar sunar. Ancak dijital dünya ve dikkat ekonomisi, bu problemi çok daha ileri bir noktaya taşır.

Algoritmalar, kullanıcıların dikkatini maksimize etmek için tasarlanmıştır ve bu süreçte:

• Duygusal tepki üretmeye odaklanır: Öfke, korku ve ajitasyon, en çok etkileşim sağlayan içeriklerdir.

• Sofistike fikirleri gölgede bırakır: Karmaşık ve eleştirel analizler, algoritmaların hızlı ve kolay sindirilebilir içerik tercihleri nedeniyle görünmez hale gelir.

Strigoi, bu yapıyı kullanarak yalnızca hızlı yayılan mesajlar oluşturmaz, aynı zamanda muhalif fikirlerin önünü keser. İnternet, geleneksel medya ile kıyaslandığında:

1. Duygusal yanıt üretmeyi zorunlu kılar: Bir içeriğin etkili olabilmesi için duygusal bir bağ yaratması gerekir.

2. Önyargıları yıkmayı zorlaştırır: Karşı tarafın Strigoi’nin önceden yerleştirdiği önyargılarıyla cebelleşirken hem bilgilendirici hem de ikna edici olmanız gerekir.

3. Süper bir anlatı gerektirir: Bir yalanı çürütmek veya doğruyu anlatmak için yalnızca karmaşık bilgi değil, aynı zamanda duygusal angajman ve görsel destek sunmanız gerekir.

Bu süreç, her biri kendi başına çaba gerektiren üç aşamalı bir strateji anlamına gelir. Dijital dünya ise, bu süreci hızla ilerletmek yerine sürekli sabote eder.

Yalan, yalnızca basit ve çarpıcı olmakla kalmaz, aynı zamanda insanın mevcut inançlarını ve duygusal ön yargılarını güçlendirir. Strigoi’nin dijital dünyadaki yalanları:

• Kendi kitlesine güvenli bir algı ve öfke üzerinden bağlılık yaratır.

• Karşı tarafı sürekli savunmada bırakır, çünkü doğrular karmaşıklık ve zaman ister.

Orwell’in Gözü: Dijital Baskının Yeni Yüzü

Orwell’in distopyasında baskı, bireylerin açıkça izlenmesi ve kontrol altında tutulması üzerine kuruludur. Dijital dünyada ise bu baskı, çok katmanlıdır. Devlet ve istihbarat gibi daha kör gözüne Orwell’im örneklere geçmeden, bireyleri görünürde özgür bırakırken, aslında onların hareket alanını daraltan bir sistem olan glutensiz versiyonuna bakarak başlayalım.

LinkedIn, bu baskının günümüzdeki bir karşılığıdır. Profesyonel bağlantılar kurmak ve iş fırsatlarını değerlendirmek için kullanılan bu platform, bireylerin kariyer varlıklarını sürdürmesi için neredeyse bir zorunluluk haline gelmiştir. Bu sisteme katılmamak, iş dünyasında görünürlüğü kaybetmek anlamına gelir. Bireylerin kariyerlerini sürdürebilmek için bu platformu kullanmaya mecbur bırakılması, onları sadece bir kullanıcı değil; aynı zamanda sistemin sürekli veri sağlayıcısı yapar.

Benzer bir mekanizma, Turnitin gibi akademik araçlarda da işler. Bu sistemler, intihal kontrolü amacıyla kullanılıyor gibi görünse de, bireylerin akademik çalışmalarını ticari bir veri havuzuna dönüştürür. Öğrenciler ve akademisyenler, çalışmalarını bu platformlara yüklemek zorunda bırakılır. Ancak alternatif bir çözüm olmaması, bu katılımı “gönüllü” bir rıza gibi gösterir. Bu süreçte bireyler, mahremiyetlerinden ödün vermekle akademik çalışmalarını gerçekleştirmek arasında bir seçim yapmak zorunda kalır.

İlgilenenler İçin:

Huxley, Aldous. Brave New World. (Manipülasyon ve toplumsal yapı üzerine).

Orwell, George. 1984. (Gözetim ve baskıcı sistemler üzerine).

Zuboff, Shoshana. The Age of Surveillance Capitalism. (Dijital gözetim kapitalizminin işleyişi üzerine).

Lyon, David. The Culture of Surveillance: Watching as a Way of Life. (Gözetim kültürünün birey üzerindeki etkileri).

14 Eyes, PRISM ve Tor: Orwell Vitesini Yükseltiyoruz

Anonimlik, dijital dünyada bir kurtuluş vaadi gibi sunulsa da, çoğu zaman “biraz placebo biraz hüsnüzan” olmaktan öteye geçemez. Tor ağı veya VPN gibi araçlar, kullanıcıların kimliklerini gizlediğini iddia eder. Ancak bu ağların giriş ve çıkış düğümlerini izleyen 14 Eyes ittifakı gibi mekanizmalar, bu araçların iddialarını tartışmalı hale getirir.

14 Eyes, ABD, İngiltere ve Kanada gibi ülkelerin istihbarat iş birliği ağıdır. Tor’un giriş ve çıkış noktalarını analiz ederek trafiği izleyebilir ve anonimliği kırabilir. Ancak anonimlik tamamen ulaşılamaz bir hedef de değildir. Örneğin, AWS üzerinde self-hosted bir OpenVPN kurup, dinamik IP adresleriyle private key rotasyonu yapmak, takip edilme ihtimalini ciddi şekilde azaltabilir. Bu tür teknik çözümler yüksek bilgi gerektirir ve her zaman tam bir garanti sağlamasa da, bireylere önemli bir avantaj sunar.

Yakın zamanda Almanya’da Tor’un çıkış düğümleri üzerinden çözülen trafikleri nedeniyle bir grubun yakalanması, bu tür araçların sandığımız kadar güvenli olmadığını ortaya koyuyor. Dünyadaki Tor düğümlerinin %70’inden fazlası ABD ve Almanya’da. Bu bilgi ve bu olay, yakın zamanda internette anonimlik ile ilgilenen gruplar arasında büyük bir panik yarattı. Eğer gerçekten profesyonel seviyede kavrayışınız olan bir konu değilse, anonimlik arayışı, geniş gözetim ağlarının karşısında çoğu zaman zayıf kalıyor.

İlgilenenler İçin:

Greenwald, G. (2014). No Place to Hide: Edward Snowden, the NSA, and the U.S. Surveillance State. (NSA ve küresel gözetim üzerine)

Pegasus: Yok artık 1985!

Pegasus, İsrailli NSO Group tarafından geliştirilen ve akıllı telefonlara sızarak bireylerin tüm kişisel verilerine erişim sağlayan bir casus yazılımdır. Mesajlar, kamera görüntüleri, hatta mikrofon kaydı bile bu sistemin radarındadır.

2021’de Pegasus’un dünya çapında 50.000’den fazla kişinin telefonunda kullanıldığı ortaya çıktı. Bu kişiler arasında gazeteciler, aktivistler ve insan hakları savunucuları vardı. Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın Pegasus ile izlendiği ve daha sonra öldürüldüğü bilgisi, bu olayın ABD’ye jeopolitik hakimiyet kaybıyla ilgili bir travma yaşatması sayesinde ana akım medyanın gündemine girdi de; Pegasus da hasbelkader bizim kulağımıza gelmiş oldu.

Pegasus, yalnızca bireylerin dijital mahremiyetini değil; fiziksel güvenliklerini de tehdit eden bir araçtır. Mahremiyetin kırılgan olduğu bir dünyada, “Ya Truman Show’daysam” paranoyası artık hepimiz için az çok haklı..

İlgilenenler İçin:

Amnesty International ve Citizen Lab. (2021). Pegasus Casus Yazılımı Raporu. (Pegasus’un dünya çapındaki etkileri üzerine)

Lavender ve Where’s Daddy?: Orwell Aradı “Biraz Yavaş” Diyor

İsrail’in Gazze’de kullandığı “Lavender” ve “Where’s Daddy?” sistemleri, dijital gözetimin ulaştığı ürkütücü noktayı gösteriyor. Lavender, geniş veri tabanlarını analiz ederek potansiyel hedefleri belirlerken, Where’s Daddy? bu hedeflerin konumlarını izleyerek operasyon anını belirler.

2021 yılında bu sistemlerin 37.000 hedefin tespit edilmesinde kullanıldığı ortaya çıktı. Bu sistemler, yalnızca askeri alanlarda değil; sivil yaşam alanlarında da geniş bir gözetim ağının çalıştığını gösteriyor. Dijital gözetim teknolojileri, bireylerin yalnızca mahremiyetini değil; fiziksel güvenliklerini de tehdit eder hale gelmiştir.

İlgilenenler İçin:

Al Jazeera. (2024). AI-assisted genocide: Israel reportedly used database for Gaza kill lists. (AI destekli hedef listeleri üzerine)

Çöküş Noktaları: Sistemik Kırılganlıklar

Dijital dünyanın altyapısı, dev teknoloji şirketlerinin kontrolündedir. AWS veya Google Cloud gibi sistemlerin herhangi birinde yaşanacak bir kesinti, küresel ölçekte bir krize yol açabilir. 2021’de AWS’nin birkaç saatlik kesintisi, Netflix ve Amazon gibi büyük platformların hizmetlerini durdurdu.

Bu kırılgan yapı, bireyleri daha bağımlı hale getirirken, sistemin tek bir hata noktasında çökebilme riskini artırır. Görünürde sınırsız bir özgürlük sunan bu dijital ağlar, aslında bireyleri merkezi bir kontrole mahkûm eder.

İlgilenenler İçin:

Snowden, E. (2019). Permanent Record. (Dijital altyapının kırılganlığı üzerine)

Meşruiyetin Sınırı

Sistem kendini meşru bir düzenin koruyucusu olarak sunar; kurallar, yasalar ve normlar çerçevesinde hareket ettiğini iddia eder. Ancak, varoluşsal bir tehdit algıladığında, meşruiyet iddiasını terk eder ve yalnızca kendi çıkarlarını korumak için hareket eder.

Chelsea Manning, ABD ordusunun Irak ve Afganistan’da işlediği savaş suçlarını ifşa etti. Bunun sonucunda uzun süre tecritte tutuldu ve hem fiziksel hem de psikolojik işkenceye maruz kaldı.

Edward Snowden, PRISM ve XKeyscore gibi küresel gözetim projelerini ortaya çıkardı. Bu ifşalar, bireylerin özel hayatlarına yönelik izleme faaliyetlerini tüm çıplaklığıyla açığa çıkardı. Snowden, ifşalarının ardından yaşamının geri kalanını sürgünde geçirmek zorunda bırakıldı.

Julian Assange, diplomatik yazışmaları ve devlet sırlarını yayımlayarak sistemin arka plandaki işleyişini ifşa etti. Bunun sonucunda yıllarca tecritte tutuldu, fiziksel olarak yıpratıldı ve itibarsızlaştırılmaya çalışıldı.

Bu hikâyeler yalnızca bildiklerimiz. Sistemin meşruiyet maskesi düştüğünde, geriye yalnızca kontrolü sürdürmek için uygulanan korku ve ihanet kalır. Bilmediklerimiz ise karanlıkta kalmaya devam ediyor.

İlgilenenler İçin:

Julian Assange: The Unauthorised Autobiography (Assange’ın kendi hikayesini anlattığı otobiyografi)

The Trial of Julian Assange: A Story of Persecution – Nils Melzer (Assange’ın davasını ve sistemin baskı mekanizmalarını ele alan bir çalışma)

3- Strigoi’nin Korku Döngüsü: Öteki, Ekonomi ve Kan Üzerinden Rıza Üretimi

Akademik Temsiliyet ve Bilginin Sömürüsü

Akademik dünya, Strigoi’nin hegemonya stratejilerinin açık bir uygulama alanıdır. Black Book of Communism gibi eserler, içerdiği yanlışlara rağmen komünizmi olumsuz bir şekilde tasvir ettiği için batının entelektüel prestij mekanizmaları ile zorla yüceltilmiştir.

Bu süreçte, Aleksandr Soljenitsin gibi şarlatanlar ödüllerle ve akademik prestijle yüceltilirken, sırf Ortadoğu kökenli olmak, birçok bilim insanı için herhangi bir akademik derginin yayın kuruluna girmenin hayalini bile imkânsız hale getirir.

Nature ve Scientometrics gibi dergilerde yayımlanan araştırmalar, Müslüman ve Arap bilim insanlarının küresel akademik dergilerin editoryal kurullarında temsilinin sıfıra yakın olduğunu gösterir. Mamafih, yazarların arasında ise %13,16 gibi sağlıklı bir temsilleri vardır. Bu insanların bu konumlara yükselmeleri ancak Koch ve Mercer tarafından fonlanan aşırı sağcı think tank kuruluşları ile, ve kendi halklarına saldırılmasının rızasını üretmeleri şartıyla mümkündür. Ayaan Hirsi Ali, Maajid Nawaz, Masih Alinejad, Ali Sina, Yeonmi Park, Noni Darwish, Wafa Sultan gibi örnekler çoğaltılabilir.

Bu durum, yalnızca İslamofobik ve oryantalist anlatıların güçlenmesine hizmet etmekle kalmaz, aynı zamanda Ortadoğu’nun entelektüel potansiyelinin sistematik bir şekilde sömürülmesi anlamına gelir. Bu akademisyenlerin Batı’daki düşük ücretli akademik işlerde ‘proleterleşmesi’, Strigoi’nin bu kan emme döngüsünün bir parçasıdır. Bilgiyi araçsallaştıran ve akademik hegemonyayı sürdüren bu süreç, yalnızca bireysel başarıların gasbı değil, aynı zamanda entelektüel adaletin yok edilmesidir.

İlgilenenler İçin:

Gramsci, A. (1971). Selections from the Prison Notebooks. (Hegemonya ve kültürel liderlik üzerine)

Said, E. (1978). Orientalism. (Batı’nın Doğu’yu nasıl kurguladığı ve ötekileştirdiği üzerine)

Nature Editorial Team (2020). “Diversity in Academic Leadership: A Review”. (Akademik liderlikte çeşitlilik üzerine bir inceleme)

Eğitimde İdeolojik Şekillendirme: Türkiye Örneği

Türkiye bağlamında, İmam Hatip okullarının yaygınlaşması, vampire tapan kültlerin öğrenci yurtları ve müfredatların İslamlaştırılması, bu ideolojik şekillendirmenin çarpıcı bir örneğidir. Bu süreç, sadece İslamcı ideolojilerin güçlenmesine değil, aynı zamanda seküler bireylere ve farklı inançlara yönelik hoşgörüsüzlüğün artmasına yol açmıştır. Eğitimdeki bu dönüşüm, eleştirel düşüncenin zayıflamasına ve bu kadim kötülüğün illüzyonlarına kuşaklar boyu geliştirdiğimiz direnci kaybetmemize neden olmaktadır.

Clash of Civilizations: Yeni Savaşlar İçin Çerçeve

Strigoi, modern çağda korku yaratmak için Samuel Huntington’ın Clash of Civilizations teorisinden güç alır. Huntington, Soğuk Savaş sonrası dünyayı “medeniyetler” arasında süren bir çatışma olarak tanımlamıştı. Ancak bu teori, yalnızca bir akademik analiz olarak kalmadı; askeri-sınai kompleksin yeni bir savaş çerçevesi olarak benimsendi. 1993’te yayımlandığından bu yana, bu anlatı Batı’da İslam dünyasına karşı bir düşman algısı yaratarak savaşları ve politik müdahaleleri meşrulaştırmak için bir araç haline geldi. Strigoi, bu çerçeveyi manipüle ederek Müslüman göçmenleri, Çin hegemonyasını ve demografik değişimi sürekli bir tehdit olarak çerçeveler.

İlgilenenler İçin:

Huntington, S. (1996). The Clash of Civilizations and the Remaking of World Order. (Medeniyetler arası çatışma teorisinin modern dünya üzerindeki etkisi)

Said, E. (2001). “The Clash of Ignorance”. (Huntington’ın teorisine eleştirel bir bakış)

Libya Modeli: Savaş, Çöküş ve Sonsuz Kaos

Libya, Strigoi’nin korku döngüsünün en somut örneklerinden biridir. 2011 yılında Odyssey Dawn, Harmattan, ve Unified Protector operasyonları sonucunda Fransa ve ABD’nin başı çektiği bir NATO koalisyonu tarafından  Muammer Kaddafi’nin devrilmesi, ülkede bir kaos ve çöküş sürecini başlattı. Petrol zengini bir ülke olan Libya, dış müdahalelerin yarattığı bir boşluk nedeniyle kabile savaşları, insan kaçakçılığı ve iç çatışmaların merkezi haline geldi. Batı, bu çöküşü “demokrasi getirme” kisvesi altında meşrulaştırdı.

Ancak sonuç, bölgenin istikrarsızlaştırılması ve kontrol edilemeyen bir mülteci kriziydi. Strigoi, Libya’yı sadece bir savaş alanı olarak değil; insan emeğinin ve petrolün sömürüldüğü, ve her türlü cihatçı örgütün kolaylıkla son teknoloji NATO hafif silahları temin edebildiği bir laboratuvar/terör AVM’si olarak kullandı. Bu sürecin ertesinde, Afrika’da Serval ve Africom, Türkiye’nin güneyinde Timber-Sycamore gibi askeri operasyonlarla Libya’da pilot uygulaması yapılan desenlerle terörün diğer MENA (Ortadoğu ve Kuzey Afrika) ülkelerine de yayılmasını ve bölgenin devasa bir “kaos alanına” dönüşmesini sağladı.

İlgilenenler İçin:

Achcar, G. (2013). The People Want: A Radical Exploration of the Arab Uprising. (Arap Baharı’nın kökenleri ve sonuçları üzerine)

Chomsky, N. (2015). Who Rules the World?. (Küresel güç dengeleri ve müdahaleler üzerine)

Strigoi’nin Evrensel Stratejileri: Bölgesel Farklılıklar ve Ortak Taktikler

Strigoi, her coğrafyada kendi varlığına uygun yeni maskeler bulur. Almanya’da sağ popülizmin, Amerika’da anti-komünizmin, İskandinavya’da ekonomik korkuların gölgesinde büyür. Ancak hangi forma bürünürse bürünsün, temel amacı aynıdır: korkuyu araçsallaştırarak toplumları kutuplaştırmak ve kontrolü ele geçirmek. Senin kardeşine sahip çıkmaman strigoi için önemlidir. Bir mahalledeki farelerin biyokütlesi bir kediden çok fazladır. Ama kediye yenilirler. İşte bu stratejiler, farklı coğrafyalarda benzer unsurlar üzerinden bu etkiyi üretir.

Almanya: İslamofobi ve Sağ Popülizmin Beslenmesi

Almanya, Strigoi’nin tarih boyunca etkin olduğu bir laboratuvardır. Özellikle son on yılda İslamofobi, Strigoi’nin popülist hareketleri beslemesinde kritik bir rol oynadı. Almanya’da göçmen karşıtı sağ partiler (örneğin AfD), ekonomik belirsizlikleri ve kültürel kaygıları büyüterek geniş bir kitleyi etkisi altına aldı. Medyada “mülteci krizi” olarak sunulan olaylar, yalnızca göçmen karşıtı politikaların yükselmesini değil, aynı zamanda toplumun belirli bir kesiminin radikalleşmesini de sağladı. Strigoi, korku kültünü buradaki yeni düşman üzerinden pekiştirmiştir.

İlgilenenler İçin:

Wodak, R. (2015). The Politics of Fear: What Right-Wing Populist Discourses Mean. (Sağ popülist söylemlerde korku politikasının analizi)

Birleşik Krallık: Brexit ve Egemenlik Miti

Brexit süreci, Strigoi’nin bir ulusun iç bölünmelerini nasıl araçsallaştırabileceğini gösteren çarpıcı bir örnektir. Avrupa Birliği’nden ayrılma kampanyalarında, göçmenlerin ulusal egemenliğe tehdit oluşturduğu algısı işlenirken, aynı zamanda ekonomik belirsizlikler ve kültürel kaygılar körüklendi. “Biz” ve “onlar” ayrımı, bu stratejinin merkezindeydi. Strigoi, burada ulusal kimlik üzerinden bir korku anlatısı inşa etti.

İlgilenenler İçin:

Hobolt, S. B. (2016). “The Brexit Vote: A Divided Nation, a Divided Continent”. (Brexit referandumunun toplumsal ve siyasi sonuçları)

İskandinavya: Refah Devleti Tehdit Altında Forever

İskandinavya, Strigoi’nin refah devletini baltalamak için ekonomik korkuları nasıl manipüle ettiğini gösterir. Bölge ülkelerinde mülteciler, ekonomik bir yük ve sosyal uyumun önündeki bir engel olarak sunuldu. Bu söylem, yalnızca mülteci karşıtı politikaları meşrulaştırmakla kalmadı, aynı zamanda refah devletinin temelini oluşturan dayanışma ilkesini zayıflattı. Strigoi burada, “korunması gereken” refahı bir silaha dönüştürerek ayrımcılığı körükledi.

İlgilenenler İçin:

Jørgensen, M. B. (2012). Welfare States, Nationalism and Immigration. (Göç ve refah politikalarının milliyetçilikle ilişkisi)

Amerika Birleşik Devletleri: Anti-Komünizm Flashbackleri

Amerika, Strigoi’nin komünizm korkusunu bir propaganda silahı olarak en etkili kullandığı yerlerden biridir. Truman Doktrini ve McCarthyizm dönemi, toplumsal paranoya ve ulusal güvenlik endişelerinin politik araçlara dönüştürüldüğü bir laboratuvardı. Anti-komünizm söylemi, yalnızca dış politikayı değil, aynı zamanda ülke içindeki muhalif sesleri bastırmak için de kullanıldı. Strigoi, bu korku atmosferinden kendisine yeni hedefler yaratmayı başardı.

Modern “İslam’a karşı medeniyetin kapılarını savunan” anlatısı işte bütün bu sürecin sonunda yeni bir McCarthyizm dönemine yol açtı. Strigoi, korku ve ideolojik düşmanlıkları kullanarak Kore ve Vietnam savaşlarında milyonlarca insanın kanını dökmüştü. Kore Savaşı, “komünizmle mücadele” adı altında gerçekleşirken, Vietnam’da kullanılan napalm ve Agent Orange gibi kimyasallar, Strigoi’nin acımasızlığını gözler önüne sermişti. “Döneminin McCarthyizmini anlamak için kimyasal silahları takip et” diye bir başparmak kuralı uydurup test ettiğimizde, beyaz fosfor ve misket bombalarının kullanıldığı yerlerde, görmesini bilen optik sinirler için Strigoi’nin imzasını fark etmek zor değil.

İlgilenenler İçin:

Schrecker, E. (1998). Many Are the Crimes: McCarthyism in America. (McCarthy döneminin toplumsal etkileri)

Appy, C. G. (1993). *Working-Class War: American Combat Soldiers and Vietnam*. (Vietnam Savaşı’nın toplumsal etkileri üzerine)

Peki Batı Medeniyeti Kurtuldu mu?

Libya modeli, bölgedeki diğer ülkeler için bir emsal haline geldi. İran’a yönelik herhangi bir savaş senaryosu, benzer sonuçlar doğuracaktır: Bu kendisini devamlı surette tekrar etse de vampirik hipnozun transındaki toplumlar bunu tekrar tekrar unutur. Batı müdahalesiyle yerel hükümetlerin devrilmesi, bölgenin ekonomik ve politik kontrolünün kaybı ve milyonlarca mültecinin yerinden edilmesi demektir. Sırf 21. yüzyıla ait, bu desenle üretilen mülteci krizlerine bakalım ve 20. yüzyıla bakmaya tenezzül bile etmeyelim:

1. Afganistan (2001)

Mülteci Sayısı: Milyonlarca ama tam sayı belli değil.

Vampirik Dokunuş: War on Terror kapsamında ABD’nin askeri müdahalesi ve işgali.

2. Irak (2003)

Mülteci Sayısı: 4.7 milyon.

Vampirik Dokunuş: War on Terror kapsamında ABD’nin askeri işgali, sonrasında şiddet ve iç çatışmalara taraflara silah sağlama.

3. Suriye (2011)

Mülteci Sayısı: 13 milyon+.

Vampirik Dokunuş: Rejimin otokrat niteliği gerekçe gösterilerek, Suriye’deki çeşitli radikal veya ‘ılımlı’ İslamcı gruplara destek. Kürt grupları ile cihatçı gruplarını birbirine karşı kullanmak.

4. Libya (2011)

Mülteci Sayısı: Yüzbinlerce.

Vampirik Dokunuş: NATO’nun bir seri operasyonu ile Kaddafi rejiminin devrilmesi, “terörle mücadele” gerekçesi yaratmanın sonraları tekrarlanan arketipik örneği.

5. Venezuela (2014)

Mülteci Sayısı: 7 milyon+.

Vampirik Dokunuş: Ekonomik yaptırımlar, Maduro rejimine karşı diplomatik ve siyasi baskı.

6. Orta Amerika (2000’ler)

Mülteci Sayısı: Yüzbinlerce.

Vampirik Dokunuş: ABD’nin göç politikaları, sınır güvenliği önlemleri, çetelere ve kartellere dolaylı destek.

7. Myanmar (Rohingya) (2017)

Mülteci Sayısı: 1 milyona yakın.

Vampirik Dokunuş: Cunta hükümetine destek. Rohingya halkının etnik temizliğine destek.

8. Yemen (2015)

Mülteci Sayısı: 4 milyon+.

Vampirik Dokunuş: Suudi Arabistan liderliğindeki koalisyona destek, insani yardımlara engel olmak.


Strigoi bir eliyle  bu mülteci krizlerini yaratır, bir yandan suçlusunun mülteciler olduğunu söyleyerek yaratmaya devam etmenin rızasını alır. Mülteci kamplarında sıkışıp kalan insanlar, Batı’da ucuz işgücü olarak kullanılırken, MENA bölgesindeki petrol kaynakları da daha az maliyetle sömürülür. Strigoi, her dökülen kan ve yerinden edilen insanla daha da güçlenir.

Strigoi’nin Korku ve Ekonomi Döngüsü

Bu döngü, yalnızca savaşları değil; aynı zamanda Batı’da sağ-popülist liderlerin yükselişini de besler. Mülteci krizleri, “öteki”nin korkusunu artırarak milliyetçi politikaların benimsenmesine yol açar. Marine Le Pen, Matteo Salvini gibi figürler, bu korkunun siyasi kazançlarını toplamaya devam ederken, Strigoi’nin kontrol ettiği ekonomik düzen sürdürülür. Savaş, korku ve ekonomik sömürü, birbiriyle bağlantılı bir döngünün parçalarıdır: korku savaşları başlatır; savaşlar mülteci krizleri yaratır; bu krizler ekonomik sömürüyü mümkün kılar.

Dijital ve İdeolojik Ağa Dair: Medeniyetler Çatışması Retoriği Nasıl Sistematikleşiyor?

Bu harita, ideolojik manipülasyonun ve küresel tahakküm mekanizmalarının nasıl birbiriyle bağlantılı olduğunu gözler önüne seriyor. Milyarder fon sağlayıcılarından dijital medya kanallarına, aşırı sağ hareketlerden propagandayı kitleselleştiren sosyal medya fenomenlerine kadar her bir düğüm, bu sistemin işleyişine dair önemli bir katman sunuyor. Görünürde farklı motivasyonlarla hareket eden bu aktörler, ortak bir hedef etrafında birleşiyor: toplumları kutuplaştırmak, çatışmayı derinleştirmek ve dijital dikkat ekonomisi üzerinden kontrol mekanizmalarını tahkim etmek.

Dijital Mekanizmanın İşleyişi

Medeniyetler çatışması retoriği, bu ağın en kuvvetli ideolojik araçlarından biridir. Huntington’ın teorisi, dijital çağda yalnızca bir analiz aracı olarak değil, aynı zamanda kurgusal bir gerçeklik yaratma yöntemi olarak yeniden inşa ediliyor. Özellikle medya kanalları ve aşırı sağ hareketler üzerinden bu retoriğin güncellenmiş versiyonları, dijital platformlar sayesinde hızla yayılıyor. Haritada belirgin düğüm noktalarına dikkat edelim:

Breitbart News ve Infowars: Bu platformlar, ideolojik çerçeveyi kitlelere ulaştıran birer megafon olarak işlev görür. Medeniyetler çatışmasını “biz ve onlar” ayrımı üzerinden yeniden üreten bu medya kanalları, göçmen karşıtı söylemlerin, İslamofobinin ve diğer ayrımcı politikaların popülerleşmesinde kritik bir rol oynar.

The Movement ve Steve Bannon: Haritanın merkezi aktörlerinden olan Steve Bannon ve onun desteklediği The Movement gibi yapılar, yalnızca söylem üretmekle kalmaz, aynı zamanda bu söylemlerin küresel ölçekte örgütlenmesini sağlar. Bu, yalnızca Avrupa’daki sağ popülist hareketlerin değil, aynı zamanda Amerika’da yükselen aşırı sağ dalganın da bir parçasıdır.

Ekonomik Çıkar ve Dikkat Ekonomisi

Bu bağlantıların ardında, yalnızca ideolojik bir çatışma değil, aynı zamanda ekonomik bir strateji de yatıyor. Dikkat ekonomisi, bireylerin çevrimiçi aktiviteleri üzerinden veri toplarken, aynı zamanda bu verileri ideolojik manipülasyonun bir aracı haline getirir. Algoritmalar, bireyleri yalnızca belirli içeriklere yönlendirmekle kalmaz; aynı zamanda bu içeriklerin dikkat çekiciliğini artırarak kullanıcıları bir döngüye hapseder.

Bu harita, sadece dijital dünyadaki dikkat ekonomisini değil, aynı zamanda jeopolitik stratejilerle bu ekonominin nasıl birleştiğini de ortaya koyar. Medeniyetler çatışması retoriği, dijital ağlar aracılığıyla bireyleri hedef alırken, aynı zamanda uluslararası düzeyde çatışmaların meşruiyetini sağlamaya hizmet eder. Libya gibi örnekler, bu stratejinin sahada nasıl işlediğini açıkça gösteriyor. Haritada görülen aktörler, bu çatışmaları ideolojik bir zeminde beslerken, aynı zamanda ekonomik sömürüyü sürdürülebilir kılan bir yapı inşa eder.

4- Strigoi’nin Güveni Epritimleri

Ekonomik Sömürü

Ford Vakfı, Soğuk Savaş sırasında Türkiye gibi ülkelerde eğitim projelerini fonlayarak, Batı’nın neoliberal düzenine hizmet edecek bir elit sınıf yaratmayı hedefledi. Bu projeler, modernleşme ve kalkınma kisvesi altında, genç beyinlerin ideolojik bağımlılık içerisinde yetiştirilmesini sağladı. Aynı dönemde, Şili’de Chicago Boys olarak bilinen ekonomistler, neoliberal politikaları vahşice uygulayarak kamu hizmetlerini çökertti, sosyal güvenliği zayıflattı ve toplumu tamamen ekonomik köleliğe mahkûm etti. Bu süreç, Strigoi’nin ekonomik stratejisinin yalnızca ekonomik yıkım değil, aynı zamanda halkların direnç mekanizmalarını da yok etmeye yönelik olduğunu açıkça gösteriyor. Neoliberalizmin bu maskesi, yıkımı özgürlük adı altında pazarlayan Strigoi’nin yüzlerinden sadece biridir.

Ancak bunun da ötesinde bu programlar yüksek öğrenim kurumlarının ikinci dünya savaşı ertesinde yeniden tasarlanmasında, Strigoi’nin global hegemonik ittifakta meşruiyet sahibi bütün enstitüleri enfekte etmiş olmasını sağladı. Bu, prestij kurumları ve akademik ortodoksilerle birleşerek insanlığın gelişimini sakatlamıştır. Ayrıca finansman mekanizmalarını zehirleyerek, finansal balonların bilimsel çalışmaları yönlendirebilmesini sağlamıştır. Sosyal bilimler bilhassa baskı altına alınarak, yapısal analiz yapabilme gücü güdük bırakılmıştır. Bir seri yapısal faktörün adeta toplumun kendisini analiz edebilme becerisini köreltmek için bu şekilde bir araya gelmiş olması, yapısal marksistlere göre sistemik bir meseledir. Tabii onlar da kendine göre haklı ama biz vampir avcıları şöyle ifade etmeyi daha çok seviyoruz: Perde arkasında her şeyi organize eden, binlerce yıldır insanlığın kanını emen Strigoi’dir. 

İlgilenenler İçin:

Klein, N. (2007). The Shock Doctrine: The Rise of Disaster Capitalism. (Felaket kapitalizminin yükselişi ve etkileri)

Harvey, D. (2005). A Brief History of Neoliberalism. (Neoliberalizmin kısa bir tarihi)

Strigoi’nin Üç Katmanı

1. İdeolojik Çerçeveleme: Clash of Civilizations gibi teoriler üzerinden “öteki”nin korkusu yaratılır.

2. Ekonomik Sömürü: MENA’daki doğal kaynaklar ve ucuz işgücü sömürülerek ekonomik kazanç sağlanır.

3. Toplumsal Baskı ve Korku: Batı’da milliyetçi liderlerin yükselişi, savaşların ve krizlerin siyasi sonuçlarını güçlendirir.

Strigoi’nin Maskeleri: Kurt ve Ayı

Woke-Washing Eleştirisi

Strigoi’nin woke-washing stratejileri, yalnızca vicdan aklamayı değil, aynı zamanda ezilen toplulukları bölmeyi hedefler. Örneğin, CIA’nın LGBTQ+ çeşitliliği teşvik eden reklam videoları, bu ajansın insan hakları karnesini düzeltmek için yüzeysel bir çabadan ibarettir. Gerçekte, bu propaganda makinesi, Filistin gibi bölgelerde İsrail’in LGBTQ+ bireylere zarar veren askeri operasyonlarına aktif olarak destek vermektedir. Bu çelişki, Strigoi’nin nasıl hem baskıcı hem de manipülatif olabileceğini gösterir. LGBTQ+ hakları, ezilen toplulukları bölmek ve bu baskı düzenini meşrulaştırmak için kullanılırken, İsrail’in operasyonlarında öldürülen LGBTQ+ bireylerin sayısı, Filistin toplumundaki bireysel vakaları defalarca aşmaktadır. Bu iki yüzlülük, Strigoi’nin asıl yüzüdür: sömürü ve bölme üzerine kurulu sistematik bir mekanizma.

Kaynak:

CIA’nın LGBTQ+ reklam videosu

Strigoi’nin Maskeleri

Strigoi’nin gücü, hiçbir zaman çıplak gözle görülememesindedir. O, kılıktan kılığa girerek kurbanlarını yanıltır; bazen bir kurt olur, bazen bir bukalemun, bazen de bir ayı. Ancak her maskesinin ardında aynı açlık yatar: toplumsal dayanışmayı tüketmek, bireyleri yalnızlaştırmak ve korkuyu yönetmek.

Kuzu Postuna Bürünmüş Kurt

Kurt, sürüye karışmak için kuzu postuna bürünür. Strigoi’nin woke-washing stratejisi de tam olarak budur. Görünürde özgürlüklerin ve adaletin savunucusudur; maskenin ardında ise, ezilenleri daha da izole eden bir manipülasyon ustası yatar.

• Filistin’de, LGBTQ+ bireylerin yaşadığı zorlukların varlığını kullanarak, bu toplumu “medeniyet dışı” gösterir. Oysa aynı anda, Tel Aviv’in LGBTQ+ dostu imajıyla yaptığı pazarlama, bombaların cinsel yönelim seçmediğini gizler. Herkesi “equal opportunity” öldürdüğü doğrudur, ama bu toplamda daha çok kesişimsel ceset demektir.

• İran’da ve Afganistan’da kadın haklarını bahane ederek ambargolar uygular. Ancak bu yaptırımlar en çok savunduğunu iddia ettiği kadınları vurur. Kriz anlarında topluluklara yeni stres faktörleri uygulandığında, bunun etkileri orantısız şekilde dezavantajlı kesimleri vurur.

• Batı’da sosyal adalet ve kapsayıcılığı över; ancak asla somut katkı vermez. Duman ve illüzyonlar ile kendisini meşru kılan, ve kendi kurbanlarından mağduriyet devşirdiği bir aynalar salonuna algımızı hapseder.

Arı Kovanına Giren Ayı

Strigoi’nin asıl hedefi dayanışmayı yok etmektir. Bunu yaparken bir ayı gibi davranır: bir arı kovanının içine girer, arıları dağıtır ve biriktirdikleri balı çalar. Kuzu postundayken ektiği güvensizliği, ayı postunda solu dağıtmaya tahvil eder.

Kimlik hareketlerinde: Sistemik sorunları sorgulayan bireyler, “kendi hareketine ihanet edenler” olarak damgalanır. Örneğin, kimlik mücadelesine eleştirel bir perspektiften bakan bir sınıf aktivisti, “kapsayıcı olmamakla” suçlanarak izole edilir.

Sınıf hareketlerinde: Kimlik meselelerini dile getiren bir birey, “sınıf mücadelesinden sapmakla” itham edilir. Woke-washing paranoyası, kimlik siyasetine abartılı bir kategorik karşıtlık yaratır.

İlgilenenler İçin:

Fraser, N. (1990). “Rethinking the Public Sphere”. (Sosyal adalet ve dayanışmanın toplumsal boyutları üzerine bir inceleme)

Fisher, M. (2013). “Exiting the Vampire Castle”. (Dayanışmayı baltalayan kimlik politikaları ve sol içi gerilimlerin eleştirisi)

Transı Bozan Tehdit: Yalnızlık ve İzolasyon

Strigoiler’in bu stratejisi, yalnızca toplulukları hedef almakla kalmaz; bireyleri de doğrudan etkiler. Hipnoz etkisinden çıkan bireyler, yalnızlık ve izolasyon tehdidiyle karşı karşıya kalır. Strigoi, uyanan bireylerin diğerlerini de “translarından” çıkarmasından korkar. Bu yüzden:

Hipnozdan çıkan bireyler yalnızlaştırılır. Eğer yüzde yüz kesişimsel olamazsan “kensıl kalçır”lanman gerekir.

Topluluklar arasındaki güvensizlikler artırılarak birleşik bir direniş engellenir. “CIA’nın eleştirel teoriyi, Frankfurt okulunu desteklemesi” retoriği ile “yav acaba kadınlar?..” diyen ses anında Mondoros solu damgası yer.

• “Mondoros solu” diyenlerin legit kritikleri, kesişimselciler tarafından reddedilir. Buna da Mondoros kritiğindeki haksız oluşları dayanak gösterilir. Üç tunç tas has hoşaf içilir. Kafalar karışır ve Strigoiler, bu kaosu besleyerek kendi tahakkümünü sürdürür.

Sonuç: Strigoi’nin Maskesi ve İnsanlığın Sınavı

Strigoi, yalnızca bir metafor değil; insanlığın tarih boyunca yüzleştiği ve günümüzde de şekil değiştirerek varlığını sürdüren bir güç yapısının temsili. Onun maskeleri, zamanın ve mekânın gerekliliklerine göre değişse de altında yatan motivasyon hep aynı kalır: Bizi birbirimize karşı dehumanize ederek, teker teker avlayıp kanımızı içmek.

Asur’un duvarlarında başlayan hikâyesi, Roma’nın arenalarında, modern medyanın ekranlarında ve dijital gözetim labirentlerinde yankılanıyor. Bugün ise algoritmalar, woke-washing ve propaganda makineleriyle toplumları daha önce hiç olmadığı kadar etkili bir şekilde şekillendiren Strigoi, yalnız bireyleri hedef almanın yanı sıra toplulukların dayanışma gücünü de eritiyor. Böl ve yönet taktiği, Strigoi’nin en eski ama en etkili silahı olmaya devam ediyor.

Ancak Strigoi’nin gücü, maskelerinin tanınamazlığında ve korkunun sürdürülmesinde yatıyor. Maskelerini indirmek, onun oyunlarını bozmak için ilk adım. Bu, yalnızca bireysel bir farkındalık değil, aynı zamanda toplumsal bir mücadele gerektiriyor. Dayanışmayı yeniden inşa etmek, farklılıkları bir zenginlik olarak görmek ve Strigoi’nin bizi yalnızlaştırmasına izin vermemek, onun gölgesini geriletmenin tek yolu.

Strigoi’nin gerçek gücü, kurbanlarının onu masum bir figür, geçmişte kalan bir efsane ya da basit bir düşman olarak görmesinde saklıdır. Eğer onun maskesini indirmeyi başarabilirsek, korkunun gölgesini dağıtabilir, bireylerin ve toplumların özgürlüğünü yeniden kazanabiliriz. Bu el yazmaları, yalnızca bir uyarı değil; aynı zamanda bir rehberdir. Strigoi’nin maskesi düşebilir, ama ancak bu maskenin ardındaki yüzü görmek ve ona karşı durmak cesaretini gösterebilirsek.

Gelecek nesillerin yaşamlarında Strigoi’nin dehşetini hissetmemesi için, onun hikâyesiyle yüzleşmek zorundayız. Karl Marx, Halkların Baharı’nın aslında bir başarısız devrimler silsilesi olduğunu yazar. Ancak, bir tanesi başarılı olduğunda her şey değişti. Strigoi de öyle: Yenilmez görünüyor. Çok kurban verdik, çok düşenimiz oldu.

Ama o yalnızca bir tane. Biz ise lejyonuz. Onu bir kez yenersek, zincirlerimizi kıracağız. Bu yüzden var gücüyle, ağlarıyla, hizmetkarlarıyla, maskeleri ve oyunlarıyla gece gündüz bizi zayıflatmaya çalışıyor. Bu yüzden üstüne örttüğü karanlıkta bile güvende hissetmiyor, hissedemeyecek. Çünkü o karanlıkta her zaman çekiç ve kazığıyla bekleyen bir vampir avcısı da olacak. 

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu